Anasayfa


     Milli Açıdan Sineme Televizyon

   
Ürün Kodu : Milli Açıdan Sineme Televizyon
Üretici : Milli Açıdan Sineme Televizyon
Ürün Özellikleri
Milli Açıdan Sineme Televizyon
 Sipariş        Detaylar
 
 
Detaylar

 

(Dini Ve Milli Açıdan) 

                                            TELEVİZYON VE PROGRAM

YAPIMCILIĞI

 

 Kadir DEMİRCAN

   

(Dini Ve Milli Açıdan)

                                                 TELEVİZYON VE PROGRAM

YAPIMCILIĞI

 

 

Hazırlayan

 

A. Kadir DEMİRCAN 

 

 


ANKARA - 1999

ÖNSÖZ

                İnsan yaşamıyla tamamen bütünleşen, günümüz teknolojisinin harikası ve bir numaralı iletişim-etkileşim aracı olan televizyon ve program yapımcılığı baş döndürücü bir hızla her geçen gün gelişmektedir.

                Televizyonun; dünya, kıtalar, devletler, bölgeler ve toplumlar üzerindeki siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik etkileri ile, adeta dünyayı birkaç kez küçülterek çembere alan ve gözümüzün önüne seren yönlendirme ve haberleşme fonksiyonları herkesçe bilinip, insan için vazgeçilmez bir unsur olarak kabul edilmekte ve çok ciddi bir şekilde takip edilmektedir.

                Aynı zamanda televizyona; sahip olan zihniyetin amacına ve kullanımına göre bir milleti, bir nesli, bir kültürü topyekün imha edebilecek veya ihya edebilecek nitelikte "stratejik bir silahtır"da diyebiliriz. İşte bunun için biz diyoruz ki; bu güç, bu teknoloji, bu silah asla küçümsenmemeli, hafife alınmamalı, bunun ilmi çok ciddi bir şekilde tüm gerekleriyle birlikte kadın- erkek, genç-yaşlı denilmeden öğrenilmeli ve bu teknolojiye, bu ilme, bu stratejik silaha mutlaka ve mutlaka sahip olunmalıdır.

                Elinizdeki şu kitapla; bu alanda çalışma yapanlara katkıda bulunmayı, bu sanatın ilmin teknolojinin önemini vurgulayıp sevdirmeyi ve bilhassa konunun islami boyutunu, dini ve milli hedefler doğrultusundaki uyulacak prensip ve metodları birinci planda ele alıp vurgulamaya çalıştık. Meselenin ticari ve sanatsal yönünden çok islami boyutu paralelinde bir çalışma sunmaya gayret ettik. Çünkü herkes bu konuya girdiğinde dini ve milli boyutunu bir kenara itip ekonomik ve sanatsal boyutunun renkli cazibesine kapıldı. Oysa islami açıdan bu durum son derece hassastır. Çünkü Kur'an-ı Kerim; hiçbir dünya meşgalesinin, gerçek müminleri Allah'a gerektiği şekilde ibadet etmekten alıkoyamayacağını ve her güzelliğin insanların hizmetine sunulmuş birer emanet olduğunu ve o emaneti Allah'ın rızası ve insanlığa hizmet doğrultusunda kullanması gerektiğini ifade buyurmaktadır. İşte bu ilahi ikazlar paralelinde ve rehberliğinde müslümanlar hiçbir şekilde şeytanın, süslü gösterdiği cazibelere kapılarak temel prensiplerden sapma yapmazlar, yapmamalıdırlar. Televizyonu hiçbir zaman bir ekmek kapısı veya amaç olarak değil, araç olarak görmek zorundayız.

                Değişik eserlerden yararlandığımız uzman şahsiyetlerin görüşleriyle beslediğimiz bu çalışmamızdan istifade edeceğinizi ümit ediyor, bu tekniği Hakk'ın rızası istikametinde kullanmanız, hayırlara, dirilişlere ve silkinişlere vesile kılabilmeniz için bizleri nimetleriyle çepeçevre kuşatan ve alemlerin Rabbi olan Cenab-ı Mevla'ya dua ediyorum. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

A. Kadir DEMİRCAN


MEDYADA İSLÂM VE İSLÂM İMAJI

                Bildiğiniz gibi medya terimi, son yıllarda ortaya çıkmış moda bir tabirdir. Önceleri gazete, dergi, radyo, televizyon diyorduk, şimdi ise daha da gelişmiş şekilleriyle hepsine birden medya diyoruz. Günümüzde bilgisayar ve uydu destekli medya, olayların oluşturulmasında ve yönlendirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Hiçbir kişi ve güç medyayı görmemezlikten gelemez. Medyanın desteğini sağlamayan teşebbüs ve tasarıların başarıya ulaşma şansı hemen hemen yok gibidir. Çünkü medya, her düşüncede ve her yerde vardır. Hoşumuza gitse de gitmese de bu böyledir. Medya milletlerarası bir güçtür. Medyanın dini ve milliyeti yoktur.

                Dünyada soğuk savaşın yerini sanki medya almış ve kendisini (ünitelerinin hiçbirini dışarıda bırakmadan) bir süper güç olarak kabul ettirmiştir.

                İslam; ilahi bir dindir ve ilahi bir sistemin adıdır. Hz. Muhammed (S.A.S.)'in tebliğ eylediği bu dine, İslâm adını veren müslümanların kendileri değil, Kur'an-ı Kerim’dir. Allah-ü Teala'dır.

                Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: "Allah katında din şüphesiz İslamiyet'tir." (3/19)

                "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim." (Maide .3)

                "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır."

                Kur'an-ı Kerim'e göre hakiki müslüman; hem Allah ile, hem de insanlar ile tam bir barış içinde yaşayan kimse demektir.

                İmaj kelime olarak görüntü ve hayal demektir. Gerçekte bulunmadığı halde varmış gibi görünen veya gösterilen şeye imaj diyoruz. İnsanlar bazen imajın tesiri altında kalarak gerçeği de suçlayabiliyorlar. Gerçeği değiştirmeyenler, kendilerinin oluşturdukları imajla gerçeği yıpratabiliyorlar. Zamanla gerçek kaybolup veya unutulup yerini imaj alabiliyor. Dünyamızın haberleşme ve ulaşım ağıyla küçülmüş olmasının da bunda rolü büyüktür.

A- Medya Sayesinde Küçülen Dünya

                Teknoloji ile birlikte gelişen, ulaşım ve haberleşme araçları sayesinde dünyamız o kadar küçüldü ki, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde meydana gelen bir olay, diğer bölgelerde yaşayan insanlara anında duyurulmakta, o insanlar da sanki olay mahallinde yaşıyorlarmış gibi hadisenin tesiri altında kalmaktadırlar. Tokyo metrosuna boşaltılan zehirli gaz, kaçırılan herhangi bir havayollarına ait uçak, Hindistan'da camiye konulan bomba, Oklahoma'da bir iş hanının kundaklama neticesinde çökmesi gibi olaylar, yaşadıkları şehirlere çok uzaklarda cereyan ettiği halde bütün insanları tedirgin etmektedir.

                Öyle anlaşılıyor ki imajlar insanları, gerçeklerinden daha çok rahatsız ediyor. Kaçırılan uçağın içerisinde olsanız dışarıdakiler kadar rahatsız olamazsınız. Kaçırılan uçakla ilgili medyanın oluşturduğu imaj, insanları daha çok huzursuz ediyor.

                Dünyamızı tehdit eden huzursuzluk, tedirginlik ve korku imajı gittikçe artmakta, gelişen teknik ve maddileşen düşünce de bu artışa adeta yardımcı olmaktadır. Günümüzde bir insanın dünyadaki gelişmelerden habersiz yaşaması düşünülemez. Çünkü; artık aşılamaz dağlar, geçilemez yollar, yürünemez vahşi ormanlar, bataklıklar ve deryalar haberleşme ve propagandaya artık mani olamıyorlar.

                İnsanlara ulaştırılan veya gündemde canlı tutulmaya çalışılan konularda, maalesef olayın gerçeğinden çok, onun imajıdır.

                Bugünün medyası, dünyayı önümüze getiriyor. Bu manada, medyanın hizmetini görmemezlikten gelmek haksızlık olur.

                Gökyüzünü parselleyen uydular vasıtasıyla bir çanak antene sığdırılan dünyayı, televizyonumuzun düğmesine bastığımız anda seyredebiliyoruz. Yabancı kültürlerin, pozitivist akımların evimize ve düşüncemize girmesine mani olamıyoruz. Seyrettiğimiz, dünyadan çok dünyanın imajıdır. Evimize kadar ulaşanlar, gerçeklerden ziyade gerçeklerin görüntüsüdür. Eskiden hayalimizde canlandırdıklarımızı şimdi yanımızda, yakınımızda ve önümüzde buluyoruz.

                Medya, imajı önümüze getiriyor ve işte dünya budur diyor. Bu nedenle, medyanın pompaladığı dünyadan değişik bir dünya bulunduğunun farkına varamıyoruz.

                Aynı oyun, aynı kurnazlık ve aynı tehlike İslam dini için de geçerlidir.

B- Medyada Müslüman İmajı

                Dünyada medya tarafından takdim edilen, gerçek İslam'dan çok, kendi kafalarında maksatlı ve peşin hükümle planladıkları programa göre oluşturulan İslâm imajıdır. Bu mutlaka menfi ve zararlı olacaktır anlamına gelmez. Ne yazık ki medyanın gündemindeki İslâm imajı, menfi manadadır.

                Medyanın dünyada İslam’ı yıpratmak için korkunç imajlar oluşturmasının bir sebebi de, Asya kıtasında ortaya çıkan beklenmedik gelişmelerdir. Aslında batı medyası, biraz hazırlıksız da yakalandı. Komünizmin çökeceğine, komünistlerin zulümüne maruz kalanlardan başkası pek inanmıyordu. Batı medyası da herhalde bu inanmayanlardandı. Yetmiş yıllık komünizmin yıkılması ve Sovyetler Birliğinin dağılması neticesinde ortaya çıkan, hürriyetlerine kavuşan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile, müslüman ülkelerin sayısı da çoğalmıştır. Özellikle Türkiye'nin dünyadaki imajı değişmiş ve itibarı artmıştır. Çok şükür yeryüzünde ezan sesinin ulaşmadığı yer, hemen hemen yok gibidir. Dünya coğrafyasının her parçasında Allah'a secde edilmektedir.

                Amerika Birleşik Devletleri’nde ve batıda İslam'a karşı duyulan kuşku, İslam’ın giderek ivme kazanmasından kaynaklanmaktadır. 21. asrın müslümanların lehine olacağına dair işaretleri farkeden batı ülkeleri, dünyanın topyekün müslüman olmasından korkmaktadırlar. Bu korkuyu taşıyanların başında Hıristiyanlığın merkezleri Vatikan ve Patrikhane de bulunmaktadır. Ayrıca yayılma istidadı gösteren ateizme en güçlü engel müslümanlıktır. Allah'ı inkar eden rejimler geçmişte denendiği için, bir daha gündeme gelme ve ivme kazanma şansları görülmemektedir.

                İslam’ın duyulmasını ve yayılmasını önlemek, müslümanları, radikal ve militarist göstermek için batı medyası durmadan imaj üretmekte, müslümanları korkutan, ürküten sevgisiz topluluklar şeklinde göstermeye çalışmaktadır.

                Dünyamız, gerçeklerle imajların, hakikatlerle hayallerin, asıllarla görüntülerin birbirine karıştığı veya kurnazca karıştırıldığı, kitle iletişim araçları tekelinin her şeye hakim olduğu karmaşık bir dönem yaşamaktadır.

                Zamanımızda medyanın herşeye hakim olduğunu, televizyon seyreden, gazete ve dergi okuyan, sinema ve tiyatroya giden, kaset ve plakçılara uğrayan herkes biliyor.

                Aslında medyanın iyi niyetli olması halinde, herşeye hakim olmasından bir rahatsızlık duymamak gerekir. Rahatsızlık duyuran bizatihi medyanın varlığı değil, yaptığı veya yapmayı planladığı işlerdir. Bazı şeyleri medyanın anladığı şekilde anlamak zorunluluğu vardır. Bosna-Hersek'te yaşayan insanlara, sırf müslüman oldukları için, insan hakları diye birşey sözkonusu olamaz. Binlerce kadın ve çocuğun hunharca öldürülmüş olması soykırım sayılmaz. Batı Trakya'da hapsedilen seçilmiş İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Ağa'nın, batı medyasına göre insan olarak, din adamı olarak hiçbir değeri yoktur. Bu olayla Yunanistan, insan haklarını, azınlık hukukunu, din ve vicdan hürriyetini  çiğnemiş olmaz. Dünyanın herhangi bir yerinde bir papaz hapsedilse, patrikhaneden bir hıristiyan din adamı sorgulansa batı medyası din ve vicdan hürriyeti çiğneniyor diye kıyameti koparır ve dünyayı ayağa kaldırır.

                Medyanın imaj oluşturma şekli son derece hırçın, son derece acımasız, gayrı medeni ve gayri ahlakidir.

                Medyanın imaj oluşturma projelerinde insanlar adeta bir koyun sürüsü kabul edilir ve ona göre yönlendirilir.

                Masum bir kimse, düzmece ve abartılı haberlerle dünyanın en cani, en acımasız insanı karakterinde gösterilebilir. Tabii ki istendiği takdirde aynı insan için bunun aksi de yapılabilir.

                Medya, buzullara sıkışan bir balinayı veya ABD'nin Irak'ı vurması sonrası petrole gömülen karabatak kuşlarını kurtarmak için dünyayı harekete geçirirken Bosna-Hersek'te, Çeçenistan’da ve Arnavutluk'ta öldürülen günahsız insanlara, kadın ve çocuklara dünyanın ilgisiz kalmasını, insafsız davranmasını sağlayabilir. Bu misalleri daha da çoğaltmak mümkündür.

C- Medyanın Baş Hedefi

                Medya terörünün son yıllarda baş hedefinin ve önemli uğraşlarından birisinin müslümanlar olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından, komünizmin yıkılıp gitmesinden ve Berlin Duvarı gibi engellerin ortadan kalkmasından sonra, dünyanın Hıristiyan kesimini, iki süper güçten birisi olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasından dolayı, ortaya çıkan boşluğu İslam dünyası destekli müslüman Türkiye'nin doldurabileceği korkusu sardı. Bunu önleyebilmek için müslümanları, (İran ve Cezayir'deki gelişmeleri istismar ederek) dünyadaki demokratik gelişmelere duyarlığa, medeniyete ve insan haklarına karşıymış gibi gösterme kampanyası başlatıldı. Bu kampanyalar neticesinde dünyada oluşturulan İslam imajı, hiç de iç açıcı değildir.

                Medyanın müslümanlara yönelttiği tehdit, 14 asırlık İslam tarihi boyunca müslümanların karşı karşıya kaldıkları en organize tehditlerden biridir. Ayrıca bu tehdit, medya yoluyla yapıldığı için, diğerlerinden daha tesirli ve daha yıpratıcıdır. Zira müslümanların kendileri de bu tehdidin tesirlerinden, tuzaklarından korunamamaktadırlar. Bazen basılı, sesli ve görüntülü yayın yapan mahalli kuruluşlar da bu imaj oluşturma çalışmalarında batı medyasına sanki yardımcı olmaktadır.

                Medyanın, 1989 yılından itibaren yayın silahlarını müslümanlara çevirmesi, dünyanın geçirdiği çok köklü bir değişimle yakından ilgilidir. Dünyadaki müslüman imajının oluşumunu sağlayan medyanın tavrını, bu değişikliğin özünde manalandırmak gerekir.

                Komünizmin korkunç bir felaket, insanlık için büyük bir şanssızlık olduğunu medya inkar etmiyor. Kendisine fazla değil, hiç hürriyet tanımayan kızıl ideolojinin sona ermesinden medya memnun. Yalnız medyanın bu sevinci uzun sürmüyor. Ya komünizmin bıraktığı boşluğu İslam doldurursa, süper güçlerden biri olma şansını Türkiye yakalarsa, o zaman ne olacak? Medya böyle bir korkuya kapılıyor. İslam’ın dünya politikası ve sosyal yapısında yükselişini önlemek için iftira ve karalama kampanyası başlatıyor. İcat edeceği imajla İslam’ın özü, buna müsait olmadığı için de zorlanıyor. Bu maksatla İran'da Filistinde, Cezayir'de Filipinler'de Sirilanka'da hatta Türkiye'de vukuu bulan dini karakterli olayları saptırarak istismar ediyor. İslam’ın yükselişini önleyemezsek, dünya bir kan gölüne döner demek istiyor.

                Dünyadaki siyasi gelişmelerden ve iki süper kutup arasındaki dengenin bozulümasından sonra ortaya çıkan noktanın çok iyi anlaşılması gerekir. Batıda modern çağın başlaması, pozitivist bilimin yerleşmesi ile dinler devre dışı bırakılırken, müslümanlar kendilerini dinleriyle ispatlamışlardır. Batının sömürgeciliğine, inançlarıyla direnmişler ve kendilerini savunmuşlardır.

                Müslümanlar bugün medeni ve ahlaki bir varlık olarak dünyanın gündeminde yer alabiliyorlarsa, bunu dinlerine borçludurlar.

                Bu noktanın önemi şuradadır:

                Bugün dünyada hiçbir değişikliğe uğramadan ayakta durabilen, insan haklarına, din ve vicdan özgürlüğüne azami saygıyı göstererek zamanımıza ulaşan tek din; İslamiyet'tir. Başta Hıristiyanlık olmak üzere diğer dinlerin tamamı, modern çağın girişinden itibaren büyük yaralar almışlar, yıpranmışlar, zayıf düşmüşler ve geri çekilmişlerdir. Müslümanlar ise bulundukları mevzileri, her türlü baskı ve zulme rağmen, dini inançları, cesaretleri ve sağlam karakterleri sayesinde terketmemişlerdir.

                Buradan çıkacak sonuç ise çarpıcı ve düşündürücüdür. Medeniyetler çatışmasının en diri, en dinamik, en objektif ve en hoşgörülü gücü, medyaya karanlık mihrakların provokatörlüğüne rağmen İslamiyet'tir.

                batı, medya gücü ile önüne çıkan mahalli kültürleri yok etti. Yok edemediklerini çarpıttı ve hastalıklı hale getirdi. Geleneksel toplumların hemen hemen hepsi bu ahlak ve kültür tahakkümü ve dejenerasyonundan payını almışlardır.

                Sadece İslam medeniyeti ve kültürü, ahlak anlayışı ve yapısı sağlam temeller üzerine oturtulduğu için, bu tahakküme direnme gücü gösterdi. Yalnızca İslam dünyası, batının bu pervasız tahakkümüne alternatif sunabilmekte ve batıya rakip olabilmektedir.

                Batının kontrolündeki medya, İslam’ın emrine girdiği zaman dünyadaki karanlık aydınlanacak, milletlerarası haksızlıklar sona erecek ve gençler karanlık güçlerin kucağına düşmekten kurtulacaktır.

                Medyanın gözden kaçırdığı veya görmek istemediği, batı medeniyetinin kalbindeki deliktir. Batıyı, dinamik ve başarılı kılan bireycilik, bencillik ve ihtiras derecesinde dünyaya hakim olma arzusudur. Ayrıca bedeli ne olursa olsun, maddi değerlere ve doğal kaynaklara sahip olma isteğidir. Sırf menfaat ve çıkara dayalı bu niyet, batı toplumunu enerjik ve hareketli kılmaktadır. Bu tablo içinde ahlak ve fazilet, sevgi ve şefkat yoktur. İşte delik de budur. İslamiyet'te bu bencillik ve ihtirasın yerini, Allah'ın rızasını kazanmak ve insanlara faydalı olmak düşüncesi almaktadır. Bu düşünce; batıdakinden farklı bir yapıda insanları gayrete getirmekle hizmete canlılık kazandırmakta, ahenkli bir toplum haline gelmelerini sağlamakta ve yeni medeniyetler vücuda getirme hazırlığı içine sokmaktadır. Bizi batıdan farklı ve üstün kılan en büyük sebep de budur.

                İslamiyet'te sabretmek, telaşa kapılmamak, soğukkanlı ve adil davranmak, dengeli hareket etmek esastır. İslamiyet'in benimsediği sükûnet ve ağır başlılık, medyada yoktur. Medya, sakin ve sessiz bir ortamı tasvip etmez. Medya için; bombalı günler, bombasız günlerden, otobanda seyreden vasıtaların birbirlerine çarpmaları, trafiğin sükûnetle akıp gitmesinden, Sakarya nehrinin taşarak binlerce dönüm araziyi sular altında bırakması, dolgun dolgun akıp durmasından daha iyidir. İşte bugünkü medyanın seviyesi budur.

                Dünyadaki gelişmeleri gözlemekte ustalaşmış uzman kimselerin kanaatine göre, Amerika'nın dünya egemenliğini ele geçirmesini medya sağlamıştır.

                Komünizmin çöküşünü ve monotolik devlet yapılarının sona ermesini, batı medyası kendi zaferi olarak göstermektedir. Belki doğrudur. Asıl doğru olanı, batı medyasının da komünizmle birlikte yıkılıp gitmesi veya ruh değiştirmesi idi. O zaman hak yerini bulurdu. Çünkü; komünizmi  dünyanın başına bela eden, Orta Asya Türkleri’nin yurtları bir bir işgal edilirken, binlerce masum insan kara vagonlarla ölüme gönderilirken ses çıkarmayan bu medya idi. Hitlerin zulmünü dünyaya tanıttıkları gibi, Stalin ve Lenin'in zulmünü de tanıtsalar yeterdi. Öfkeli müslüman toplulukların boy boy resimlerini yayınlayan, ekrana getiren bu medya, yüz seneye yakın bir zamandır Kızıl Çin'in işgali altındaki Doğu Türkistan topraklarından, baskı ve zulüm altında yaşayan Uygur Türklerinden hiç bahseder mi? Kuzey Irakta Türkmenlere reva görülen zulüm, acaba neden medyada yeterince yer almaz?

                Hükmü hep kendisi verdiği ve kanaatleri kendisi oluşturduğu için, komünizm rejimini uygulayan Rusya'yı Amerika karşısında süper güç olarak gösterirken de haklı, yıkılırken de haklı idi.   Güya batı medyası, sonu gelmez propagandalarıyla, olayları karikatürize etme yeteneğiyle komünist dünyaya ağır saldırılarda bulunmuş ve Gorbaçov gelmeden önce demirperdenin çöküşünü hazırlamıştır.

                Can alıcı soru şudur: batı medyasının bugünkü düşmanı kimdir?

                Onlara göre bu düşman; İslamiyet'tir. Medya bu görüşte olduğu için bundan böyle yapacağı şey, bu görüşü doğrulayıcı ve müslümanlara başlatacağı savaşı haklı gösterici malzemeleri toplamak ve döküman hazırlamak olacaktır.

                Esasında İslamiyet'e düşman olan, medyanın ta kendisidir. Her düzenlemede olduğu gibi burada da uçlar yer değiştirecek, batı medyasının yerine İslamiyet, İslamiyet'in yerine de batı medyası geçecektir. Durum dünya gündeminde bu şekilde olduğu zaman batı medyasına düşen görev; planlı bir şekilde harekete geçmektir.

                Bugün dünyada hızla hazırlanmaya çalışılan İslam imajı, doğrudan bu düşmanlığın bir ürünü olarak şekillenecektir. Haksız bir şekilde terör ve İslam arasında kurulan bağlantı ve maksatlı olarak her zaman ikisinin birlikte anılması, bu planın parçalarından sadece bir tanesidir.

                İslam ülkelerinde tezgahlanan ve İslam imajını çirkin göstermeye matuf birtakım olaylar, medyaya göre o ülkelerin iç meseleleri değildir. Dünyanın huzurunu koruma gerekçesiyle medya, bu olaylara karışabilir ve süper güçleri karıştırabilir. Buralarda görülen köktendincilik ve fundamantalizm, yaftalı dini hareketler, dünya için bir tehlike oluşturmaktadır. Bütün bu karışıklıkları çıkaranlar ve terör havası estirenler müslümanlar olduğuna göre İslamiyet, modern dünya için bir tehdit oluşturmaktadır.

                Türkiye'de üniversiteye devam eden öğrencilerin bir kısmı inançlarının gereği başlarını örtmektedirler. Başı açık öğrencilere saygılı davrandıkları halde, her nedense başlarını kapatan öğrencilere aynı saygıyı göstermemektedirler. Medyaya göre başörtüsü hemen önlenmesi gereken çağdışı bir davranıştır. Medya, İslamiyet'e doğrudan hücum edemeyeceği ve müslümanları suçlayamayacağı için, bütün bu malzeme ile oluşturulan sevimsiz imajla, İslamiyet'i yıpratmak istemektedir. Halbuki bugün Avrupa başkentlerinde açıktan esrar ve benzeri zehirler satılmakta, parklarda yüzlerce genç alkol komasına girmekte, eroinmanlar kanlı nöbetler geçirmekte, yavaş yavaş bu alışkanlık bütün dünyayı sarmakta, bütün bu olanlar, medyaya göre insanlık için bir tehdit oluşturmamaktadır.

 D- İslamiyet’in Önlenemeyen Yükselişi

                Bütün ilahi dinler, inancı, tefekkürü ve doğurganlığı teşvik ederler. Medyanın topyekün saldırısı ise şamataya, bencilliğe, horlamaya ve aldatılmaya yönelik şehevi bir çığlıktır. Müstehcen resim ve görüntüler, göz ve zihin bulandırıcı reklamlar, seksi mankenler ve defileler, güzellik yarışmaları, dehşet saçan filmler. Bunların hepsi dindarlığı, sadeliği, sevgiyi ve güzel ahlakı bozmaya yöneliktir.

                Çünkü İslami kesimlerden öyle bir felaket, öyle bir köktendinci akım geliyor ki medya, ancak bu programlarla bu tehditi durdurabilir veya dengeyi sağlayabilir.

                Batı medyası ve içimizdeki uzantıları, İslamiyet'i kenara sıkıştırmaya ve yayılma şansını azaltmaya yönelik toplu bir saldırı hazırlığı içindedir. Yüz saatlik bir CNN yayınında islama ancak on dakikalık bir zaman ayırılmakta, onda da müslümanlar ya kitap yakarken veya polis taşlarken gösterilmektedir.

                Batı medyası, kendi tesir alanını genişletirken, bu boşluğa karşı bir alternatif olma kapasitesine sahip olan İslamiyet'i karalamaya çalışmaktadır. Medyanın, İslam'a yönelik planlı saldırılarının ve oluşturmaya çalıştığı terörist İslam imajının altında, İslamiyet'in önlenemeyen yükselişi ve bütün dünyayı cezbedecek manevi gücü yatmaktadır.

                batıda, çözülen bir toplum hayatının olduğu herkesin malumudur. Parçalanan aileler, kilisenin baskısından ve dar kalıplarından bir türlü kurtulamayan dinin hayat, yükses sayıda boşanmalar, uyuşturucu ve alkol kullanımının yaygınlaşması, gayri meşru ve sapık cinsi ilişkiler, insanlar arasında sevgi bağlarının zayıflaması ile batının, maddi medeniyeti çökmektedir. Bu çöküşte medyanın payı büyüktür. Televizyonda seks ve şiddet filmleri, parçalanan insanlar ve bir yığın saçmalıklar genç dimağları doldurmakta ve düşünemez hale getirmektedir.

                Bütün bu saçmalıkları kaldıracak, dünyadaki bu çöküşü durduracak yegane güç, zengin tedavi, çare ve reçeteleriyle ayakta duran İslamiyet'tir.

                İslamiyet'in aile üzerindeki hassasiyeti ve alkol başta olmak üzere kötü alışkanlıklara karşı ısrarlı tutumu, batıda evrensel bir değer olarak yeniden kaydedilmektedir. Bir huzur limanı olarak İslamiyet, bu dejenerasyonun karşısında dimdik ayakta durmakta ve çaresiz insanlara sığınak olmaktadır. Bu yüzden İslamiyet, hiç haketmediği bir imaja konu ediliyor. Şiddet, terör, korku ve kan çağrışımlarıyla birlikte medya konusu yapılıyor.

                Her şeye rağmen İslamiyet'in ilerlediği ve müslümanların sayısının günden güne çoğaldığı görülmektedir. Bugün yeryüzünde müslümanların adedi bir buçuk milyarı çoktan geçmiştir.

                Müslümanların misyonerlik gibi bir propaganda teşkilatları olmadığı halde müslümanlık, kendi gücüyle insanları çekmekte ve hidayete ermelerine vesile teşkil etmektedir.

                Allah-ü Teala nurunu tamamlayacaktır, düşmanları isteseler de, istemeseler de bu gerçekleşecektir.

                İnsan fıtratı ile yüzdeyüz uyumlu, sevgiyi, hoşgörüyü, iyiliği, yardımlaşmayı ve barışı savunan bir din, nasıl olur da şiddet ve nefretle özdeşleştirilerek dünyaya takdim edilir? Takdim edilse bile bu saçmalığa kim inanır?

                Netice itibariyle; Saldırgan, merhametsiz İslam imajını, batı yaratıyor. Medyada buna alet oluyor. Müslümanların haklı tepkilerini, milli öfkelerini, siyasi mücadelelerini böylesine bir imajın malzemesi haline getiriyor.

                Dünyanın değişik yerlerinde zulme uğrayan, haksızlığa maruz kalan müslümanlar ne yapsınlar? Susup, batının yüksek insani değerlerine, medyanın kasıtlı yayınlarına bütün umutlarını yükleyip beklesinler mi? Çifte standartlı olduğunu her icraatıyla belli eden batıya, güvensinler mi? Bu durumda nasıl beklesinler ve nasıl güvensinler?

                Batı medyası, İslamiyet diye; sık sık öfkeli kalabalıkları, açlık ve sefaleti sunuyor.

                Aslında İslamiyet bir denge, bir barış, bir hoşgörü ve bir orta yol dinidir. Eğer medya çağdaş, demokratik ve insan haklarına saygılı bir güç ise, İslamiyet'i dünyaya bu özellik ve güzellikleriyle tanıtması gerekmez mi?

                Medya duymuyor ama biz açıklayalım:

                İslam düşünce ve medeniyeti, kendi temelleri üzerinde yeniden ihtişamla yükseliyor.

                Medya tarafından çarpıtılmış bir imaj, İslam imajı. Bu yanlış imajı düzeltmek zorunda kalacak olan yine batı medyasıdır. Aksi takdirde medya, her alanda inandırıcılığını ve tesir gücünü kaybediyor ve kaybedecektir.

                Çok şükür müslümanlar, bunun böyle olduğunu hakkıyla kavradılar ve layıkıyla anladılar.

                Bunu dünya da anladığı zaman her şey düzelecek.

                Dünyanın bu gerçeği anlamasında müslümanlar yardımcı olmalıdır. Nasıl yardımcı olacaklar? Öncelikle İslam’ı özden yaşamak ve bu yaşayışı bütün dünyaya tanıtmak suretiyle.

                Bu tanıtma işinde tabii ki medyadan olabildiğince faydalanmak gerekir.

                Aslında İslam dünyası kendi medyasını oluşturacak her türlü güce ve şansa sahiptir. Yeter ki İslam dünyası bunu düşünmeye başlasın ve buna ihtiyaç duysun! batı medyasının tesir alanın dışına çıkmaya çalışsın.

                İslam dünyası kendisini temsil edecek ve müslümanların uğradıkları haksızlıkları ortadan kaldıracak mekanizmayı harekete geçirmek zorundadır.

                Bu işi yapmak için her boşa geçirilen gün İslam dünyası için bir kayıptır.

                Daha fazla kayba uğranılmamasını temenni eder, saygılar sunarım!

Halit GÜLER

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı.

 

 

 

 

TELEVİZYON VE KUTSAL

Sadık YALSIZUÇANLAR

Prodüktör - Yazar 

                "Herşeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk'a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk'a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altanda Hakk'a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Nimete bakıldığı zaman Mün'im, sanata bakıldığı zaman Sani, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne ve fikre gelmelidir. Niyet ve nazar, hahiyet-i eşyayı tağyir eder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyyedir."

Bediüzzaman Said Nursi

 

                "Sanatçı olarak bize düşen Yaratıcı'yı taklit çabası içinde olmak değil, bizi O'na ulaştıracak yol üzerindeki engelleri ortadan kaldırmaktır.

Andrei Tarkovsky

 

                "Şu ya da bu şekilde, teknik anlamda sadece ekranlar ve terminaller yok; aynı zamanda iletişim şebekesinin tümünün asıl terminalleri haline gelen radyo dinleyicileri, televizyon izleyicileri olarak bizler de varız. Yani hepimiz bizzat ekranız"

Baudrillard 

 

                Görüntüyü kullanan kitle iletişim araçlarının gerçeklik adına ne varsa yok ettiğini gören Baudrillard, olayın sütunlarda, mikrofonlarda ve ekranlarda cereyan ettiğinin farkında. Ekran düzeyinde üretilen gerçeklik herşeyin sahiciliğini bitiriyor. Gerçeğin, "hiper-gerçek" bir şekilde iletilmesiyle birlikte yok oluvermesi O'nu çileden çıkarıyor. Sadece gösteren ve gösterilen değil anlamlandıran ve anlamlandırma sürecinin de bizzat ekrana dönüşmesi gerçekliğin tümüyle yitirilmesidir. Açıkçası, diyor Baudrillard, iletişim emperyalizmi gibi bir şey bu. Bediüzzaman'ın ise gönderme alanının doğrudan kutsal oluşu dolayısıyla kelimelerinin yüzeyindeki örtü kaldırılıp içyüzüne girildiğinde bambaşka bir olgudan söz ettiğinde kuşku yok. Şeylerin arasındaki iç ilişkiden söz ediyor. Yüzünü Yaratıcı'ya dönmüş birer ikon olarak şeyler... Beylikler dönemi Kur'an yazmalarının derkenar süslemelerindeki gibi. İlhanlı, Sasani ve Bizans etkilerini de taşıyan Selçuklu yarısoyut figürel tasvirlerindeki, Ken Russel'ın Tommy, Tarkovsky'nin Kurban ve Nostalghia Kurosava'nın Düşler filmlerinde, Özkul Eren'in Kanal 7'de yayınlanan Esma zikrindeki gibi... Bu bize yeni bir resim kültürünün, resim-ahlak bağlamının üretebileceği görüntü dilinin yepyeni bir televizyon formatının düşlenmesinde kıvılcım yakabilir.

                Televizyon ve Kutsal derken netameli bir bağlama yol açacak çağrışımlar yaptığımın farkındayım. "Ses ve Resim" demek daha yerinde olabilirdi belki. Başlık ne olursa olsun, İslam maneviyatından üretilebilecek sahih bir televizyon formatına ilişkin son günlerde zihnime üşüşen çağrışımları toparlamak ve bu aracın doğası/uyruğu üzerinde kafa yoranları da zihinsel bir hazırlığa itmek emelindeyim.

                Her öğreti özgül bir sözlük getirmiştir. Zihni alışkanlıkları itibariyle geleneksel televizyon ortamına kodlanmış müslümanlar, bu kazizeyi gözardı ederek işe koyuldular. Öteden beri elitizmle ilişkisi olmamasına rağmen elitist yakınmalara maruz kalan televizyonu, Mc Luhan'ın mecazla metaforu karıştıran iddiası dışında herhangi bir mihengi vurmayı düşünmeyenler, şikayet ve yakınmalarını boşa çıkarırcasına yürürlükteki formata "İslami içeriği" doldurmayı yeğlediler. Bu reçeteci tavrın maneviyatın çoraklaşması dışında herhangi bir açıklaması olabileceğini sanmıyorum. Kendilerini fıkhi ya da ahlaki ilkelerin "kısıtladığı" nı iddia eden yarı sanatçılara aynı ahlaki haliyle çevrili olmasına rağmen dünyanın en güzel şiirlerini yazan Hafız'ı, Molla Cami'yi, Mevlana'yı Karatay medresesinde sergilenen çini süslemeleri hatırlatmayı ise gereksiz addediyorum.

                Sanırım sadece sinema ve televizyon için bir "göre"miz olmayışına bakarak mazur görebiliriz onları. Bu dağınık satırlar gerek sinema gibi teknolojik bir sanatın gerekse bir ibret/hikmet perdesi olarak kurgulanabilecek televizyonun kutsal kaynağımızdan çıkarılabilecek ipuçlarıyla bir "göre" ye kavuşturulup kavuşturulamayacağı sorusuna cevap arıyor. Sinema gibi televizyonun da kendisine İslam maneviyatında fenomenolojik dayanaklar bulabilir mi? Bu tartışmalı soruyu sormamız gerekiyor. Rüya Sineması adıyla kitaplaşan yazılarımda sinema-rüya bağlamını deşmeye ve bu iki olgu arasındaki metafizik ilgileri tartışmaya çalışmıştım. Zaman Gazetesindeki İletişim Yazıları'nda da televizyon-kutsallık bağlamını çözümlemeye çalışıyorum. Bunun fikri spekülasyondan öteye geçemeyeceğini söyleyenlere katılmıyor değilim. Lakin Özkul Eren'in Kanal 7'de geçen Ramazan'da yayınlanan Esma-ül Hüsna zikrini seyredince umudum pekişti. Geçenlerde seyrettiğim Nostalghia bu umudu daha da güçlendirdi. Bediüzzaman'ın "kemiyetin keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yoktur" yargısına sımsıkı sarılmış olan zihnim bu izi sürmenin ve İslam maneviyatından yeşerebilecek bir görsel formatın ipuçları aramanın gereğini gösterdi.

                İslam maneviyatının görsel tezahürleri üzerinde düşünürken sorunun bozundurulmuş da olsa görüntüyü kullanan bir araç olarak televizyona taalluk eden boyutlarını düşünmeden geçemiyorum. Televizyon İslam maneviyatına yabancı bir toplumsal kültürde ortaya çıkmıştır. Hat, minyatür, tezhip ve ebru gibi illüstrasyonlar ve şiir gibi kaim bir dil ne ölçüde kutsal geleneğimizden neşet etmişse, sinema ve televizyon da o ölçüde kutsal içeriğe yabancı bir dünyada filizlenmiştir. Sinemayla televizyonu birlikte zikretmem ayniyet içerdiklerinden değil. Televizyon sadece odaksız oluşundan değil enformasyon denilen entipüften bir içerik aktardığından ve metafizik konular da dahil ele aldığı her sorunu gerçeklikten soyması ve eğlenceli bir malzemeye dönüştürmesi, günlük yaşamımızdaki işlevleri bakımından sinemadan oldukça farklı bir dile sahip.

                Sormamız gereken şu aslında: Yürürlükteki televizyon diliyle İslam’ın içerdiği perspektifleri ne ölçüde kullanabiliriz? Buna bağlı olarak şu soruları üretmemiz de mümkün: Referansı kutsal olmayan bir araçla kutsal içeriği nasıl aktarabileceğiz? Kendi geleneğimizden neşet edecek bir televizyon ortamı hangi ahlaki/yayın ilkelerini önceler? Nasıl bir formata sahiptir?

                Sanırım sorunun odağında bu sorular da yer alıyor. Gayriahlaki bir ortamda İslami alanda kalarak siyaset üretmenin içerdiği sorunları bu alana da taşıyabiliriz. Dini felsefi içeriğinden boşaltılarak yürürlükteki politik kuralların netameli çerçevesine sığıştırmak nasıl bir vehamet içeriyorsa sinema, televizyon, radyo ve gazete gibi modern iletim aygıtlarıyla "İslami yayıncılık" yapmaya kalkışmak da benzer bir çözümsüzlük içeriyor. Sorunun yumuşak karnını gözardı ederek sağlıklı bir yere varılabileceğine ihtimal vermiyorum. Televizyonu bir eğlence aracı olarak kullanan seyirciye aracın doğasını yeniden kurgulamayı ve kodlamayı hedeflemeyen kolaycı yaklaşımların fenalık ettiğini düşünüyorum. Suçlayıcı ve sorunu çözümsüzlüğe itici tutumumdan kendim de rahatsızım. Fakat şunu bir kez daha ifade etmek durumundayım: Mevcut televizyon dilini esas alarak insanları "malumat" düzeyini aşmayan İslami heyecan ve malzemeyle meşgul edenlerin tutumu İslam maneviyatında kendisine bir karşılık bulamaz. İslami araçlar vahyin iç özelliklerini yansıtır. Hüseyin Nasr'ın ifadesiyle, "İslamda iç hayatı anlamak, İlahi güzelliğin hem sanat hem de tabiat üzerindeki etkisine değinilmediği zaman eksik kalır. İslami sanat teşkil dünyasıyla uğraşsa bile tüm özgün kutsal sanatlar gibi iç yaşama açılan bir kapıdır. Güzellik iyiliğin iç boyutudur ve bizi ona içkin halde bulunan gerçekliğe götürür. Aşkın boyuttan yoksun bir uygarlığın ürettiği araçla İslami içeriği aktarabilmek için öncelikle bir zihinsel putkıranlığa girişmek ve bu iletişim ortamını yeniden tanımlamak zorundayız. İslam sanatı hem biçim hem ruh olarak "İlahi Kelime"yle yakından ilgilidir diyen Nasr'ın belirlemesinden hareket edersek sorunun bir boyutunu açabiliriz. İlahi Kelime, Hıristiyanlıktaki gibi bir insanın ikonolojisiyle değil doğrudan söz olarak vahyedilmiştir bu nedenle kutsal sanat kendisi logos olan bir insanın ikonoğrafisiyle değil Kutsal Kitab'ın harf ve seslerinin tezahürüyle ilgilenir. Televizyonun kullandığı görüntü böylesi bir sakıncayla karşı karşıya.

                Doğu ve batıdaki resim kültürünün ilkelerini gözönüne almadan görsel formlara ilişkin tutarlı bir yaklaşım sağlamak kolay olmasa gerek. İbn Abbas'ın bir ressama, "ağaçların ve ruhu olmayan şeylerin resmini yapmayı öğütlediğini" hatırlayınız. İzzetbegoviç'in yorumuyla, İslam sanatı insanı değil insan bedeninin tasvirini yasaklıyor. Begoviç, İslam sanatının surete karşı tavrını estetik bir ilkenin teyidi olarak görüyor. Kutsal sanat dini alanda bütün antropomorfik imajları dışlıyor ve insana tümüyle kendisi olma yolunda yardım ediyor. Begoviç şöyle diyor: İslam sanatı bütünüyle insanın kendi esas kıymetini anlamasına yardım edecek bir ortam oluşturmayı amaçlıyor. Bu yüzden son derece nisbi, geçici nitelikte de olsa put olabilecek herşeyi reddediyor. Allah'ın görünmeyen "huzur"uyla insan arasında hiçbirşey bulunmayacaktır. Suretlerden mahrum bir görsel sanat soyutlamalarla dolu bir duygu kabıdır. Müslüman için dindışı dünya diye birşey yoktur. Hiçbirşey Allah'ın iradesi dışına çıkamaz ve hiçbir ortam dindışı değildir. Müslüman açısından dünyevi sanat aynı zamanda kutsaldır. İslam sanatının olağanüstülüğü, tevazu ve dünyeviliği kutsallıkla meczetmesi ve Allah'ın mahluku olmasından kaynaklanan bir kıymete sahip olmasıdır. Onunla yeni tanışan biri için İslam’ın kutsal sanatı bir duygusal oyun ve coşku olarak görülürse de o aynı zamanda derin bir fizikötesi hakikati sembolize eder. Onun masum duygusallığı yüce bir maneviliği çağırmaktadır. Onun hedonizmi bütün zevklerin kıymetsizliğini göstermektedir. Onun tevazuu Allah'ın yarattıklarının güzelliklerine söylenmiş gizli bir övgüdür. Ve onun ölçülü geometrisi, simetrisi düzeni ve uyumu bir hakikati anlatmaktadır ki o bu evrene ait değildir. İslami gelenekte insan salt bir et ve enerji yığını olarak değil, bir homo intellectus olarak alınmaktadır. İslam sanatı insan bedeninin insanın tek sembolü olduğunu reddederken soyut tasviri, lisanı (hat-kaligrafi) ve geometrisiyle insanın nihai sembolünü ifadelendirmektedir. Begoviç'in yorumunda berraklaşan boyutuyla soyut/sembolik dil, görsel formların tümüne şamil bir ilkeden, (tevhid/birlik) neşet etmektedir. İnsanın bedeninden çok ruhunu ifadelendirmeyi teşvik eden İslam sanatı özellikle minyatürde görüldüğü üzere deformasyon, stilizasyon ve soyutlamayı esas alır.

                İslam sanatının grafik özerklik alanına televizyonu da taşıyabiliriz. Sinemada Tarkovsky'nin fazla görüntü kullanmasının nedenini hatırlayalım. İnsanları televizyonla birlikte görüntünün çoğaldığı ve meşrulaştırdığına inandıran bir sahtekar (McLuhan) ortaya çıktığını söyleyen Godard da Tarkovsky gibi televizyonun sahte gerçeklik üretmesini çok sayıda resim kullanmayla ilişkilendiriyordu. Kurban yönetmeni bunun tümüyle karşısına çıkıyor ve görüntünün uzun süre perdede tutulması gereğine işaret ediyordu. Böylece doğallık sağlanacak, gerçek manipüle edilmeyecekti. Filmlerinde doğal zamana koşut bir filimsel zaman oluşturan Tarkovsky'nin bu tutumu İslam maneviyatının televizyon ortamında dışlaştırmayı amaçlayanlara bir ipucu verebilir sanıyorum. Grafik özerkliğe dönersek... Kur'an, "ve in min şey in illa yüsebbihu bi hamdihi" (Hiçbirşey yoktur ki Allah'ı tesbih etmesin ve O'na hamdetmesin)'nin anlam dünyasını hayatımızın tüm alanlarına yaymamızı buyurur. Bu yüzden dindışı bir alan yoktur. Doğrudan dini olmayan her eylemimiz bu bilinçle kutsal bir anlam kazanır. Kullandığımız herşey bir ikondur. Biz de ikonik bir varoluşsal duruşa sahibiz. Kendimize bakan bir, Yaratıcımıza dönük sayısız yüzümüz var. Buradan ikonik/idolatrik ayrımına gönderme yapabilir ve televizyonda resmin ikonik bir işlev içerisinde kullanılması gereğine işaret edebiliriz. İnsanın tapınma eğilimi gösterdiği her nesne puttur. Onun tasviri yasaklanmıştır. Resim burada etik bir dile sahiptir. Ünsal Oskay'ın ilginç belirlemesini hatırlatmakta yarar görüyorum: Televizyonun gerçekliği bilişsel olarak kavranmakta en umutsuz iletişim aracı olduğunu söylemekle kalmıyor, şimdiye dek rastladığım en dişe dokunur yargıyı, ikonolojiye ilişkin bir göndermeyle pekiştiriyor: İzleyici için ancak etik içinde kalındıkça açımlanabilen bir kodlamaya dayanan ikonolojik bir iletişim aracı. Ancak ahlaki ölçüler içinde kalındıkça açımlanabilen bu aracın doğasının, resim kültürümüz açısından ciddi bir sorun ürettiğinde kuşku yok. Sadece tüketim ilkesinin baskısı altında oluşu, odaksız ve popülist oluşu, çalışanlarını niteliksiz şartlarda üretmeye zorlayışı, sadece kişiselliğe ve hikmete uzak oluşu değil, kullandığı ve seçtiği malzemenin kaliteleri bakımından da çözümsüzlük içeren bir dile sahip televizyon. İnsanların düşünmeye değil eğlenmeye eğilimli kuvvetlerini kullanıyor. Bu bakımdan görüntüleme mantığı açısından etik içinde kalınarak açımlanabiliyor. Bu yüzden "gerçek anlamda tefekkürü olmayan" toplumlar için tehlikeli olabiliyor. Bizi irfana ve hikmete ulaştırmak şöyle dursun, muhayyilemizi dumura uğratıyor, duygularımızı törpülüyor ve donduruyor. Televizyonun etkileri birkaç satırla anlatılamayacak denli karmaşık, biliyorum. Bizim gibi otokolonizatör ülkelerde her yeniliğin kötü bir kopyası yapıldığından ve bunun en vahim örneklerini televizyonlarda gözlediğimizden her an değişiveren bir iletişim ortamında neyin hangi ilkeyle ilintili olduğunu kavramak da güç. Fakat şunu iyi biliyorum: Canlı resmi olan yere melek girmiyor. İkon değil idol olarak kurgulanmış her tasvir bizi ruhun genişliğinden nefsin kasavetine çekiyor. Meleği kaçırtan figürel tasvirin ya olumsuz veya zırvalarla dolu bir içerik uğruna sürekli kullanıldığı bir ortam televizyon. Ahlaki alanda televizyonculuk yapmaya kalkışanların bu çekinceyi yedeklerine almaya çağırıyorum. Kuşkusuz objektif baktığı her şeyi kodluyor. Evrensel bir kodlama yeteneğine sahip. Nasıl olduğundan çok nasıl olması gerektiğini tesbit eden bir objektif. Nesnel olmayan, olamayan... Üstelik görüntülemeyle bitmiyor herşey. Televizyonun bir boyutunu ele veren kurgu işlemi devreye giriyor. Televizyonun kurgusal drama üreten dili montaj masasında kıvamını buluyor. Müzik, efekt ve seslendirmeyle artık tüketilmeğe hazır spekülatif bir gerçeklik. On dakikada bir bas bas bağıran fragmanlarla, kerameti kendinden menkul anonslarla  "hiper gerçek"i tüketime sunabilirsiniz...

                Karşısında doyumsuz bir edilgenlikten sıyrılmamızda nasıl televizyonun dramatik kalıplarını kırmak ve onu Karagöz gibi göstermeci bir ibret/hikmet perdesi haline getirmek önkoşulsa, odaksızlığa karşı çıkacak her yolu denemek de zorunlu gözüküyor. Televizyon doğası gereği bir konuya odaklanamıyor. Bir süre oluşturduğunuz duyarlığı reklam arasıyla dağıtabiliyorsunuz. "Dini" programın akabinde dansöz görüntüsüyle başlayan bir müzik programı yayına girebiliyor. Bunun illüzyonu kırmak bakımından önemli bir işleve sahip olduğunu düşünebiliriz. Fakat ilüzyonla birlikte iletilmeğe çalıştığı muhtevayı da berheva edebiliyor. Suya yazı yazmak, kumdan kaleler kurmak gibi birşey. Bu ezeli sorunu aşmak imkansız görünmekle birlikte bizi en azından konu odaklı bir televizyon rüyası görmekten alıkoyamıyor. Eğer bireysel bir tutum alışla televizyonu tümüyle yürürlükten kaldırmamız -Pasolini'nin çözüm önerisi böyle- mümkün olmayacaksa  -ki mümkün değil- ne onunla ne de onsuz olabildiğimiz bu ucubeyi mistik bir ilhamla dönüştürmek, İslam'a özgü bir ortam, bir dil üretmek için öncelikle odaklı bir televizyon formatı üzerinde kafa yormamız gerekiyor. Soyut gerçeklikleri aktarmanın bir yolunu bulabiliriz. -Tarkovsky, Kurosava, Bergman gibi yönetmenler sinemada bunu başardılar.- Gerçekliğin bozundurulmadan aktarılmasına elverir bir iletim dili bulabiliriz. Dramatik öğelerden yalıtabiliriz. Lakin odaklı bir hale getirmek sanıldığı gibi kolay değil. İşe tür sınırlamasıyla başlayabiliriz sanırım. Türdeş programcılık, televizyonun odaksız diline karşı sağlıklı itiraz olabilir. Televizyonda felsefi sorunların aktarılamayacağını savlayan iletişimbilimcilere katılmakla birlikte, derdimizin bundan ibaret olmadığı ihtirazi kaydını da düşünürsek, "hikemi bir içeriğin" aktarılmasına müsait bir televizyon dilinin kutsal geleneğimizden istihrac edilebileceği umudunu taşıyorum. Herşeyin tüketim nesnesine dönüştürüldüğü günümüz iletişim ortamında, kainatı binlerce birlik perdesiyle bir gül gibi sarmalamış olan Yaratıcı'nın kader kalemiyle çizdiği o sonsuz imgeye gözümüzü dikelim. "Varlığın yüreğine sessizce, derinlemesine inelim, simgelere eğilelim." Dünyayı değiştirmenin yolunun nefsini değiştirmekten geçtiğini unutmayalım. Bu kesret dünyasında birlik sahiline taşınalım. Bir dış ahenk yaratabilmemiz için içimize, içimizdeki tevhid kıyısına yanaşmamız gerektiğini aklımızdan bir an olsun çıkarmayalım. Herşeyin o asli noktaya, o odağa bağlı olduğunu unutmayalım. Claudel'in ifadeleriyle söylersek, varlık bir mecazdır, bir mektuptur, Yaratıcı'nın tekvini kelamıdır. Varlığın yüreğinde Allah'ı birleyen ritim vurmaktadır. Dünya bize kendi yokluğunu, ama bir başkasının tam deyimi ile Yaratıcı'sının varlığını alçakgönüllülükle, coşkuyla anlatan bir metindir. Her zerre bir ikondur, O'na yönelmiştir. Kendini işaret eden bir boyutu varsa O'na dönük sayısız niteliği vardır. Bu mecazi hayatta tarfetülaynda gelir, şimşek gibi çakar, bir iz bırakır ve gider. Yaktığı ışıkta okunan mektup, Allah'ın güzel isimleridir. Varlık bir imandır, bir harftir. Ötekiyle birleşerek hem kendi varoluş anlamını hem de İsm'in sonsuz imkanlarını ifşa eder. O yalnızca bir metin değildir, yazardır aynı zamanda. Ölü bir harf değil canlı bir düşüncedir. Bir safsata değil, bize herşeyin önceden vazedildiği bir kelamdır. Positinos et Propositions I'de Claudel, "Kainat bir kitaptır" der. Kendi bilinmezlikleri içinde onu ancak bir aynadaymışçasına görebiliriz. Dünya koca bir kitaptır. Kendi içinden ve dışından yazılmış koca bir kitap. Ve yine biliyoruz ki, görülebilir şeyler bize, görülmezlerle ilgili bilgi aktarmak üzere yaratılmıştır. Onları yalnızca görmek için değil, inceleyebilmek, onlardan birşeyler öğrenebilmek için özen göstermek zorundayız. Baudrillard'ı şaşkına çeviren karmaşa, kendisine Yaratıcı'nın bağışladığı mecazdan habersiz nasıl çözülebilir? Medyanın batıni şifresi varlığın yüreğindeki ritme katılmadan nasıl açımlanabilir? Bir panik çemberinden söz ediliyor. Araç mesaja dönüşüyor ve üretilen sahte gerçeklikler yalancı bir imge halinde insana geri dönüyor. Kesretten geliyor, insanı yeniden kesretin boğucu dalgalarına fırlatıyor. Varlıktaki İsm'i okuyamıyor. Denizin yüzeyindeki yanıp yanıp sönen kabarcıklara bakıp hepsinde bir güneş gizlendiğini sanıyor. Gözünü göğe çevirip Sonsuz Güneş'i göremiyor. Her kabarcığın, gözünü O'na raptettiğinden habersiz. Celal ve Cemal isimlerinin sonsuz çevrimlerinden bağımsız bir medya ortam oluşturma şansı yok müslümanların. Garaudy'nin belirlemesini hatırlıyorum: İkon, yani Allah'a işaret eden bir nesne, bir heykel, taş, resim ile O'na ulaşmamıza engel olan, hatta onun yerini alan idol'ü karıştırmamak gerekir. Çağdaş İslam sanatı arabeskin hareket yönünü  -burada arabeski bir nesnenin çevre çizgisi degil de, bir hareketin deveranı olduğunu düşünelim- sadık kalabilir. Herşeyin Allah'a doğru giden hareket üzerinde odaklaşan camilerin dışında, Allah'ın varlığına götürecek nesnelerin dinamik bir şekilde taklid edilmemesi için sebep yoktur. Bugün üslupta idolatri (putperestlik) değil de, ikonik (mecazi) diye adlandırabileceğimiz bir hareketin yani bizi nesneden Tanrıya doğru götüren bir hareket olan çizginin dinamik düşüncesini ihtiva edecek bir işaret teorisi üzerinde bir modern resim üretebileceğine inanıyorum. Kutsal sanat mecazidir. Çünkü herşey mecazidir. Her varlık bir mecazdır. Nedir mecaz? İster benzetme ister ilgi olarak bir sözcüğün gerçek anlamında kullanılması, bir başka anlama işaret edici olması. Bu bakımdan insan da bir elçidir. Haber elçisi. Resulullah'tan sonra vahiy bitmiştir fakat haber rüyayla devam etmektedir. Sahih rüya. Rüya Sineması'na beni ulaştıran düşünce buradan uç vermişti. Odaklı bir televizyon hülyasına da buradan kalkarak varıyorum. Odaklı, herkesin hukukunu gözeten, sahih bir televizyon ortamına. Hakikat'ten neşet edecek bir televizyon da bir elçi olacaktır. Bizi güzelliğe, iyiliğe ve ona içkin olan Hakikat'e götürecektir. Bu üç katman içkin haldedir. Nasr bunu çözümlerken hüsnün ihsandan, ihsanınsa hakikatten neşet ettiğini belirtir. Tüm iyilik ve güzellikler O'ndan, O'nun binbir İsm'inden gelir. Burçlarımıza Esmaülhüsna, birbirini çevreleyen haleler şeklinde doğar. Bediüzzaman, "iman, bir hüsn-ü mücerred ve münezzehtir" der. Güzellik derken hüsn-ü mücerred'i kastediyorum. Varlığın özündeki güzelliği. Esmaülhüsnanın varlık katlarındaki tecellileriyle çiçeklenen güzelliği. Allah vacibülvücuttur. O'nun varolmasıyla kainat vücut bulmuştur. O'nun güzel isimleriyle sever ve acı çekeriz. O'nun Latif ve Kerim isimleriyle. Dünyanın yüklendiği işlev budur. Bu yüzden sonsuz simgelerle kuşatılmışız. Bilincimizde, bilinçaltımızda ve bilinçdışımızda simgeler kaynamasının gizi de buradadır. Her varlığın bir simgesi vardır. Bu sadece tabiatta saf halde bulunan güzellik değil, aynı zamanda her an başkalaşan kalbimizde, kalb-i selimimizde bir gülün kat kat çevrilmesi gibi sayısız güzelliği içindir. İnsandaki gizemin kaynağı da odur. İnsanların gizemli olduğunu farkedince yüreğimizden dilimize dökülen sözcükler, şiir, mesel, öykü, sinema, müzik, resim şeklini giyer. Televizyonu da bu bağlama taşıyabiliriz. Asli gerçeğimize işaret edici kelimelere ulaşmadan kutsalla bağı olan bir televizyon ortamına ulaşamayız. Vıele Griffin bu yüzden günün ve gecenin saatleriyle içiçe giren, durmaksızın yenilenen, dalga ve ateş gibi bitip tükenmez ve değişken olan, sonsuz bir lirizmle zenginleşen güçlü bir toprak gibi verimli, gizem gibi derin ve tadına doyulmaz, çevik ve kılıktan kılığa giren bir tutkudan söz eder. Sonsuz davranışlardan oluşan bir devinim tutkusu. Sevinçli ya da üzüntülü, sayısız başkalaşımların güzellik kazandırdığı hayat tutkusunun ta kendisi. Bu isimlerin titreşimidir. İnsan bir fanustur ve yüreğinde yanan inanç ışığuyla yüzeyindeki İlahi isimler okunabilir. Baudrillard'ın "bizler de ekranız" ifadesinin negatif kopyasından söz etmiyorum. O'nun gözlerini kamaştıran kaosun Birlik ilkesine rücu edilerek düzenlenebileceğine inandığımı belirtmek istiyorum. Gerçekte baştanberi birer ekrandık biz. Postmodern dönemde gerçeğin tüketildiği, manipüle edildiği, bozundurulduğu, sinema filminde oyuncunun yaşadığı ruh göçüne benzer ruhsal deprem yaşayan seyircinin gerçek adına ne varsa zihninde alabora edildiğini kaotik bir ortamın elinden tutulup kaldırılması gereğine işaret ediyorum. Bu bakımdan esma merkezli bir kainat anlayışının sahih bir iletişim kavrayışına imkan verebileceğini düşünüyorum. Bir fanus gibi insanın yüreğini ışıtan inancın medya sorunlarıyla alude zihinlere duruluk, berraklık ve saydamlık getireceğini sanıyorum. Küfr'ün örtmek anlamını düşününce ve insanın yüzeyindeki İsimlerin bu örtüyle karardığını gözönüne alınca televizyonun ikonik bir dile sahip olması halinde bizi ne türden sürprizlerin beklediğini tahayyül edebiliyorum. İnsanı nihil'in karanlığına atan çağdaş medya, "hiçbirşey yoktur ki Onu tesbih etmesin" Hakikatiyle yeniden kurgulanmalıdır. Herşey O'na dönük bir ima, bir nişan bir işarettir. Herşeyin işari bir anlam taşıdığını düşünmek, varlığın gerçeğini, evrenin varoluş gerçeğini Allah'ın İsimlerine uzatır. Velilerin, "hakiki hakaik-i eşya Esma-yı İlahiyyedir, eşyanın mahiyeti o hakikatlerin gölgeleridir" deyişi bundandır. Ruhun ve evrenin tüm çizgileri, tüm girinti ve çıkıntıları, tüm uyum ve güven dolu imgeleri Hikmet pergeliyle çiziliyor. Kainat resmi İhsan ve İnayet'ten geliyor. Herşeyin gerisinde bir Hüsün ve Ziynet kasdı var. Tabiatı sahih bir alan olarak kendisine kılavuz edinen ilkçağ sanatçısı gerçek bir dünyaya gönderme yapıyordu. Kutsal referanslarını tümüyle yitiren postmodern mediumlar kaos üretiyor. Sahih bir gönderme alanına sahipken, her tür mediumda imge gerçeklik olarak yer alıyordu. Sun ve İnayet kainatın katlarındaki güzelliği, gülümseyen çehre olarak resmediyordu. İhsan anlamına Lütuf ve Kerem anlamı katıyordu. Bu şimdi de aynen cereyan ediyor. Bu deverandan ayrılan biziz. Kendisini tanıtmak ve sevdirmek Merhamet ve Nimet iradesinden süzülür. Acımak ve şefkat etmek... Bu katmanda Cemal ve Kemal sıfatlarına ulaşıyoruz. Güzellik ve Aşk'ı doğuran bu sıfatlardır. Bunlar hem Aşk hem de Hüsündüler. Hüsün ve Aşkın birleşmesi bu sırdandır. Cemal, kendini sever ve göstermek ister. Kendisi mecaz olan her varlık Latif ve Kerim isimlerini zikreder. Ve gize bir ayna olur. Latif ve Kerim isimlerinin arkasında Vehud ve Maruf isimleri okunur. Binlerce birlik perdesine sarılı, sonsuz bir çevrim içinde Münim ve Rahim isimlerine ulaşırız. Oradan Hannan ve Rahman isimlerine kavuşur. Ve Cemil'in hem sevgi hem de güzellik anlamına taşınırız. Alim, Hakim, Mukaddir ve Musavvir... varlık katları birbiri içinde sarılı perdelerdir ve her perdede Esmaülhüsnanın birisi tecelli etmektedir. Bu kainat tasavvuru sanatçının tıpkı Musa'nın (as) sığındığı dağ gibi kendisine gerçek ve emin bir sığınak düşüncesi sunuyor. Zamansallığı aşmak, herşeyin ve herkesin üstünde ışıklara bürünmek ve ışıl ışıl zihinlerde gezinmek. Evrenin görünürlüğünün ötesinde fenomenlerin içyüzüne süzülmek. Varlığın yüreğine sızmak. Tüm bu imgeleri çöze çöze varoluşun anlamını buluyoruz.

                Medyanın birincil kodlarını da ikincil kodlarını da bu kavrayıştan, bu sözlükten ve bu duyarlıktan hareket ederek oluşturamadıkça, sütun, mikrofon  ve ekranı bu tasavvurun verili ortam içinde kalarak atılımcı bir rüzgar estirebileceğimize inanmıyorum. Bediüzzaman'ın, Süleyman (as) peygamberin, Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya dek yanına getirtme mucizesiyle ilgili yorumuna "dinin aklileştirilmesi" deyip geçmekle sorun çözülmüyor. Sorunun çözümsüz bir doğaya sahip olduğunu papağan gibi tekrarlamak da bir anlam ifade etmiyor. İslami sembolleri yeniden üretirken Bediüzzaman'ın tıpkı Moğol ve Anadolu Müslümanlarına Ahmed Yesevilerin yaptığı gibi dini ve dindışı sözlüğü bir arada kullanması amaçsız değildi. Geleneğin yırtılmasıyla ortaya çıkan sorunları aşarken Bediüzzaman bir köprü ödevi görmüş ve İslam’ın özgül sembolizmini yeniden üretirken modern zamanlarda ortaya çıkan sembolleri de kullanmıştı. Geleneksel kodları yeni kuşaklara iletirken müteradif sembollerin biraraya geldiği bir sözlük üretmişti. Üstad'ın radyo, televizyon ve sinema gibi teknolojik burjuva uygarlığının ürettiği araçlara yaklaşımı NİYET ve NAZAR kavramlarında ifadesini bulan bir ötegerçek kavrayışından besleniyor. İnsan insanın Kurjujur'un karanlık dehlizlerinde anlam yitirmektense, varlık bir mecaz, bir ikondur, herşeyin gerçek yüzü Yaratıcı'sına dönüktür'ün zenginliğine dalıyor. O'nun namı ve hesabına eşyayı kullanmanın halife-i ruy-i zeminlik anlamına geldiğini söylüyor. Gaflet nazarı... Emirdağ Çiçeği'nde, Hüve Nüktesi'nde gerçeklik kavrayışında herşeyi özerk akıl ekseninde kurgulamak hülyalarıyla kıvranan, gele gele anlamsızlığa vurguda karar kılan postmodern sanatçıya, kainatın samedani bir kitap olduğunu hatırlatıyor. Öyle bir kitap ki, harfleri, sözcükleri, işaretleri hep O'nu anlatmak üzere biraraya geliyor. Kendi başına bir anlam ifade etmeyen, biraraya geldiğinde mana kazanan harf gibi. Varlığın ikonik niteliğini deşifre ediyor. Yeryüzünü bir vahşet ve hüzünevi değil, Rabbani bir ülke biçiminde tasvir ediyor. Tam burada sinema perdesi açılıyor: Firak ve zevalde yuvarlanan varlığın yüreğine sızıyor. Hüve Nüktesi'nde ise. "ses ve görüntü ileten hava, İlahi İradenin bir arşı" olarak tanımlanıyor. Rüzgarın her bir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan Hüve lafzındaki havada küçücük mikyasta bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralleri, ahize ve taşıyıcıları bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin. Veyahut Hüve'deki havanın herbir parçasının herbir zerresi bütün telefoncular, telgrafçılar, radyocular kadar manevi şahsiyet ve kabiliyetleri bulunsun. Ve onların dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin. İşte bu fikri seyahatimde hava alemini temaşa ve o unsurun sayfalarını mütalaa ederken bu mücmel hakikati aynelyakin gördüm.

                Televizyonun en somut sonucunun zihnimize soyutlamalar sokması değil, kalbimize bazı sahte mitler, mitik kişilikler ve sahte gerçeklikler yerleştirmesi olduğunu biliyoruz. İnsanları nasıl eğlendirerek gelir sağlayacaklarının derdindeki televizyonlar, bugün trajik durum üretmekte şeytani birer tuzağa dönüşmüştür. Televizyon bu nitelikleriyle şiddet davet ediyor, onu besliyor ve ondan besleniyor. "Kan dökücü" insanın bir boyutu ekrandan yansıyor. Haber de dramatik bir kurguyla sunuluyor. Cinayetler, kazalar, intiharlar, dramatik gerilime elverir herşey televizyona konu ediliyor. Çeçen savaşçılarının vapur kaçırma eyleminde bunu bir kez daha gözlemiştik. Medya Dünyası'nda belirtildiği gibi televizyon her olayı yassılaştırarak sunuyor. Hayale dayalı yapımların çoğalması şaşırtıcı değil. Seyircinin zaaflarına sesleniyor, onu kullanıyor ve boşluğu derinleştiriyor. Boşluk burada hep olumsuz nitelikleriyle tanımlanıyor. Nihil'in olumsuz içerikle tanımlanması sonucu televizyonlar "aylık saat" oluşturmakla kalmıyor bunu raiting çılgınlığıyla takas etmek için akla gelmedik yollara başvuruyor. Peki televizyon neyin yerini alıyor? Televizyon birşeyin yerini almıyor bence. Kendine hayatımızda vazgeçilmezmiş görünen bir yer oluşturmağa çalışıyor. Maneviyatı fakirleşmiş bir topluma seslenirken fazla yorulmuyor. Burada bazı kanallardaki kimi lokal yayınları bağlamdışı tuttuğumuzu belirtmeliyim. Lakin onların da geleneksel televizyon kalıplarından tümüyle soyutlanamayacaklarını aksine başarılı olmanın yolunun buradan geçtiğine inandıklarını da belirtmek durumundayım. Gerçi Kanal 7'deki Esmaülhüsna zikrinin, Şarkılar Seni Söyler'in, Nabi Avcı'nın hazırlayıp sunduğu 360 derecenin geleneksel televizyon formatına aykırı bir dil üretmeye çalıştığında kuşku yok. Fakat bu lokal başarıyı protipin tümüne yaymak ne ölçüde vaki olabilir, tartışmalı bir husus. Esma zikrinin bu yapımlar arasında televizyon-kutsallık bağlamı açısından önemli olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Ramazan ayında yayımlanan bu nefis filmin bence en önemli niteliği İslam maneviyatına özgü bir resim kültürüne yaslanmasıydı. Orada eylem-düşünce bütünlüğü gerçekleşiyordu. Ne "şimdi" ve "bugün" yansıtılmak ne de somut gerçekliklere ayna tutulmak isteniyordu. Bir akıma kapılmış gibi seyrediyorduk. Gözlerimize ekrandan, ekrandaki İlahi isimlerden yani "yazı" ve "ses" ten ışık düşüyordu. en-Nur/el-Kelime ilişkisini açımlarken Nasr'ın İslam’ın ses ve harf olarak vahyedilmiş olduğuna vurgu koyuyordu. Kanal 7'nin yayımladığı Esma zikrinde bu gerçek yansıyordu. Görüntüyü duyguymuş gibi algılıyordum seyrederken. Gözlerimi ekrana çekiyor, bir zikir mahalline dönüşen beyaz camın zerreleriyle birlikte İlahi İsimleri okuyorum. İsimleri yüreğime vuran ışıkla okuyorum. Gece bir denizin sessizliğinden gibi geliyor... es-Sabır, er-Rahman, er-Rahim... Fonda zikir efektleri. Nesnelerin gölgesi. Dünyanın gerçek görüntüsü. Bir sevgi ve şefkat dünyası. Parçaları koptukça bütünleniyor. Denizin yüzeyindeki ışıklar gibi yanıp sönüyor. Güneş'in sesleri. Manevi hayatımızın en değerli desteği. İşte diyorum, kendisi logos olan insanın ikonoğrafisi değil, bize vahyedilen İlahi kelimenin görüntüsü. Televizyon ortamında ancak böylesi bir ibadet rüzgarı estirilebilir. İslam maneviyatının buharlaştığı hem aracı hem seyirciyi hem mesajı belirlediği bir yapım. Burada dramatik ve trajik hiçbir parazit yok. Ne kurgusal gerçeklik ne lüks bir kategori... Görüntü başka birşeyin resmiymiş gibi değil. Görüntü burada gerçek gizlerini kuşanıyor. Zaman kristalize oluyor. Bast ve tayy'a benzer bir halle seyirci zikre başlıyor. Allah'ın isimlerini zikrediyor beyazcamın parçacıkları. İftara yakın bir anın en merhametli en feyizli anında ekrandan yansıyan görsel kelime bize yepyeni bir ikonolojinin belirtilerini ilham ediyor. Nicedir toplumsal kirlerin aktığı ekrandan Esma'nın feyzi akıyor.

                Popüler olanın nitelikli, nitelikli olanın popüler olamayacağı aşikar. Sinema popüler sanatlardan biriydi. Köklü bir sinema geleneğine sahip ülkelerde televizyonu besleyen önemli bir kaynak aynı zamanda. Bu sebepten olsa gerek teleroman denilen ve özellikle Latin Amerika kökenli bir drama oluştu. Televizyonun doğasını ve uyruğunu ele veren yapımların çoğu bu sabunköpüğü dramatik filmlerin söylemine yatkın. Haber yapımlarında da benzer bir ifade kendisini gösterdi. Kanal D'nin abartılı bir biçimde kullandığı kurgusal dramatik kalıp Gerçek'in bir türlü haberleşemediği iletişim ortamını Baudrillard'ı doğrularcasına iyice dönüştürdü. Yaygın olarak "malumat" biraz zorlanırsa "bilgi" aktarabilen doğası gereği "hikmet" in aktarımına elvermeyen televizyon hayatın kendisi değil kuşkusuz. onun kitlesel modernleşmeye olan katkısını da düşününce hem tüketim hem de genel seyirciye seslenme ilkesi bakımından yeniden üretilmesi gerektiğini savunuyorum. Nefislere değil ruhlara seslenen bir televizyon yayıncılığı... Herkesin hukukunu gözetecek ahlaki bir iletişim ortamı. Bunu söylerken aslında bireyin topluma değil toplumun bireye ihtiyacı olduğunu söylemiş oluyorum. Televizyonu bir hülya makinesi olmaktan çıkarabilmemiz için bu gerekli kanaatindeyim. Siyasi ve ekonomik çıkarlara değil insanın ruhsal imkanlarına hizmet edecek bir ekran. Televizyon aracılığıyla bireyde merhameti koruma isteğini koruyabilmemiz bu sayede gerçekleşebilecektir. Bu dilekleri ifade ederken henüz televizyonun doğasını ürettiği çetin sorulara sarih cevaplar geliştirememiş olduğumuzu da söylemem gerekiyor. Gerçeği oyunmuş gibi algılamaya alışmış zihinlerin bu türden akıl yürütmeleri metafizik spekülasyon olarak yorumlamamaları mümkün. Bunun da yadırganacak bir yanı yok. Fakat modern ve postmodern bağlamlarda kalarak sahih cevaplar üretebileceğimizi sanmıyorum. Sorularıma bu yüzden olsa gerek Esslin ya da Baudrillard'dan değil Bediüzzaman'dan, Nasr'dan, Esmaülhüsna yorumlarından cevap arıyorum.

 

RADYO VE TELEVİZYON DİNİ VE MİLLİ AÇIDAN NE KAZANDIRDI?

Abdullah CEYHAN

DİB. Dini Yay. D. Başkanı

                Radyo ve televizyon medyanın en etkili iki üyesidir. Etki sahaları diğer medya türlerine göre daha çabuk ve tez olmaktadır. Dolayısıyla dünya medyası ile ülkemiz radyo ve televizyonunun etkileşimi de aynı oranda süratlidir. Kuvvetli ya da güçlü ülkelerin medyası, zayıf ve fakir ülkeler üzerinde ister istemez hegemanya kurabilmektedir. Ahlak dejenerasyonu da kültür emperyalizmi de bu yolla enjekte edilmektedir.

                Son elli yılda dünya, eski elli yıla göre en az bin kere daha küçülmüşse bunun sebebi medyadır. Küçülen dünyanın daha çok küçülmeye takati kalmamıştır. Tıpkı bu durum atom çekirdeğinin parçalanamayacak kadar küçülmesi ve patlamaya hazır hale gelmesini çağrıştırmaktadır. Elbette dünyanın da bir sonu vardır. Sondan önceki alametler teker teker zuhûr etmektedir.

                Aletler iş yapmak, faydalı işlerde kullanmak için yapılırlar. Ama zararlı fiiller içinde de aletlerin var olduğunu inkar edemeyiz. Bunun için alet ve edevata ruhsuz olmalarına rağmen ruh vermek zorundayız. Bugün medya cansız ve ruhsuzdur. Beyni alınmış güvercin gibi uçmaktadır. Güvercinin ya beyni alınmamalı veya gelişigüzel uçurulmamalıdır.

İlk Radyo ve Televizyonumuz

           Ülkemizde ilk defa radyo 1928 yılında, televizyon ise 1963'te yayın yapmaya başlamıştır. İlk yayınlar halkın dikkatini ve ilgisini çekmiş, her yeniliğe karşı gibi gösterilen halkımız fazla bir tepki göstermemiştir. Dolayısıyla radyo adedi kısa sürede artmış, radyosuz köy, hatta ev kalmamıştır.

                Radyo başlangıçta haber dinleme ve müzik dinleme aracı olarak düşünülmüş, halk da bu düşünce doğrultusunda şartlandırılmıştır. Başka birşey isteme arzusunun önü böylece kesilmiştir. Televizyon da bundan daha farklı değildir. Önceleri sınırlı yayın alanı olan televizyonumuz bugün uydu aracılığı ile dünyanın dört bir yanına yayın yapmaktadır. Önceleri siyahbeyaz olan televizyon şimdi tamamen renklenmiştir. Ancak renk körlerinin adedi çoğalmıştır.

                Radyo da televizyon da ilk zamanlarda ve aydınlar arasında güven telkin eden araçlar olarak algılandı. Halk ise beklemede idi. Ama dinlemeyi ve seyretmeyi de ihmal etmedi. Hatta yanık ezgi ve türkülerle, milli hisleri kamçılayan konuşma ve marşları dinleyince ağladı. Çok duygulandı ama o halk, bir şeyler daha istiyordu. Yetkililerde ise çıt yoktu. Uzun süre halkın genel arzuları sorulmadı.

                Nihayet yine bu iki medya üyesi radyo ve televizyon, donmuş düşünceleri az da olsa çözmüştü. Halk artık istek ve arzularını dile getirmeye başladı. Yetkililere "Bize göre yayın yapın. " dedi. ancak radyo yayınına başlayalı 6 yıl, televizyon kurulalı yirmibeş yıl geçmişti. Eğitici, öğretici, dini, ahlaki ve kültürel konular medyamızda yer almaya başlamıştı. Bizim halkımız çok kadirşinastır. Az şeye de sevinebilir. Halkımız yapılan bu jeste çok sevinmişti. Dini ve milli konuşmaları can kulağı ile dinliyor, radyo ve televizyonda okunan Kur'an-ı Kerim'den dolayı ağlıyordu. Bir yandan da "Allah, devlete millete zeval vermesin", "Devlet adamlarımızı başımızdan eksik etmesin" diye dua ediyorlardı.

Bugünkü Medya

                Günümüzde radyolar çoğaldı. televizyonlar çeşitlendi. Devlet radyo ve televizyonları yanısıra özel radyo ve televizyonların da adedi arttı. Ancak hiçbirşey değişmedi. Ses aynı ses, dekor aynı dekor. Tipler aynı, işlenen konular ruhsuz. Sahne ışıkları göz bozucu. Görüntüler bize çok az benziyor. Kuvvetli ve güçlü devletlerin yansıması ile kendimizi görmeye çalışıyoruz.

                Radyo ve televizyonların çoğalmasıyla bir hayalimiz daha suya düşmek üzeredir. Düşünüyorduk ki, rekabetler neticesinde güzel ve güzellikler çoğalacak. Aksine yıkım süratlenmiştir. Kötülüklerde yarış başlamıştır. Zira kötü emsal olunca, iyiler de kötüleşebiliyorlar. "Bardağın yarısı su ile dolu" demeye kendimizi zorluyoruz. Peşinden "iyiler hiç yok mu?" sorusunu kendimize soruyoruz. Elbette var. Var olmak mecburiyetinde.

 

Yayınların Etkileri

                Kuşkusuz medya, insanlar üzerinde en etkili adeta yaptırım gücü olan unsurların başında gelir. Zira hem göze hem de kulağa hitap etmektedir. Yeni doğan çocuk bile gördüklerinden etkilenmektedir. Karşımızdaki ekranda herşey herkesin gözü önünde cereyan etmekte, karşımızdaki ile karşı karşıya gelmekteyiz. Bu bakımdan tesir altında kalmamak mümkün değildir.

                O halde bu alet niçin hayırda ve iyilikte kullanılmasın? Buna engel birşey görmüyorum. Galiba bizler yanlış üstüne yanlış yapıyoruz. Niçin mi?

                Düğmesi elimizde olmasına rağmen çeviremiyoruz. Milletimizin genel arzusunu bilmemize rağmen onun isteği doğrultusunda propagandalar yapmıyoruz. En etkili vasıta olduğunu bilmemize rağmen eğitim ve öğretim için kullanmıyoruz. Hepimiz şikayet ediyor fakat çaresini düşünmüyoruz.

                Olumsuz yayınların insanımız üzerinde yaptığı tahribat şüphesiz çok büyüktür. Biz millet olarak çok seyretmeyi ve çok dinlemeyi seven bir milletiz. Okuma ve araştırmada ise sıkıntı duyuyoruz.

                Radyo ve televizyonlarda yapılan yayınların insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri olduğu, onları yönlendirdiği muhakkaktır. Bu bakımdan tesir sahası insan olan bu yayınlardan dolayı belirteceğim şu menfilikleri gözardı edemeyiz.

                Okuma ve yazma alışkanlıkları azalmaktadır.

                Özenti artmakta, insanlar bencilleşmektedir.

                Misafirlik müessesesi ortadan kalkmak üzeredir.

                Vurucu, kırıcı, dalavereci yeni bir nesil yetişmektedir.

                Karşılıklı sevgi ve saygı yok olmaya yüztutmuştur.

                Vurdumduymaz  ve idealsiz toplum oluşmaktadır.

                Kazancın, haram ya da helal olması noktasından farketmezliği meşrulaşmaktadır.

                Giyim-kuşam ve konuşmalarda bozulmalar meydana gelmektedir.

                İffet ve haya mefhumları kalkmak üzeredir.

                Ülke ve vatan sevgisi fantazi olarak algılanmaya başlanmak üzeredir.

                Mukaddes ve mübarek bilinen mefhumlar küçümsenmektedir.

                Kişiliksiz nesiller yetişmektedir.

                Bütün bu sayılanlar elbette sırf kötü yayınlardan dolayı olan ve olmakta olan şeyler değillerdir. Ekonomik, sosyal pekçok sebep, bu sayılan olumsuzlukları davet eden faktörlerdir. Bu sebeplerden birisi de ruhsuz. bize uymayan yayınlardır. Şiddeti çağıran filmler, cinayet ve hırsızlıkları konu edinen programlar ister istemez gençleri etkilemektedir. Menfaati telkin eden konuşmalar menfaatçiliği, saygı ve sevgiyi hiçe sayan programlar saygısızlığı, mukaddes mefhumlarla alay eden konuları gündeme getiren programlar mübarek ve mukaddes tanımazlığı, haya ve iffet duyguları hiçe sayılan yapımlar hayasızlık ve iffetsizliği doğuracaktır.

                Ayrıca din ehil kişilerce anlatılmadığı, din adamları tahkir edildiği takdirde, insanlar ya yanlış şeylere inanacak veya din adamlarına güvenmeyen nesiller yetişecektir. Keza, örf-adet ve kültürümüz iyi tanıtılmadığı takdirde yabancı kültürlerin tesiri altında kalmak kaçınılmaz olacaktır.

Neler Yapılabilir?

                Her şeyden önce, radyo ve televizyonlardaki programlar yerli ve öz malımız olmalıdır. Kendi halkımız ele alınıp, bizzat kendisi sahnelenmelidir.

                Yayınlardaki monotonluk kaldırılmalı, kalite yükseltilmelidir.

                Din ve ahlak programları çoğaltılarak, ehil ve konunun uzmanlarına hazırlattırılmalı, ehil kimselere konu emanet edilmelidir.

                Din ve ahlak programlarının yayınlar içerisindeki oranı en az batı seviyesine yani %3, %5'lere çıkarılmalıdır.

                Devlet Radyo ve Televizyonu diğer radyo ve özel televizyonlara rehberlik yaparak, koordinatör görevini üstlenmelidir.

                Yurtdışı yayınlarda daha hassas davranılarak ülkenin tanıtımında ve milletimizin kültürünün özendirilmesinde etkili kılınmalıdır.

                Bilhassa dini konularda Diyanet İşleri Başkanlığı ile koordineli çalışılmalı, ve yardım alınmalıdır.

                Dini programlar canlı olarak ve spor müsabakaları gibi heyecan verici nitelikte gerçekleştirilmelidir.

Diyanet ve Medya

                Diyanet İşleri Başkanlığı, "Toplumu din konusunda aydınlatma" görevi ile yükümlü bir devlet kurumudur. Diyanet İşleri Başkanlığı bu yasal görevi, süreli, basılı, sesli ve görüntülü yayınlarıyla yerine getirmektedir. Ayrıca ilgili personeli ile de vaaz ve irşat yoluyla bu vazifeyi ifa etmektedir.

                Kuruluş tarihi olan 3 Mart 1924 tarihinden itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı çeşitli eserler bastırmış, süreli yayın yapmış ve yapmaktadır. 1987 tarihi itibariyle de sesli ve görüntülü yayın yapmaya başlamıştır. Bu yayınlar başlangıçta teyp kasetleri halinde ilahi, dini musiki, vaaz ve Kur'an-ı Kerim ayetlerinden oluşmakta idi. 1990'dan itibaren çizgi film, dini musiki klipleri şeklinde yapılmış ve pekçok kanalda gösterime sunulmuştur. Sesli ve görüntülü yayın-yapım çalışmalarımız devam etmektedir.

                Şüphesiz Başkanlığın bu alanda yaptıkları kafi değildir. Arzumuz ve bütün halkımızın arzusu, Diyanet İşleri Başkanlığının bir radyo ve televizyona sahip olması idi. Maalesef bu gerçekleştirilemedi. Sebebi ise, kanun ve mevzuatların imkan vermemesidir. Özel Radyo ve Televizyon Kanunu, hiçbir kamu kurum ve kuruluşuna, vakıf ve derneklere bu imkanı vermemektedir. Buna rağmen Başkanlığımız çalışmalarını sürdürmüş, Devlet Televizyonunda bir kanalın tahsisi ya da saat tahsisi konusunda kanun teklifi değişikliği götürmüş fakat henüz olumlu gelişme sağlanamamıştır.

                Sonuç itibariyle: 

                Çağımızda medyanın önemi gün geçtikçe artmaktadır. Medyanın hitap ettiği unsur ise insandır. İnsanların eğitim ve öğretiminde bu güç iyi kullanılmalıdır.

                İyi kullanılmayan medyanın fayda yerine zarar getireceği artık bütün dünyaca bilinmektedir. Maksat insanı eğitmek, onu yararlı bir unsur olarak yetiştirmek olduğuna göre, ne yapıp yapıp bu sihirli kutuyu düzene sokmak zorunda olduğumuzu bir kere daha ifade etmek istiyorum.

                Radyo ve televizyonların insanımıza kazandırdığı en önemli şey, onların dünya hakkında yanlış da olsa bilgi sahibi olmalarıdır. Kaybettikleri ise daha çoktur.

                Gönül istiyor ki bu önemli güç her sahada rehber olacak iyi bir öğretmen yapılabilsin. Dini ve milli bütünlüğümüzün sigortası haline gelecek şekilde yeniden düzenlenebilsin.

DİNÎ YAYINCILIKTAKİ ANLAYIŞ FARKLILIKLARI

Muhsin METE

Yönetmen 

                Teknolojiyle insanların, hangi düzlemler içerisinde uyumlu yaşayabileceği sorusuna cevap aramamız gerekir.

                Kültür ve medeniyet anlayışımızla bağdaşmayan, yeni bir kültürel ürünü yani yeni anlamıyla kitle kültürünü, kitle kültürü de beraberinde evrensel bir dili getiriyor.

                Genel bir seyirci ve izleyicinin idrakini zorlamayan, genel geçerli ve herkese hitap eden bir dil içerisinde, birtakım malûmatlar verme dışında, bu aletleri özel olarak kullanabilmemiz mümkün olamıyor.

                Biz milli yayıncılık olarak neler yapıyoruz, şu ana kadar yapılanlar müşahhas bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.

                Biz yayıncıların içinde yaşadıkları problemleri izah etmesi biraz zor oluyor.

                TRT'den başlayıp, diğer kanallarda da devam eden bir dini yayıncılık anlayışı var karşımızda.

                TRT'de başlangıçta radyo ve televizyonla benimsetilen, diğer televizyonların bir kısmı tarafından da kullanılan dini yayıncılık anlayışının gerçekte din ile bağdaştırılması mümkün değil.

                Aslında bu din dışı birşey, bu durum oradakilerin anlayış farklılıklarından kaynaklanmaktadır.

                Din konusunu dini olmayan bir düzlem içerisinde ele alıyorlar. Aslında hayatın kendisi dinden ibarettir. Siz şimdi hayatı alıp, bir başka düzlemde onu yalıtıp, belli şeyleri vermeye kalktığınızda siz dini değil dinin çarpıtılmış, bozulmuş, değiştirilmiş ve kendi özünden uzaklaşmış bir halini sunuyorsunuz. Bunu TRT'de öteden beri gördük.

                Ben şimdi bununla ilgili, ahkam kesme kabilinden değil, bizzat TRT'nin kendi ortaya koyduğu şeylerden örnek vermek istiyorum.

                Biliyorsunuz TRT televizyon yayınları 1968'de başladı. 1968'de  yayınlar başladığında sınırlı da olsa bu dini yayınlar vardı. Bu dini yayınları da din üzerine yazdığı kitaplardan tanıdığımız Turan Dursun hazırlıyordu. Bu yayınlar ve içeriği Turan Dursun'un koyduğu ölçüler üzerinde devam etti. Burada önemli olan şahıslar değil, bu ne amaçla ve ne şekilde yapılıyor. Bu hususu TRT'nin kendi yayınından bir örnekle size açıklamaya çalışayım. 1970 yılında hazırlanan Plan ve Taslak Araştırma Raporu’ndan aktarıyorum.

                Dini yayınlarımız hususunda bizim önümüzde iki gerçek bulunmaktadır. 1. Çok geniş bir kitlenin dinine bağlılığı, 2. Anayasanın laiklik ve vicdan özgürlüğü ile tolerans kuralını koyan, ne bağnaz ne demokratik davranışlara yer veren, ne de vicdan hürriyetini inanç ve ibadet serbestliğini kısıtlamaya giden tutumu. Bana göre dini inançlara karşı yayın yapmanın bahis konusu olmadığı meydandadır. Din konularında hiç yayın yapmamak da mümkündür. Ancak gerek şimdiye kadar yapılagelmiş ve alışılagelmiş olması, gerekse bu yöndeki ısrarlı istekler herhalde bu konularda da, belli ölçülere göre yayın yapmamız gerekliliğini sürdürecektir.

                TRT'nin temel görevi, kitleye ulaşmak, kitle eğilimini sağlamak olduğuna göre. bu görevi yapabilmesi için halktan kopmuş duruma düşmemesi, halkın din problemlerine hiç yer vermeyen, dinsiz radyo televizyon imajını yaratmaması, dinlenme ve sevilme şansı yönünden de zorunludur sanıyoruz. Bu halde dini yayınlarda gözetilecek ilkeler şunlar olmalıdır:

                Dinin modern, laik ahlakla da bağlaşabilen sosyal ahlak kesimlerine de yer vererek, mümkün olduğu kadar akıl dışı, çağ dışı doğmatizmle ilgili konuları işlememek.

                Hurafeci, geriletici, istismara elverişli konulara elvermemek, mümkün olduğu ölçüde, ısındırıcı, yaklaştırıcı, düşündürücü, ikna edici bir ölçüde bunların zararlarını anlatmak. Bu rapor aslında TRT'nin ne yapmak istediğini çok açık seçik ortaya koyuyor. Bu raporu bildikten sonra yapılan yayınları bile seyretmeye hiç gerek kalmıyor.

                Bu rapor, böyle sadece rapor olmakla kalmadı. TRT'nin her yıl çalışmakta olduğu genel yayın planlamalarına esas teşkil etti. Genel yayın planlarında bu durum şöyle vaazediliyor; Programlar öncelikle anayasanın, laiklik din ve vicdan hürriyeti esaslarına, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olmak, milli birlik ve bütünlüğümüzü güçlendirici, hayata dönük, çağdaş medeniyet anlayışına ve ilmi düşünceye uygun bir şekilde yapılacaktır diye yorumlanmaktadır.

                Şimdi burada biz, bir din programıyla veya mesajla karşı karşıya değiliz. Nedir karşı karşıya kaldığımız: Atatürk ilke ve inkılaplarını müslüman dediğimiz seyircilerimize benimsetmede dini programları bir araç olarak kullanmak. Biz bu programları hep böyle gördük. O kitleye siz, dini programlar vasıtasıyla, dinin saptırılmış çarpıtılmış yanını, bu öyle bir daraltılmış yandır ki dinin bırakın ibadetlerini, muamelatı akaide ilişkin birçok husus bu programlarda kesinlikle yer almaktadır. Bu husus sadece TRT ile sınırlanan birşey değildir. Özel televizyonlarda da bunun aynı içerikteki değişik örneklerini gördük.

                Bunun en çarpıcı örneği, özel televizyonlardan TGRT'deki Huzura Doğru programında olmuştur. Bu TGRT'nin hazırladığı Huzura Doğru adlı programlar, TRT'nin dini yayınlarının bir versiyonu olmuştur.

                Seküler bir anlayışla, TV yayınlarının bütününden farklı, dini olan ile la dini olanın ayrıştığı, tabiri caizse İsa'nın hakkını İsa'ya, Sezar'ın hakkını Sezar'a veren yayıncılık tavrı herşeyden evvel İslam’la bağdaşmaz. Türkiye Gazetesi’nin orta sayfalarını televizyona taşımaksa televizyon yayıncılığına uygun düşmez.

                Televizyonun dili ve anlatım teknikleriyle hiç ünsiyet keşfetmemiş ilahiyatçıların camide vaaz edercesine gerçekleştirdikleri programlar, keyfiyet bakımından TRT'ninkilerin geliştirilmiş bir devamı oldular.

                Mevlidler ve Ramazan programlarında da ayniyet farkedilmektedir. Fark, bir başka yanlış olan din büyükleriyle ilgili filmlerde ortaya çıkmıştır.  Böylesi filmler TRT'nin yayın ilkesiyle bağdaşmazken, sinemapografik özelliklere de ters düşmektedir.

                Netice itibariyle bir zamanlar TGRT'nin en flaş programı olan Huzura Doğru programının yayın saati önce 21 ve 22 lere itilmiş, daha sonra sabah 05:30'a alınmıştır.

                TGRT artık huzur veren bir televizyon değil, çok sesli ve çok renkli bir televizyon olmuştur. X TV ve Mesaj TV'nin dini yayınları TRT'den farklılıklar arzetse de, farklı bir dil ve anlayış, uygulama ve kavrama bakımından yetersiz kalmaktadır. Bu konuda Kanal 7 TRT'nin hiç tesirinde kalmayıp farklı bir tarz geliştirerek diğerlerinden ayrılmaktadır. Mesela dini yayınların en fazla olduğu perşembe günü 20:10'da mukabele, 20:35'de din ve eylem, 21:15'de İstanbul Tekkeleri, 4:15'de Huzur Sokakları gibi değişik tür ve programlar yayınlayarak, dinin olabildiğince farklı tezahürlerini su yüzüne çıkarmaktadır. Bu yaklaşım yeterli değilse de doğrudur. Aslolan din programları yayınlamak değil, dini bütün açılımlarıyla dikkate alan, mihenk taşı din olan bir yayın anlayışını benimsemek ve televizyonun kendi dili ve anlatım teknikleriyle bunu uygulayabilmektir. Yani dini vaaz edilen değil, yaşanan bir olgu olarak algılayabilmektir. Yaşamadığımızı yansıtmamız mümkün değildir. 

MİLLİ AÇIDAN TELEVİZYONUN STRATEJİK BOYUTU

Dr. Lütfü ŞAHSUVAROĞLU

T.Y.B. Eski Başkanı, Yayıncı-Yazar

                Televizyon günümüzün en önemli cihazlarından birisidir. Hepimizin adeta evine girmiş, aileden bir fert olmuş, adeta bir canlı gibi hayatımıza nüfuz etmiştir. Teknolojinin getirmiş olduğu en önemli hadiselerden birisidir.

                Ve biz özellikle son zamanlarda, medya diye isimlendirilen televizyon aygıtının oluşturduğu bir atmosferi teneffüs etmek, yaşamak, onunla şekillenmek zorunda bırakılmışız. Bu öyle bir noktaya ulaştı ki, islami medya diye bir kavram da teşekkül ettirildi.

                Abdulkadir Demircan'ın sunuşunun içerisindeki, özellikle islami telkin boyutu dikkatimi çok çekti. Tabii konu dini ve milli açıdan televizyon olduğu taktirde telkininde elbette ki böylesi en önemli telkin aracı kullanılarak yapılması gayet uygun düşer.

                Fakat nedense öyle bir noktaya geldik ki islami cemaatler günümüzün en medyatik toplumları oldular. O kadar açıldılar ki, acaba bu açılma ile hangi müslümanlığı anlatmaya çalışıyorlar.

                Öyle okyanuslara kulaç atmaya başladılar ki, okyanusların ortasında yönlerini, pusulasını herşeyini kaybetmiş durumdalar. Düşmanın silahıyla silahlanınız kutsi sözünde olduğu gibi, bizim de bu bakımdan donanmamız gerekiyordu. Fakat iş o hale getirildi ki, adeta islami medya, islami telkin ya da islami eğitim sisteminin amaç unsuru haline gelmeye başladı.

                Geleneksel olan bir takım toplumsal dinamiklerimiz, müesseselerimiz maalesef unutuldu. Bir şeyh ve mürid ilişkisi, bir medrese eğitimi, bir inziva kültürü, bir halk eğitimi gibi bir insan yüzünün bütün iç hatlarıyla birbirini algılaması şeklindeki geleneksel tavrımız ortadan kalktı.

                Bizim için bütün güçler, makyaj altında ekrana taşınmış yüzlerden ibaretti. Bu bakımdan bu hikayeyi fazla önemsememenizi diliyorum. Yani televizyon elbette ki günümüzün en önemli silahlarından birisidir, bu sihah laiki vechile kullanıldığı takdirde, en azından diğer silahlar mertebesindedir. Ama bu silahı elde ederken, bunun ne zaman nereye atış yapacağını da çok iyi bilmemiz, tartmamız gerekmektedir.

                Zaman zaman, içini barutlarla doldurduğumuz bu silah, namlusunda bir takım yanlış yönlerin ortaya çıkarılmasıyla, namlu içinde patlama tehlikesi de taşımaktadır.

                Nitekim bu patlamaları şöyle geçmişe dönük tahlil ederseniz bulursunuz. O bakımdan geleneksel yapımızda, tarihi birikimlerimizde, toplumsal dinamiklerimiz ve müesseselerimizin yaşatılması bakımından bir idamenin öncelikle ortaya konulması gerekmektedir. Sırf teknolojinin son harikasını alarak, buna kendi benliğimizi nakşederek hayırlı bir iş yapacağımızı zannetmek gafletten ibarettir. Çünkü araçlar aynı zamanda amaçların bir yansımasıdır. Araçlarla amaçların ilişkisi söz konusudur ve bu çerçevede amaçları da belirleyicidir. Siz amacınıza giderken kullandığınız araçları inkar edemezsiniz, o araçların kimliğini özünü muhtevasını derinliğini mutlaka kendi ölçüleriniz içinde tartmanız gerekmektedir.  Bir kere mutlaka bir medeniyetin bir anlamda dinsizlik olduğunun şuurunda olmamız lazımdır. Her medeniyetin mutlaka bir dinsizlik tarafı vardır. Üretilen teknolojinin mutlaka bu şekilde ayrı bir dünyası söz konusu olmalıdır ki birçok iletişimci de bu noktada bu konuyu değerlendirmektedirler. Artık dünyamız küçük bir köy oldu ve iletişim araçları her tarafı sarmaladı, enformasyon toplumuna doğru gitmeye başladık bundan kaçmamız da mümkün değildir. Biz istesek de istemesek de bu enformasyon çağı bizi kendi enformatik toplumuna doğru yönlendirmektedir.

                Bu enformatik topluma doğru giderken, bunun ürettiği birtakım aletlerin bize çeşitli kolaylıklar sağladığını görmekteyiz. Yani sırf iletişim alanında bile, diyelim bir radyo, bir televizyon yönetiyorsunuz, yahutta bir bilgi-işlem merkezine sahipsiniz. Bir kere; koskoca arşivlere, koskoca kütüphanelere, dosyaların biriktirildiği yerlere ihtiyacınız kalmayacak biçimde sıkıştırılmış birtakım diskler sıkıştırılmış bilgiler halinde, müziği, bilgiyi sıkıştıran birtakım yeni teknolojileri kullanabilmek mecburiyetindesiniz. Bu da sizi, dolayısıyla bütün bilgilerin, alabildiğine çok yoğun, karmaşık bilgilerin, o sıkıştırma felsefesi çerçevesinde bir yönlendirmeye, yönelmeye sokacağını da ihmal etmemeniz lazımdır. Dolayısıyla, nötr olarak bütün bilgileri eşdeğer kabul edeceksiniz. Bir sıfır değerinden ibaret bilgiler olarak kabul edeceksiniz. Dolayısıyla hangi bilgilerin bir, hangi bilgilerin sıfır olduğu, o nötr arşivleme bilgi işlem sisteminin bir yansımasından ibaret olacaktır. Yani hangisi kalitelidir, hangisi değerlidir, hangisi yücedir, hangisi kutsaldır diye bir değerlendirme artık olmayacaktır. Hepsi eşit, nötr, maddelerden ibarettir, sayılardan ibarettir. İslami kesimlerin özellikle bu noktada, dine dayalı hareket etmesi ve fertle kültürle eşdeğer bir bilgi sistemi içerisinde kendilerinin yeri olmamasını temin etmesi lazımdır. Olabildiğine fieste kültürünün yaygınlaştığı halkta, bu fieste kültüründen kendi kesimimizin de nasip aldığını burada anti parantez belirtmek isterim. Mesela yeşil pop gibi, efendim müzikte olan gelişmeleri diğer bilgi sahasında da, yani iktisatta, siyasette, toplum biliminde, bütün alanlarda kurgulayabilirsiniz. Yani ne demek istiyorum, "fieste kültürünün daha doğrusu kültürsüzlüğün ve insanın sadece müşteri olarak, hedef kitle olarak, değerlendirildiği ve zaman zaman da bu oyuna, bu alanda cereyan eden oyuna iştirak ettirildiği değersizler bir emekliler ordusu, bir cahiller sürüsü televizyonun karşısına oturmuş gününü harcayan bir cahiller ordusu halinde düşünülen bir medya zihniyetinin hemen hemen her toplumu, her kesimi, her eğilimi her dini sarmaladığını görmekteyiz. Bu bakımdan bir islami aydın ile bir ateist aydın arasında hiçbir fark yoktur. Böylesi bir toplumda, şu düşmanınızın silahıyla silahlanınız kutsi sözünün yanında başka bir ayeti hatırlatma gereği vardır. Eğer dünya gerçekten Matlağa'nın dediği gibi küçük bir köy haline gelmişse ve bunda daima çok bilgi üretenler ki router ajansı bizim bütün İslâm ülkelerinin toplam ajanslarının en az yüz katı bilgi aşılamaktadır, haber vermektedir ve bu haberler ve bu kavramlar çerçevesinde sözde islami aydınlar da onların bir müteemcici gibi düşünmektedirler. Dolayısıyla böyle bir feryada mukabilen, kendi iç dinamiklerine dönme gayreti olmalıdır. El enam suresinde 111. ayet "Biz sana yaptığımız gibi her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onların kimi kimini aldatmak için yaldızlı birtakım sözler ve vesveseler telkin eder. Eğer Rabbim isteseydi bu telkini yapamazlardı. Öyleyse onları düzmekte oldukları yalanlarıya başbaşa bırakın."

                Dolayısıyla islamcı medya olsun, ferdi medya olsun kemalist medya olsun, tüm bu medyaların mutlaka bir yalan düzdüklerini, çünkü teknolojinin icabı, mutlaka bir yalan düzmek zorunda olduklarını bilmemiz lazımdır.

                Herşeyden önce böylesi bir branşlaşmış alan, bizim aslında temel felsefemizdeki alanların dışında yeni alanlar üretmektedir. Ne demek istiyorum? Bir kere mutlaka yayınımızın selameti bakımından teknik anlamda, kalite anlamında, zamanı kullanma anlamında, uluslararası temel ilkelere uygun hareket etmeniz lazım. Yayının anlaşılması lazım, görüntü kalitesinin olması lazım v.s. Bir kere o yayının akabilmesi için, sizin o programa davet edeceğiniz kişi mutlaka o programa çıkabilmelidir. Ben çalışmadım çekilip bir inziva yaşamam lazım, çekilip bunu iyi tartışmam lazım diyemez, o programın akması lazım. Programcı daha iyi bir program yapabilmek için bir gayret sarfeder ama, mutlaka süreli yayınlarda periyodik davranma gereği vardır, önemli olan o programın yayına sokulmasıdır.

                Yani artık Marks'ın mavi önlüklü egemen işçilerinin proletaryasının önüne bilgi işçileri, yöneticiler çıkmıştır ve onlar medyatörlerde bunlara dahildir. Bunlar yeni bir burjuvazi ihtilalinin yansımasını ortaya koymuşlardır.  İşte şimdi bu yeni alanda, sonradan görmelerle eski burjuvazi arasında bir işbirliği peydahlamışlar ve bu alanda alabildikleri bilgiyi ve yeni oyunları sergilemektedirler. İşte bu eğer bir entellektülel çabanın, gayretin, beyin fırtınasının, bir düşünce derinliğinin yansıması olmazsa sadece bir enteleyansya hizmeti haline döner, tıpkı partilere liderlere imaj, kamuoyu araştırmacılığı yapan, danışmanlık yapan bir takım aydın geçinen insanların yaptığı gibi. Bunlar sadece imaj yapmamaktadırlar ve bir oyunu sahnelemektedirler. Diğer kesimde de medyatik alanda yine buna benzer bir X gibi yapmak sözkonusudur. Herkes gibi yapınca da ortalık Kel Ali bağına dönmektedir. Kaliteli olan da, hile eden de birbirinden ayırmak mümkün olmamaktadır.

                Bu bakımdan elbette ki bu alanda, bizim kesimlerin de söyleyecekleri vardır. Burada şimdi nasıl bir televizyon programcılığı, teknik ve fikri çerçevede ortaya konulacaktır.

                Ama öncelikle bu islami telkin sözü, bana biraz farklı bir muhasebe yapma şansı ortaya koydu. Bu bakımdan bu sahayı asla gönüllerimizden, vareste tutmamalıyız. Yani geleneksel, toplumsal dinamiklerimizi, değerlerimizi müesseselerimizi kendi arzuları istikametinde kendi ürettikleri alan istikametinde yeniden organize etmek, yeniden inşa etmek, iddia etmek hamlesi içerisine girmeliyiz.

                Herkesin medyatikleştiği çağda, aslında o toplum olarak ona direnmek bize farklı bir alan oluşturabilir. Kelaynaklar gibi ne demek istiyor bu adam diyebilirsiniz. Herkesin ortak gördüğü bir alanı, uluslararası bir alanı inkar mı ediyor? diyebilirsiniz. Ama ben bu alanın aslında en gelişmiş toplumlarda da arandığı kanaatindeyim. A.B.D'de özellikle televizyon karşıtlığı bir akım vardır ve televizyon karşısında insanların gününün altıda birini esaret altında geçirmelerine karşı bir tepki hareketi söz konusudur.

                Mesela tanınan insanların seyirci oldukları bir televizyon programcılığı yerine, daha fazla katılımcılığın söz konusu olduğu bir program ortaya konulmalıdır. Dolayısıyla geleceğin dünyasında insanların emekliler ordusu şeklinde, cahiller sürüsü şeklinde, ekranların karşısında esir olup olmayacaklarını tartışmamız lazım, yoksa öyle bir toplum kurulacaktır. Bunun dışında kendi kendini adeta yeniden inşa eden, Hacı Bayram Veli hazretlerinin dediği gibi, "ben dahi yapıldım" manasında bir insan tipini tutmayı bu noktada devreye sokmak istedim.

 

 

 

 

SİNEMA VE TELEVİZYONUN DİNİ VE MİLLİ HEDEFLER AÇISINDAN BUGÜNKÜ DURUMU

Yönetmen Mesut UÇAKAN 

                Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle bir sempozyum benim için bir sürpriz oldu. Böyle bir sempozyumu duyduğum zaman çok sevindim, şunun için; bizim varlık sebebimiz Allah-ü Teala'ya ulaşıcı ve ulaştırıcı olmak. Bunu çok daha yuvarlak tabirlerle ifade etmek istersek, dini ve milli açıdan sinemayı bu toplumun hizmetinde kullanmak. Bu da televizyon ve program yapımcılığı adıyla ifade ediliyor ama, sinema elbette ki televizyonculuğun ve programcılığın direngi noktasıdır, seviyeli noktasıdır, iddialı noktasıdır.

                Sinema kültürünü, sinema tekniğini, sinema mantığını, sinema estetiğini bilmeden oluşacak bir televizyon programı, bence günümüzde pek çok örneğini gördüğümüz gibi seviye bakımından son derece düşük olacaktır, ucuz olacaktır. Sinema yaparken önümüzde pratik yok, teorik olarak çoğu problemleri çözebilmiş de değiliz. İnancımız açısından pek çok unsurlara yorum getirebilmiş, çözüm getirebilmiş de değiliz. Böyle olduğu zaman biz sinema yaparken daima diken üzerinde hareket etmek zorunda kalıyoruz. Bütün bu söylediklerimiz üzerinde hassasiyetini, sancısını, dini açıdan, milli açıdan sinema yapma iddiasındaki çoğu yönetmenleri de ben şahsen göremiyorum ve bunun çok somut örneğini de yaşadık. Biz yaptıklarımızda daima bu yönde yapalım derken göz çıkarmama esprisi içerisinde, belli fıkhi endişelerin çözüme kavuşmasını çok istedik ya da milli olarak, fıkhi açıdan sinemanın nasıl kullanılacağı hususunda bazı kurumlarla (İSAV) toplantı yapmayı düşündük. Bu alanda isim yapmış senaristleri, yönetmenlerimizi, sinemacılarımızı topladık, bu konuyu tartıştılar. Onunla da yetinmedik bir başka toplantıyla da din adamlarımızı getirelim karşılarına sanatçılarımızı koyalım, pratik yaparken karşılaştıkları problemleri gündeme getirsinler dedik. Bu gelenler içerisinde Osman Sınav, Salih Diriklik, Yücel Çakmaklı, Mehmet Taşdiken, İsmail Güneç, Mehmet Tanrısever, Ömer Lütfi Mete gibi isimler de vardılar.

                İnanır mısınız büyük bir dinleyici kitlesi karşısında yapılan bu toplantıda sadece ve sadece Salih Diriklik ile ben bu sancılardan bahsettik, diğerleri ise daha çok yapacakları işlerden, günübirlik bazı haberlerden söz ettiler. Bu sancı çok önemlidir, artık bunun tartışılması, bilinmesi lazımdır. Çünkü biz elyordamıyla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, diğerleri ise sanatçının kişiliğine kalıyor. Biz bunu yaparken ilk yaptığımız filmlerde çok rahattık. Bir Itriyle ilgili filmde bir bayanı mini etekle, sırtı elbiseden gözükecek şekilde gösterebiliyorduk ama zaman içerisinde islami duyarlılığa sahip yönetmenler ve filmleri ortaya çıktıktan sonra, bir seyirci kitlesi oluştuktan sonra, Yalnız Değilsiniz filminde, sosyeteye mensup bir kıza kot pantolon dahi giydirdiğimizden dolayı çok çeşitli eleştiriler almaya başladık. Tabii burada batılı izah ederken saf zihinleri ihtar etmemek gibi ölçüler vardır. Kuveytli bir yönetmenle görüştüğümüzde müslüman bir yönetmendi, biz seninle anlaşamayız dedi. Harun Reşit'in hayatını anlatacağım. Ama ben anlatırken çok doğal ve gerçekçi olabilmem için dedi; onun yatak sahnelerini de vereceğim, bunları sen veremezsin dedi. İran filmlerini seyrettiğimizde filmlerde rol alan kadınların tamamının başörtüsü kullanma mecburiyeti var,  bu bağlamda tam teşekküllü bir örtünme değil de bir kısmı açık olabilir ama başında mutlaka bir örtü bulunacak. Kuveytli yönetmene baktığımızda, sanatın gerçekliği içerisinde ona hak vermemiz mümkün. Çünkü kötülüğü sergileyerek iyiliği vermeye çalışıyor.

                İran'daki durumu incelediğimizde, önceki dönem ve bu dönemde hangi görüşte olursa olsun her yönetmen aynı metodu uygulamış, bu davranış yerine getirilirken hiç bir kadın için zorlamayla yapma hissi belirmemekte, bu doğal bir hal olarak ortaya çıkmakta , kimse bundan sanatçı da olsa şikayetçi olmamaktadır. Demek oluyor ki, belli islami prensipler getirseniz dahi o prensipler çerçevesinde sanat yine doğallığını yakalayabiliyor.

                Bu verdiğim iki örnekten sonra Türkiye'de de müslüman bir sanatçının, özellikle hanımın sanat icrasında hareket ve davranış tarzını belirlemesi lazımdır. Yaptığımız toplantıda bunun da ortaya çıkarılması gerekiyordu, bu maalesef olmadı.

                Burada sinema yaparken hakikaten çok büyük tehlikeler altındayız. Televizyon kurulması aşamasında zaten bütün tartışılan konu şuydu; spikerler başı açık mı çıkacak, başı kapalı mı, reklamlarda kadın unsuru olacak mı olmayacak mı.

                Bundan sonra televizyonculuk yapanlarda uygulamadaki tarzı görüyorsunuz; TGRT'nin bir yönetilişi var, Seda Sayan'lara çok fazla yer veriyor, aynı telden diğer şarkıcıları, sanatçıları daha çok ekranlara çıkarıyor. Oysa bu kanal kurulmadan önce en üst yetkililer tarafından bizlere söylenen şuydu; müzik var mı? müzik yok dediler, bugün bakıyoruz müzik var. Bu tavizli bir davranış mı, yoksa kitleleri yoklamak için yapılan bir taktik mi bunlar ayrıca tartışılır. Bunları tek boyutlu olarak mahkum etmek de pek doğru olmasa gerek. Türkiye sinemasının, özellikle milli sinemanın alt zemininin olmayışı bir sinema kültürü ve toplum anlayışının oluşmasıyla milli ve dini hassasiyetlerin de olmayışı birleşince problemler düğümlenmektedir. Biz her konuyu, her hareketimizi Allah rızası çerçevesinde ele alıp değerlendirmeli, İslâm ölçülerine hassasiyetle dikkat etmeli ve bunu yaparken de sanat ve estetik anlayışından vazgeçmemeliyiz.

                Böyle olunca sanat; hem sanatçıyı, hem de seyirciyi Allah'a ulaştırma vasfını kazanıyor.

                Biz Türkiye'de sinema yaparken görüntü sanatının en ciddi, en iddialı, en profesyonel tarafını tarif ediyoruz. Ama yaptıklarımız, çok ciddiyetsiz, çok seviyesiz olabilir, o ayrı bir konu. Böyle bir uğraş içerisine girdiğiniz zaman sizin bu toplum içerisinde fikri olarak, kendi fikriniz, kendi düşünceniz doğrultusunda bu işi çekme imkanı bulmanızın derdi şu; o konuda bir yapım, sinema ve televizyon filmleri varken, siz o tercihinizden dolayı bir kenara konuluyorsunuz. Sonuç olarak bu ortam içinde düşünen ve sonu çeken insan için güzeli ciddi manada arayan sanatçının yeri yok. Toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal yapısının içerisinde de bu sanatçının hiçbir yeri olmadığını görüyoruz.

                İşte ana problem; öncelikle bizim neye talip olacağımızdır. Eğer böyle ciddi projelere, ciddi sinemalara, televizyon yapımcılığına talip olacaksak onların alt yapısını kurmamız gerekiyor. Arz-talep dengesini kurmamız gerekiyor. Yapamıyorsak onu bir kenara bırakıp sadece yapılabilen işlerde, nasıl seviyeyi ve kaliteyi tutturabiliriz ona bakmamız lazım. Ancak, ona baktığımızda da karşımıza televizyonun bugünkü manzaraları çıkıyor, bu günkü manzara içerisinde de en büyük handikap yine paradır. Son örnekler üzerinde duracak olursak bugün Samanyolu TV, Kanal 7 TV dizi çekemiyor. Samanyolu çektiği bir dizide son derece ucuz, amatörlerin dahi kotaramayacağı kadar ucuz parayla film çekiyor. Kanal 7'de de keza durum farklı değil. Onların palazlanmaları ciddi konumda da olsa dizi çekimine henüz uygun değil. TGRT o noktada holding olma özelliğinden dolayı farklı olmasına rağmen, bu paralarda maalesef  İbo Şova kaydı. Kendileriyle konuştuğumuz zaman elbette böyle dizileri çekelim, çekeriz diyorlar. Herhalde buradaki mantık, bu konuda da bir "hizmetimiz olsun" hizmete yönelik, bunu da yapalım mantığına dayalı bir durum çıkıyor karşımıza. Aynı kurumun diğer çalışanları da raiting programlarına göre maliyeti çok yüksek diyor, bu sebeple zora ki yapılmaya çalışılıyor. Burada samimiyet ve amaçtan öte bir "dostlar alışverişte görsün" mantığı geçerli oluyor.

                Bazı televizyon kanallarının temsilcilerinden bana teklifler geldi, ne yaparsan onu yap, kapımız sonuna kadar açık denildi. Ben de tamamen kısaltılmış bir senaryoyla kapılarına gittim ve teklifimi sundum. Bu küçük bir filmin, sadece ve sadece teknik maliyetini istememe rağmen, benden bu iş için bir sponsor bulmamı istediler ve neticede bu güzel girişimde bir fiyaskoyla sonuçlanmış oldu. Herşeyi çok ucuza çıkarma ve baştan savma düşüncesiyle hareket ediyorlar ve bir türlü başarılı olamıyorlar.

                Televizyon programı için para ayıranlar, bu işi tüm kadroyla ve elemanlarla, profesyonel insanlarla, en güzelini yapmak yerine, ellerine geçirdikleri bu imkanlarla sinsi düşüncelerini topluma yansıtma, kendi iktidarlarını pekiştirme gayretini daha ön planda tutuyorlar.

                Bu sebepledir ki ciddi manadaki girişimler hep akamete uğramaya mahkum oluyor. Böyle olduğu taktirde konuşacak pek fazla birşey bulamıyoruz.

                Konuşulacak şeylerimiz, fikri açıdan sancılarımız, estetik açıdan sorunlarımız ise bu vardır, televizyon piyasasının dışında tartışılacak, konuşulacak, çözüme kavuşturulacak konulardır.

                Şu anda özel kanallara yapılabilecek pek birşey gözükmüyor. Özel kanallarla bizim aramızda büyük bir iletişim kopukluğu söz konusu bulunmaktadır.

                Bir çıkış noktası olarak. bir vakfa bir proje götürdüm, bunun yapımını finansman sağlamasını ve bir hizmet olarak ortaya sunulmasını istediğimde bana tamam, bu işi yapalım dedikten sonra, ileriki zamanda bu filmin kendilerine ne kadar para kazandıracağının hesabını yapmamı istediler. Buradan gördüm ki hizmet olayı çok arka plana itilmiş bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Genelde hep küçük çaplı, iki üç kişi arasında geçen ucuz yapımlar talep ediliyor. Bu uzun vadeli bir çözüm değil. Küçücük, hatta iki dakikalık bir filmin yapımında bile yüz tane çarkın hepsinden geçmek zorundasınız. Belediyeye çektiğimiz iki dakikalık bir tanıtım filminin montajını bir yönetmen aslında bir buçuk saat içerisinde yaptığını söyledi. Ben aynı yapımın tam onbeş saatlik bir zamanla içerisinden ancak çıkabildim.  Bu bizim duyarsızlığımızdan güzel bir eser ortaya çıkarma amacımızdan kaynaklanıyor. İşte bu hassasiyet de artık maalesef silinmiş, bu yüzden ucuz olmak lazım, işi hemen kotarabilmek lazım. Biz basit bir dublajda bile, seslendirmecilere birkaç prova hakkı tanırız. Burada, bir seslendirmeyi izlerken daha konuşmaya girer girmez kayıt dediler, birden şaşırdım kaldım, böyle nasıl oluyor diye. Eksik olmuş, fazla olmuş, ses senkronize olmuş olmamış estetiği oturmuş oturmamış, o hiç önemli değil. Önemli olan o işin şu saate yetiştirilmesi. Gelişen şartlar belki buna onları mahkum ediyor, böyle bir ortam içerisinde de sizin sağlıklı bir yapım, sanat eseri ortaya koymanız oldukça güçleşiyor, pahalılaşıyor.

                Film ekibinizin tamamı istediğiniz özlediğiniz özellikler, duyarlılıklar içerisinde olmalı, bu çok önemli. Tabii ki başta sanatçı gelmekte. Bu anlamda böyle özelliklere sahip bir sanatçıyı Türkiye'de bulmanız maalesef çok zor.

                Kalite bakımından bir sıkıntı sözkonusu. Sinema sanatçısı yetiştiren okullar yok zaten. Sadece tiyatro sanatçısı yetiştiriliyor. Şu andaki oyuncular sokaktan gelmiş, dışarıdan gelmiş, müzik ve tiyatro alanından gelmiş oyunculardan oluşmaktadır. Bunla da ne derece uyum sağlayabilmişlerdir, o da ayrıca tartışılabilir.

                Dini ve milli duyarlılığa sahip bir yönetmen olarak bu seviyenin dışında bir de bu sanatçılarla çalışma imkanı bulamıyorum. Hala fikri örtüşmemiz dışındaki kimi sanatçılarda bir korku, bir tedirginlik var, hemen tavır alıyorlar.

                Küçük bir film çekimi yapıyorduk, evin ihtiyar kadınının başına rol icabı bir eşarp bağladık, evin erkek oğlu siz dini film yapıyorsunuz bizi kullanıyorsunuz diye kazan kaldırdı. Müthiş bir korku var, tesettürü bilmiyorlar, korku ve kavram kargaşası içerisindeler. Medya artık senin ne yaptığına bakmıyor, hemen alttaki imzaya bakıyor ve basıyor yaygarayı.  İnsanları bir nesne gibi kullanmak çelişkidir. Mesela inançsızların İskilipli Atıf Hoca'yı oynaması ne derece tabii olabilir. Gönül ister ki böyle rolleri, inanan biri, ehil biri alsın ve götürsün. Sanatın gerçekliği doğal olmaktır. Eğer doğallıkta yatak sahnesi varsa onun çekilmesi icap eder. Bu sahnenin çekiminde islami kaygılarınız başlar. Sanatın doğallığı da özgürlüğü getirmekte, özgürlük de inancımıza aykırı bir hal alınca, işte burada çatışma başlıyor. Bu çatışmalardan dolayıdır ki, bunlara bir yorum getirilmesi lazımdır. Örneğin genç bir kızın rüyasında gördüğü sahneyi canlandırmak isterken, onun gördüğü şeylerin hemen hemen aynısını vermek zorundasınız. Yoksa o rüya sahnesi tabiiliğini yitirmiş olacaktır. Müstehcen bir rüya sahnesini göstermektense, bunun bazı bölümlerini verip, gizlenen bölümleri seyircinin yorumuna bırakmak çok tabiidir ve seyirci onu aynı şekliyle kavrayabilir. Yoksa herkes kendi çizgisi ve inancı içerisinde haklıyı haksız, haksızı da haklı görebilir. Konuşmamın başında verdiğim örnekler doğrultusunda bu bağlamda ne İrandaki sinema, ne de Kuveyt’teki yönetmenin dediği doğrudur, doğru olan; çözümü inancımız ve algılayabileceğimiz pratikler içerisinde bulup ekrana yansıtabilmemizdir. 

 

AMATÖR YAPIMLARIN ÖNEMİ

                Amatör çalışmaların sayılamayacak kadar çok ve önemli fonksiyonları vardır. Aslında amatör diye adlandırdığımız kameramanlar ve fotografçılar tarafından yapılan prodüksiyon denemeleri ve fotograf çekim çalışmaları profesyonelliğin başka bir yüzü veya daha istikrarlı bir boyutudur diyebiliriz.

                Toplumları ilgilendiren, tarihi, sosyal, kültürel olaylar ile tabiat olayları ve savaş görüntüleri gibi bir çok önemli hadiselerin anlık ve genel görüntülerinin en önemlileri amatör kamera ve fotograf makinalarıyla tesbit edilmiştir. Amatörler bu işi bir hobi olarak ve severek yapmaktadırlar ve çoğu en az profesyonel çalışanlar kadar bilgiye ve tecrübeye sahip bulunmaktadırlar. Bugün ülkemizin birçok bölgesinde faaliyette olan yerel televizyon kanalları tamamen amatör veya yarı profesyonel dediğimiz cihazlarla ve çalışma biçimleriyle çalışmakta, yayın yapmaktadırlar. Pekala amatör denilen kameralarla, cihazlarla istedikleri her türlü programı, istedikleri şekilde gerçekleştirebilmektedirler.

                Elinde bir kamerası ve  fotograf makinasi olan her Müslüman bir muhabir konumundadır, bir gazete ve televizyon muhabiri durumundadır, olmalıdır ve böyle düşünmelidir. Gönüllü olarak, çevresinde kuracağı bir haberleşme ağıyla bölgesinde gerçekleşen her türlü olayı görüntüleyip, gerekli bilgi ve araştırma neticelerini haber metnine dönüştürüp, istediği bir yayın organına ulaştırabilir. Yahut herhangi bir yayın organıyla anlaşma yaparak haber başı pirim almak suretiyle de ekonomik bir gelir elde edebilir.

                Yine amatör kamerayla, bir ekip kurarak, her türlü televizyon program yapımı, belgesel, haber, araştırma, aktüel ve kültürel program çekimleri pekala gerçekleştirilebilir.

                Amatör cihazlarla çekilen programlar, bölgesel yayın yapan televizyon kanallarından net bir şekilde yayınlanıp seyredilebilmektedir. Genel yayın yapan istasyonlarda ise kalitesiz bir görüntü vermesine rağmen yine de seyredilebilmektedir.

                Televizyon istasyonu veya ajanslar aslında il, ilçe ve köy düzeyinde çeşitli amatör kişileri tesbit edip teçhizatlandırarak bir bağ kurabilir, ciddi çalışmalar yapabilir.

                Bu organize kısmen bazı televizyon ve ajanslarda vardır, ancak yeterli değildir. Örnek olarak İhlas Haber Ajansı’nın çalışmalarını gösterebiliriz. İHA yurdun birçok yöresinde ciddi bir teşkilatlanma ve haber ağı kurmayı ve tüm olaylara herkesden önce ulaşıp gerekli çalışmayı yapabilmeyi başarabilmiş ve çok ciddi hizmetlere damgasını vurmuş bir haber ajansı durumundadır.

 

PROGRAM ÜRETİMİ VE KONU SIKINTISI

                Televizyon yapımcılığında bir husus vardır ki, o hala aşılamamıştır. Bu sıkıntı program üretimi ve program konusu bulma, geliştirme, projelendirme hususudur. Görünen odur ki, herkes televizyon ve yapım firmalarından birşeyler beklemekte, onlarda birilerinden birşeylerin yapılmasını beklemektedir. Böylece herkes iyi, faydalı ve gerekli olan birşeylerin yapılmasını birilerinden, birileri de diğer birilerinden beklemektedir. Adeta birşeyler düşünecek gerçekleştirecek, sorumluluk duygusuna sahip bir adım atacak insan kalmamıştır, herkesin eli doludur, herkes birşeyler yapmaktadır, kimsenin bir saniye bile boş vakti yoktur, herkesin kendine göre yaptığı işler çok büyük işlerdir, küçük iş yapan kimse bulamazsınız. Bu ne biçim iştir ki, bu işlerin yapılmasını beklediğimiz kişilerin düşünecek, sizi dinleyecek vakitleri bile yoktur. Şurası da bir gerçektir ki "yat yat uyu" ninnileriyle verilen bir eğitim ve bu eğitim sisteminin üretimi olan bu insan kitlelerinin çok büyük bir bölümü idealsiz, amaçsız, düşüncesiz, üretimsiz bir şekilde her işin kolayına ve hilesine kaçan, o güzel ömrünü boş şeylere heba eden, o güzel zamanını katleden topluluklardan oluşmaktadır. Bir tarafta sokaklarda, kahvelerde, meyhanelerde, işyerleri ve evlerde düşünceden ve üretimden çok uzak gününü gün eden, ne kendine ne başkasına, ne ülkesine hiçbir faydası olmayan insan yığınları, bir tarafta aklını, zamanını sadece kendi çıkarları ve maddi menfaatleri için seferber edip çalışan insan toplulukları. Bir tarafta düşünen, üreten, mücadele eden, sayıları parmakla gösterilecek kadar az ve her türlü imkanlardan mahrum, düşündüklerini icraata geçiremeyen, toplumun hizmetine sunamayan insanlar.

                Televizyon yapımcılığında insan beyni kalitesi ve insan potansiyeli çok önemlidir. Aynı şekilde maddi imkanlarda bir o kadar daha önemlidir diyebiliriz. Ancak bir program hazırlamak için illa da şu kadar bir meblağa ihtiyaç vardır deyip beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Biraz düşünüldüğünde, biraz araştırma ve istişare yapıldığında daha az maliyetle, daha az zamanda ve daha güzel programların yapılabileceği kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

                Hiçbir kimse, iyi bir şeylerin ortaya konması için, hiçbir kurum ve kişiden boşu boşuna birşeyler beklememelidir. Aynı derecede kendini de onlar kadar sorumlu tutmalı, birilerinin de kendisinden mutlaka birşeyleri yapmasını beklediklerini düşünerek hareket etmelidir.

                Program konusu sıkıntısı diye bir durum sözkonusu değildir. Düşünmeyen, üretmeyen, hazır bekleyen insan enflasyonu vardır. Zorları, insanlara faydalı olacak programları yapmak yerine, kolay olanı tercih etme, gerçekleştirme sıkıntısı vardır.

TARAFLI TELEVİZYON YAYINCILIĞI

                Sihirli kutu dediğimiz televizyon teknolojisinin halkları, toplumları, milletleri, devletleri ve dünyayı etkileyebilen yaygın bir haberleşme ağı oluşturduğunu ve dünyayı küçülterek evlerimizin içerisine kadar taşıdığını hepimiz bilmekteyiz. Toplumsal bir güç, etkileşim ve yönlendirme aracı olan televizyon aynı zamanda da çok stratejik bir silahtır. Devletler ve çeşitli odaklar arası sıcak ve soğuk savaşlarda televizyon hem siyasi, hem ekonomik, hem de kültürel bir harp mekanizmasıdır. Gerçekte televizyonun günümüzdeki en önemli boyutu sivil görev üstlenmiş olmasıdır.

                Ülkemizdeki mevcut televizyon ve gazete sahiplerinin geçmiş secerelerine baktığımızda müsbet bir görüntü görebilmemiz mümkün değildir. Geçmişleri ve oluşumları çok fulü bir görüntü arzetmektedir.

                Türkiye'deki televizyon, radyo ve gazete-dergi organlarının mevcut yapıları ve çalışmalarına bakıldığında, birinci planda siyasi, ikinci planda da ekonomik boyutun ağırlıklı olduğunu göreceksiniz. Siyasi sahipsiz bir tek medya organı gösterebilmek neredeyse hiç mümkün değildir. Başta televizyonun sahipleri ya devlettir, ya parti ve cemaat taraftarları ya da dış ve iç ekonomik bağlantılı holding patronlarıdır. Yani siyasi bir çizgisi, ideolojisi, hizmet ettiği bir anlayışı olmayan hiçbir yayın organı göremezsiniz. Kendilerine göre bunların kendi kanalları objektiftir. Dürüstlüğü, doğruluğu, halka hizmet etmeyi, kamu görevini yerine getirdiklerini, kendilerini memleket hizmetine adadıklarını yüksek sesle her zaman her zeminde haykırmaktadırlar. Bunlar ne derece doğrudur, ne derece yanlıştır halk tarafından izlenmektedir.

                Ancak bir husus vardır ve bilinmelidir ki; kişiler genel olarak tarafsız olamayacağı gibi, kurumları ve kurumlarının faaliyetleri de tarafsız olamayacaktır, olmamalıdır. Ancak taraflılık; doğrulardan ve adaletten yana objektiflik ve tarafsızlık çizgisinde ince bir ayrıntı teşkil etmeli ve ön planda vurgulanmalıdır. Müslüman tabii ki hakkın, adaletin, doğrunun, mazlumun tarafını tutacak, haklının yanında olacaktır. Aleyhine bile olsa doğru söyleyecek, hile ve entrikalara başvurmayacaktır. Müslümanın objektiflik, tarafsızlık anlayışı bu olmalıdır. Kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayan, herhangi bir menfaatine ters düşen kişiler ve kurumlar aleyhinde olur olmaz, gerçek dışı, ciddi bir araştırmaya ve belgeye dayanmayan yayınlar yapmak şerefsizliktir, adiliktir, taraflılıktır, kısacası nefsinin ve şeytanın tarafını tutmak, şeytanın avukatlığını yapmaktır. Aslında partinin veya herhangi bir cemaatin televizyonu olmaz, olmamalıdır. Televizyon insan için vardır, doğruyu, güzeli adaleti, ilmi, iletişimi ve gerekleri insana ulaştırır, hizmet eder, Hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran bir organdır, insan rehberidir televizyon. Televizyon belli bir partiye, şahsa, cemaate hizmet etmemeli, toplumun hak çizgisinde bir yayın yapmalıdır.

                Ama ülkemizde öyle televizyonlar var ki, bu ülkede yılın onbir ayı cinsel, bir ayı da dinsel yayınlarla insanları etkilediklerini düşünmektedirler. Yine öyle muhafazakar kanallar vardır ki, çırılçıplak kadınlar, kulağı küpeli cinsi sapıklar, sanatçı soytarılar ve ikili fingirdeşmelerle ekranları adeta işgal edilmiştir. Bunlar ne taraflıdırlar, ne de tarafsızdırlar, çok bulanık bir yayın yapmaktadırlar. Yine bazı kanallar var ki, birilerine, birtakım odaklara veya devlete yaranma, bir şeyler elde etme adına toplumun bilmesi, haberdar olması gereken birçok önemli konuyu es geçmekte, görmemezlikten gelmektedirler.

                Yine öyle televizyonlar var ki içlerinde yaşadığı toplumdan ve o toplumun kültürel değerlerinden hiç haberleri yoktur, yabancıdırlar, adeta düşmandırlar. Bu televizyon ve mensupları aslında bizim insanımızdır, adları da Ahmet, Mehmet, Ayşe'dir ancak şu ya da bu şekilde beyinleri yıkanmış, birtakım odaklar ve ideolojiler tarafından kiralanmıştır. Onların avukatlığını, savunuculuğunu, gönüllü uşaklığını yapmaktadırlar. Kendilerinden ve değerlerinden gafil birer şaşkındırlar.

                Yine ülkemizde mevcut bulunan özel kanalların bir kısmı, tamamen Amerika, İsrail, Fransa ve batılı devletler ile siyonist sermayeli  bir takım güçlerin kurduğu, desteklediği, finanse ettiği, yönlendirdiği kanallar durumundadır. Dış bağlantılar ile iç işbirlikçiler tarafından yönetilmektedir. Bu televizyonların asıl sahipleri, finansörü, fikir babaları arka plandadır ve yahudi asıllılar ile ünlü masonlardır. İşte siyasete, siyasi gelişmelere, hükümetin kurdurulmasına ve yıktırılmasına, partilerin kapattırılmasına toplum önderlerinin hapsettirilmesine, ihalelerin halledilmesine, bakanların atanmasına, devletin üst düzey görevlilerinin konuçlandırılmasında, bürokrasi işlerinde bu kanallar yoğun bir şekilde devrededirler. Bunlar, iktidarı ellerinde bulunduran güçler tarafından özel kredilerle, karşılıksız teşviklerle, reklam peşkeşleriyle desteklenmektedirler.

                Bunun içindir ki, bir takım yolsuzlukları ve kanunsuzlukları, yemlerinin kesilmemesi için görmemezlikten gelmektedirler.

                Yine ortaya çıkmıştır ki, sol ve orta sağ belediyelerin bazılarında, yolsuzlukların, vurgunların araştırılmaması için gazetecilere karşılıksız arsa tahsis edilmiş, bağışlanmış ve ev sahibi edilmişler, kimilerine de çeşitli adlarda maaş bağlanmıştır. Böylece menfaat zinciri devam etmiştir, menfaat zinciri sürdürülerek gerçekler halktan gizlenmiş ve halk soyulmuştur.

                Yine devletin birtakım ihalelerini almak için çalışan televizyon sahibi holding patronları mevcut hükümetin rızası doğrultusunda kendilerine her türlü desteği vermişler, yaptıkları yolsuzlukları örtbas etmelerini, duymamalarını, yayınlamamalarını isteyen kişiler de bu rüşvetleri televizyon patronlarına çeşitli yol ve yöntemlerle vermekten geri durmamışlardır. Türkiye'de televizyonculuk, kitlesel menfaatler sağlama, kendi reklamını yapma, karşılıklı çıkar ilişkilerini dengeleme, şantaj unsuru olarak kullanarak çeşitli kazançlar elde etme gibi durumlarla amacından tamamen sapmış bir görüntü sergilemektedir.

                Bunlara karşı koyan, pis oyunlara alet olmak istemeyen dürüst televizyoncular ve yazarların da işlerine son verilerek madur edilmişlerdir.

                Yine televizyon, bir partiye lider seçtirebilmek, seçimlerde kazandırabilmek, hükümet kurdurabilmek için yoğun bir çaba sarfetmektedir. Bunun canlı örneğini hergün görmekteyiz. Bir zamanlar belediyelerde iktidar olan SHP'ye yüklenmişlerdi, daha sonra ANAP'ın başına Yılmaz'ı getirmek için çaba harcadılar ve başarılı oldular. Seçimlerde devamlı ve çok dikkat çekici bir şekilde ANAP'ın adaylarına destek verdiler, onların konuştuğunu, gezdiğini, istediğini, gülümsediğini, yatıp uyuduğunu, yediğini, içtiğini, hobilerini dahi televizyon ekranından hayretle, pes doğrusu dedirtecek derecede izledik. Daha sonra DYP'ye ve onun başkanı Çiller'e karşı bir propaganda başlatıldı, aylarca, yıllarca sürdürüldü, burada da taraf tuttukları, objektiflik sınırını aştıklarını herkes gördü.

                Aynı kanallar 1997'de 28 Şubat sürecinin başlatılması ile Refahyol hükümetinin görevden uzaklaştırılmasında İmam-Hatiplilerin orta kısmının ve Kur'an Kurslarının kapatılmasında ve ülkenin bir darbe ve baskı sürecine sokulmaları ve devam ettirilmesinde bir motor rolü görmüştür. Bütün bunlara karşı var gücüyle direnen, ortama uymayan demokrasiye sahip çıkan, hiçbir siyonist çıkış odaklarının emeline hizmet etmeyen tek bir kanal vardı, işte bu da Kanal 7 idi. Halkın televizyonu olduğunu, yerli bir televizyon olduğunu, demokrat bir kanal olduğunu gönüllere su serperek belgeledi.

                Maalesef hala bu yayın organlarına, bu halk şu ya da bu şekilde destek vermektedir, bu halk hala akıllanmamıştır, şuurlanmamıştır, ne yapmak istediklerini bir türlü anlayamamışlardır. Onların verdikleri incik boncuk, yorgan yatak, çanak çömlekleri almaya ve onlara destek vermeye devam etmektedirler.

                Televizyon yayıncılığında müslümanın ilkeleri Hakk’tan yana, adaletten yana, doğrudan yana olmalıdır. Çizgi bellidir, ölçü bellidir, Kur'an-ı Kerim'de ve  sünnet-i seniyyede mevcuttur.

                Kur'an-ı Kerim bize her zaman adaletli olmamızı emderiyor;

                Nahl; 90 "Muhakak ki Allah, adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinadan, fenalıktan ve insanlara zulüm yapmaktan da nehyediyor...

                Televizyoncu doğruyu gizleyemez, saklayamaz, menfaati karşılığı çarpıtamaz, başkalarının isteği, menfaati doğrultusunda değil, Hakkın, mazlumun, menfaati doğrultusunda ele alıp, yayınlamalıdır.

                Bakara; 159 "İndirdiğimiz apaçık hükümleri ve doğru yolu, insanlara biz kitap da beyan ettikten sonra, gizleyenler (var ya) şüphesiz Allah onlara lanet eder."

                Maide; 8 "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan hakimler ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe götürmesin. Adalet yapın ki, o takvaya en çok yakın olandır. Allah'tan korkun çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

DİN-Î TEBLİĞ VE ŞERRE KARŞI MÜCADELE ÇERÇEVESİNDE RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIĞI

                Radyo ve Televizyon yayıncılığının islami boyutu nedir, ne değildir İslami radyo televizyon istasyonu, olmalı mıdır yoksa  olmamalı mıdır konularını biraz irdeleyelim istedik. Muhterem ağabeyim Mustafa Çetin Baydar çok önceleri bir eserinde "İslami Radyo Televizyon" kurulması yönündeki fikir ve düşüncelerini çaplı bir araştırmayla bir eser halinde neşretmişti. Bu fikrin yeterince anlaşılıp üzerinde düşünüldüğünü, hatta farkında bile olunduğunu sanmıyorum. Ancak ben şahsen bu fikri şiddetli bir şekilde destekliyorum, katılıyorum. Çünkü, holding patronunun televizyonu oldu gördük. Ayrıca cemaatin, partinin, tarikatın televizyon ve radyosunu gördük. Şimdi sıra, özerk, bağımsız, insanları hayra davet edecek, seçilmiş bir topluluğun kuracağı ve yöneteceği "İslami radyo-televizyon" kurumundandır.

                Müslümanlar bu konular üzerinde bu güne kadar ciddi bir şekilde düşünmediler, düşünecek zaman ve zemin bulamadılar. İnşallah bundan sonra düşünürler. Çünkü biz birşeyleri düşünüp, uygulamaya koymazsak, harekete geçmezsek, birileri birşeyleri uygulamaya çoktan koymuştur bile. Farkında olmamak, anlamamak, görmemek, hafife almak için sarhoş olmak gerekir, yani dünya zevki ve sefasından, sarhoşluğundan bahsediyorum.

                Hepimiz biliyoruz ki, radyo ve televizyonlar ve diğer iletişim organları tüm dünyayı, çevremizi ve evlerimizi firavunca bir kuşatmayla kuşatmış durumda. Allah (C.C.) ve Resulünün (S.A.V.) koyduğu tüm hudutları aşmak için kurulan sistemin, baş aktörlüğünü üstlenmiş durumdalar. Her eve ve her kalbe küfrün Allah'a isyanın, hayvani bir yaşamın empozesini, aşısını yapan yayınlar, hiç kayıt almamış körpecik beyinlere nakış nakış işlenen şeytani telkinler gece ve gündüz hiç durmaksızın, dinmeksizin akıp gidiyor. Bu ne tehlikeli bir gidişat, bu ne gaflet, bu ne delalet, bu ne deccallık, bunlara bir dur diyecek yok mu? Yaşayan ölüler gibi duran bu yüzde doksandokuz teranilerinin muhatabı insanlar, müslümanlar neredeler.

                Radyo ve televizyonlardan fışkırmakta olan bu deccal fitnesinden korunmak için harekete geçmenin zamanı çoktan gelmiştir ve geçmektedir.

                Dinimizin "düşmana kendi silahı ile mukabele" düsturunu aklımıza getirelim.

                Kur'an'ın şu ilahi emrine bir göz atmak gerekirse;

                Al-i İmran; 10 "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır."

                Bu; insanlara mutlaka zor gelir. İnsanlarımız gerçekten çok meşguller! Kimi dünya işlerinin halli peşinde, kimi güya Ahiret yurdunu arayan meşgaleler peşinde. Elzem olan; görevin seçimini yapamayacak kadar meşgul ya da şaşkın veya tercihi, kolay olanı seçmek. İnsan bir kere niyetlenmelidir, ümit etmeli, kendine vazife telakki etmelidir. Çünkü, Kur'an-ı Kerim bize:

                İnşirah 9 "Muhakkak güçlükle beraber kolaylık var" İlahi müjdesini ferman buyuruyor.

                Mümin bununla en azından kendini horlayanları, hakaret edenleri ve imanını küfürle değiştirmek isteyenleri dinlemek ve seyretmekten kurtulacak, onlara karşı kendini savunabilecektir. Düşmanlarının birbirlerine düşürmeye çalıştığı müslümanlar birbirleriyle kenetlenecekler, gönülbirliği ve güçbirliği oluşturacaklardır. Müslümanların karşılaştığı mutlu ve acı her türlü hadiseye İslâm kardeşliği duyarlılığıyla koşan, onu Alem-i İslam'a ulaştıran ve yorumlayan bir topluluk, bir merkez ortaya çıkacaktır.

                Müslümanların sahip olduğu yayın teknolojisi, felaketler yaşayan İslâm toplulukları için, acil yardım çağrıları yapan ve her türlü yardımların seferber edilmesini organize edip yönlendiren toplumsal bir vicdan olacaktır.

                Tebliğin bütün boyutlarıyla sunulabileceği emr-i bil maruf ve nehy-i ani'l-münkerin en güzel bir şekilde yapılabileceği bir rahmet teknolojisi istihdam edilmiş olacaktır.

                Tebliğ bir bütündür, yolu, yöntemi, metodu, zamanı ve zemini olduğu ve bunların çeşitlilikler arzettiği gibi aynı şekilde aracının da çeşitleri vardır. İlahi tebliğ muhatabını ararken, ister Hz.Adem ister Hz. İbrahim ve ister Hz. Muhammed (S.A.V.) çağında olsun, esas değişmiyor. İlahi nur, yaradılışın her anında, yeryüzüne iner ve muhatabına ulaşır.

                Televizyon çağımızın en etkili tebliğ ve iletişim vasıtasıdır, teknolojisidir. Allah'ın müminlere bir lütfudur, aslında müminler içindir, istifade edilmesi gereklidir.

                TRT kurumunun yaptığı dini programlar tamamen yasak savma kabilinden programlar olma özelliğinden öte gidememiştir. Aynı sunucu, aynı konuklar, aynı mekan, bilinen basit konular, sahte gülüşler. Bu kurumun yayın esasları dikkatlice incelendiğinde islami tebliğ esaslarına uyacak bir tek madde ve cümle bulmamız mümkün değildir. Her kurumda olduğu gibi, burada da Anayasa, kanunlar, inkılap prensipleri demokratik ve laik toplumun çağdaş, sözde akılcı esasları -büyük bir titizlikle dini yayınların içeriğini de üzerine basa basa belirlemiştir. Bu da yetmiyormuş gibi, programa katılacak konukların kılık, kıyafetlerine de bir standart, tekel getirilmiştir. Programda yer alacak şahıslar çağdaş bir görünüm içerisinde olmak ya da o programı tevafüken seyredebilecek Atatürk ilke ve inkılaplarına kökten bağlı çağdaşları ve devrimcileri rahatsız etmemek durumunda olmaya mecburdurlar. Ayrıca mevlit programlarının yayınında beyaz takke giymiş genç çocuklar yerine yaşlı insanların görüntüleri verilmelidir ki gençlerin camiye ve dine olan cezibeleri kabartılmasın.

                Bugün ciddi bir dini program yapıldığında, tebliğ; Allah'ın indirdiği, emir buyurduğu müjdeleyici ve azap ile korkutucu hükümler perspektifinde yapıldığında karşı mukavemet olacak mıdır, tabii ki bu mümkündür. Her türlü engellemeler, telkinler olacaktır. Evet şeytan; Allah'ın çağrısına uyarak, onun kulları için verdiği televizyon nimetini yine kulları için ve Hakk’ın rızasına uygun bir şekilde kullanmak isteyen müminleri caydırmak vesveselere saptırmak için işbaşında olacaktır. Şeytanın şeriyle celbetmesi, süvarileri, piyadeleri ve gönüllü uşak ve avukatlarıyla tamtamlar çalması ve yaygaralar koparması tebliğ programcıları tarafından sabırla metanet ve cesaretle, dava şuuru içerisinde karşılanmalıdır.

                Müslümanları hedef alan, onları Hak yoldan çıkarma, batılı sevdirme amacı güden diğer televizyon yayınlarının özünde Allah'ın ayetlerini iptal çabaları vardır.

                Sebe: 38 "Ayetlerimizi reddetmek için yarışırcasına gayret sarfedenler ise onlar Cehennem azabına hazırlanmışlardır.

                Allah'ın ayetlerini iptale yeltenenler düşmanlıklarını, bu ayetlerle hayat bulmağa çalışan müslümanlara yöneltmişlerdir. Sokaklarda attıkları kahrolsun şeriat naraları, ekranlardan kustukları küfür ve kinleri, müesseseleştirdikleri kurum ve odakları, kinlerini dalgalandırmada kullandıkları tüm imkan ve araçları vasıtasıyla topyekün, her mekan ve mevkiide, her fırsatta bazen tek tek, bazen sürüler halinde, bazen adları Ahmet, Mehmet, Ayşe, olarak bazen de yabancı uyruklarla bu görevlerini laikiyle yerine getirmektedirler.

                Enfal: 73 "Kafirler de birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz emredildiğiniz gibi yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne (islam zafiyeti) ve büyük bir fesad (küfür hakimiyeti) olur.

                Mutaffifin 29: "Suçlular şüphesiz inanmış olanlara gülerlerdi." 30: "Yanlarından geçtikleri zaman birbirlerine göz kırparlardı"

                Haşri 13; "Ey inananlar onların yüreklerine korku salan, Allah'tan çok sizlersiniz: (Onlar Allah'tan değil, sizden korkuyorlar) çünkü onlar anlamayan kimselerdir."

                Enfal 36: "Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcayan kafirler, yakında yine onu harcayacaklardır. Sonra da (gayelerine eremeyeceklerinden) bu onlara pişmanlık ve yürek acısı olacak, sonunda mağlub olacaklardır. Küfürlerinde sebat edenler toplanıp Cehenneme götürüleceklerdir.)

                Demek ki kafirlerin gayelerine ulaşmaları mümkün değildir. Ancak burada müminlere düşen vazife gereğince yerine getirilmesi şartıyla bunların hüsranı gerçekleşmiş olacaktır. Aksi taktirde hakim onlar olacak, müminlerde burada iyi bir imtihan verememiş olacaklardır. Şirkin ve küfrün bu meydan okuması karşısında inananların imtihanı başlar.

                Al-i İmran 186: "Andolsun ki mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz. Sizden evvel kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan da herhalde incitici (laflar) işiteceksiniz. Eğer katlanır sakınırsanız işte bu hadiselere karşı (gösterilmiş) bir azimdendir."

                Müslümanların şahsında, Allah'ın hayat veren ayetleriyle alay eden, onlara saldıranların, çağın en tesirli kitle haberleşme araçları olan Televizyon ve Radyo’yu merkez olarak seçmesi çok anlamlıdır. Çünkü müslümanların saflar tutarak televizyon ekranlarının, radyolarının önüne kurulup oturduklarını, oturdukları saatlerin tam tesbitlerini yapıp ve oturdukları yerlerden de kalkmaya hiç niyetli görünmediklerini çok iyi bilmektedirler. Uygun bir zamanı yakalamışlardır, artık işlem tamamdır ve yayın başlamıştır.

                Karşılarında kendilerini dinleyen, izleyen, boş kulakları, gözleri ve nefisleri görenler, bir yandan içine daldıkları batıl oyunlar ve eğlencelerle oynaya durup, karşısındakilere sözde vakit geçirtirken, bir yandan bu eğlence huzurunda, loş ortamdaki oyun ve oyalanmalarına  inananları da ortak edecekler, zaman zaman da küstahlaşarak, ahkamlar kesip fetvalar verecekler, alaylar edecekler ve saf kalpleri ile körpe dimağları batıla çağırmaya devam edeceklerdir.

                Evet bütün bu küfür kokan, şehvet ve isyan kokan, hayırsızlık ve hayasızlıklarla dolu, hayvanlardan da aşağı seviyeye inmiş durumda insan kılığındaki yaratıkların saldırı ve sataşmaları, islamla, müslümanlıkla ve her türlü kutsal değerlerle alay etmeleri ve zehir saçan yayınları karşısında müslümanların elbette birşeyler yapması gerekmez mi? Müslümanım diyenlere bir vazife düşmez mi?

                En'am 69; "Ayetlerimiz hakkında alay yönlü söz edenleri gördüğün zaman, kendilerinden yüz çevir, yanlarına oturma; ta ki Kur'an'dan başka bir söze dalarlar. Eğer onlardan yüz çevirme işini şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk da, o zalimler kavmi ile beraber oturma"

                Cenab-ı Allah bu şekilde ferman buyuruyor. Böyle bir durum karşısında acaba şu anki müslümanların tavırları nedir? Ağızlarını açıp onlarımı seyrediyorlar, yoksa kanalmı değiştiriyorlar, ya da hemen telefona sarılıp hadlerini bildiren tepkilerini mi gösteriyorlar. Yoksa Allah'ın ifade buyurduğunun aksine zalimler kavmi ile birlikte oturup onlarla aynı havayımı teneffüs ediyorlar. Müslümanlar bu mucizevi hitaba kulak vermelidirler, öğüt almalıdırlar. Koyacağı tepkilerin en kolayı ve basidi televizyonu kapatmak ya da tepkilerini herhangi bir metodla göstermek olabilir. Ancak müslüman her zaman kolay olana mı talip olmalıdır, seçeneği bu mudur? Daha geçerli ve kalıcı olan seçenek hangisidir. Tabii ki en geçerli seçenek televizyona sahip çıkmak ve bu teknolojiyi öğrenip aynı şekilde karşı koymaktır. Aynı kanaldan, aynı ortamda, aynı kitlelere aynı şekilde hitap etmek, zaiyatı önleyip engel olmak, doğruyu, adaleti, hakkı bildirmek, nefisleri ıslah etmek, insanları şerre değil hayra sevketmek icabetmektedir. Görev budur, tercih bu olmalıdır.

                Bu tercihi Cenab-ı Mevla şu şekilde ferman buyuruyor;

                Nahl: 125 "(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel hangisi ise onunla yap. Şüphesiz ki Rabbin o yolundan sapanı en iyi bilendir. O, hidayete ermişleri de en iyi bilendir."

                Evet, şüphesiz mücadelenin olduğu yerde Allah'ın rahmeti ve hidayeti vardır. Allah'ın inananlara vaadi vardır, inananların sahibi ve destekleyicisidir Allah. Kafirlere karşı müminleri galip kılar.

                Bakara 153: "Ey iman edenler. Sabırla ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Muhakkak Allah'ın yardımı sabredenlerle beraberdir."

                Aksi taktirde, kafirlerin, müşriklerin, münafıkların, hıristiyan ve yahudilerin, beyinleri kiralanmış masonların ve kendini müslüman olarak tanımlayan fasıklar zümresinin televizyon tekelleri ve kurdukları hegomanyaya boyun eğip zelil bir şekilde onların edilgen bir hedefi haline gelip onları seyretmek, Allah korusun, helakin hak edilişi, başlangıcı sayılabilir.

                Allah'ü Teala bu duruma düşebilecekleri şu ilahi ihtarla ikaz ediyor;

                Nisa: 97 "(Mekke'den hicret vacip olduğu zaman oradan hicret etmeyip küfür diyarında kalıp) nefislerine zulmettikleri halde, meleklerin canlarını aldığı kimselere (azarlama kastı ile) melekler şöyle derler: Ne işte idiniz? Onlar -Biz Mekke'de zayıf kimselerdendik, hicret etmekten acizdik derler. Melekler de -Allah'ın arzı geniş değilmi idi? Siz de oraya hicret edeydiniz ya! derler. İşte onların yeri Cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir."

                Nisa 98: "Erkek, kadın ve çocuklardan gücü yetmeyen biçarelerle hicret için yol bulamayanlar müstesna (onlar cehennemlik değillerdir)"

                Görüldüğü gibi Allah-ü Teala bu hususda mazeretleri geçersiz sayıyor. Zira Allah'ın arzı geniştir, yapılacak çok şey vardır. Artık Allah'ın arzındaki uzay boşluklarından, elektromanyetik dalga frekansları sayesinde yeryüzünde bozgunculuk ve fitne çıkaran, şerre çağıranlarla yüzyüze gelmek onlarla iç içe olmak mümkün olduysa, insanları doğruya, güzele, Hakk’a çağıranlarla da yüzyüze gelmek, gönül gönüle olmak mümkün olmaktadır. Öyleyse yapılacak birşeyler vardır, bir görev vardır. Bu görev olsa olsa, Allah'ın arzında frekanslar ve dalga boyları arasında, insanları Allah'a kulluğa davet eden, emirleri ve nehiyleri bildiren, müslümanların çağdaş hicreti olacaktır.

                Allah'ın arzı şüphesiz geniştir. Radyo-televizyon yayınlarının yayıldığı uzay boşlukları da geniştir. Orada daha nice radyo-televizyon yayınlarının ve haberleşmenin yapılacağı frekanslar ve dalga boyları vardır, hazine Allah'ındır.

                Televizyon karşısında saatlerce zaman harcayan, çoluk çocuğu ve tüm aile fertleriyle başında oturup kalmış kişilere "Allah'ın 'ne işteydiniz?'" sorusuna verebilecekleri cevap ne olabilir hiç düşünmez misiniz?

                Hz. Muhammed (SAV) Mekke döneminde müşriklerin saldırı ve tuzaklarına, sataşmalarına daha rahat karşı koyabilmek (cevap verebilmek) için Allah'ın geniş olan arzının bir başka köşesine çekilmişti. Şimdi artık şehirlerde, köylerde kasabalarda kuşatma diye birşey yok ki başka bir yere hicret edilebilsin. Kuşatma her yerde, topyekün tüm dünya üzerindeki tüm evlerde, müslümanlar artık farklı bir kuşatmayla, şirkle, küfürle tüm aile fertleriyle birlikte yakalanmışlar kuşatmaya.

                Artık müslümanların bu kuşatmaya aynı teknikle, aynı arzdan aynı imkanlarla ve aynı silahı kullanarak karşı koymaları gerekmiyor mu?

                Bu hususta müslümanların atması gereken ilk adım, mevcut televizyon yayınlarının müşterisi olmaktan çıkmaktır.

                Artık, müslümanlar bulanık yayın yapanlara aldırmamalıdırlar, uyanık olmalıdırlar. Ne RTÜK, ne de bir başkası bu bulanıklığı, kaldıramaz, sinsi yayın politikasını değiştiremez, engel olamaz. Bizim değerlerimiz üzerinde dans eder, alay eder, rakseder dururlar.

                Mü'min 4: "Allah'ın ayetleri üzerinde inkar edenlerden başkası tartışmaya girmez. Ey Muhammed! İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın:"

                Bu insanlar nefislerini ilah edinmişler ve şaşırmışlardır. Hergün memlekette ahkam kesmekte, istediklerini elde edebilmekte, sözlerini dinlettirmektedirler. Bilgileri dahi olmadığı islamiyet ve müslümanlar hakkında her türlü düzmeceler, uydurmalar, yorumlar ve haberler yaymaktadırlar.

                Casiye 23: "Ey Muhammed! heva ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olmadığı halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?..."

Mesajın Televizyondan Verilişi

                Dini yayın olarak şuan ki hazırlanıp yayınlanan programlarda mesajlar direkt vaaz, sohbet ve de nasihat üslubuyla verilmektedir. Bu klasik ve çok basit bir metotdur diyebiliriz. Bu metotla seyirciyi etkileyebilmek, mesajı körpe dimağların, akıl sahiplerinin ta şuur altına işleyebilmek, onları etkileyebilmek mümkün değildir. Bu ham ve klasik bir metotdur. İzleyicisiyle tam bir bütünlük ve paylaşım söz konusu değildir.

                Halbuki hepimiz izliyoruz ve görüyoruz ki, yabancı film ve dizilerin birçoğunda din bir fon olarak bazende anafikir olarak yerini almaktadır. Hayatın tüm dokularında yer alan din faktörü hiçbir çarpıtmaya ve kısıtlamaya uğratılmadan çok bilinçli bir şekilde hazırlanan ve çekilen senaryoyla bu filmlerde yer almaktadır. Yabancı orjinli filmleri yedi yaşından itibaren iyi bir alıcı olarak izleyen bir çocuk onbeş yaşına geldiğinde Hıristiyanlıkla ilgili bilinmesi gereken her şeyi bilir hale gelmektedir. Bu filmlerde dikkat edilirse; İncil, İncil’den cümleler, kiliseler, çanlar, haç kolyeler, manastırlar, rahip ve rahibeler, misyonerler, dini ayinler, dini tarih, din şahsiyetleri, vaftiz törenleri, dini günler, noel kutlamaları ve noel babalar olağan bir filmin, hayat kadar gerekli ve tabii görünen akışı içinde çok akıcı ve sakin bir üslupla verilmektedir. Böylece körpe dimağların iyi yetişmeleri amaçlanmaktadır. Tabii ki sadece kendileri için değil, aslolan diğer dinlere mensup kişilerin sempatilerinin kazanılması, aşama aşama kendi dinlerine ve kültürlerine meyledilmesinin ve nihayet Hıristiyanlaşmasının hedefi güdülmektedir.

                Allah aşkına bizim kaç tane filmimizde böyle bir senaryo, içerik ve amaç vardır. Tam tersi, şu bizimkilerin hazırladıkları tüm televizyon ve sinema filmlerinde dine, inananların şahsiyetlerine ve kültürel değerlerine alenen bir saldırı, hafife alma ve alay etme vardır. Bu çalışmalar, başka ideolojilerin ve devletlerin gönüllü uşaklığını ve körü körüne savunuculuğunu yapanlar tarafından hazırlanmıştır. Kendilerine göre bir doğru yol bulmuşlar, kendilerini aydın, çağdaş, ilerici, kendilerinden olmayanı da gerici, yobaz gibi çeşitli yaftalarla aşağılamaktadırlar.

                Maide 59: "De ki; Ey ehli kitap! Allah'a ve bize inzal olunana ve ondan evvel indirilen şeylere iman etmenizden başka ne kusur buluyorsunuz? Muhakkak sizin çoğunuz fasıklardansınız."

                Maide 60: "De ki; Allah katında bir ceza olmak bakımından bundan fazla şerri ve fena olanı size bildireyim mi? Allah'ın üzerlerine lanet ve gazap eylediği, içlerinden maymunlar ve domuzlar yaptığı ve şeytana tapan kimseler daha şerlidirler. Doğru yoldan daha fazla sapmışlardır."

                Evet bu insanlar şerlilerin en şerlisi kişilerdir. Çünkü sadece kendilerini değil fikirleriyle, konuşmalarıyla, yapımlarıyla, sanatlarıyla ve tüm ömürleriyle kitleleri yoldan çıkarmaktadırlar, şeytana tabi etmektedirler. Yeryüzündeki fitne ve fesatlara, bozgunculuklara zemin hazırlamaktadırlar.

                Müslümanların temel değerleri; (Ehli kitap başta olmak  üzere) bizdeki gönüllü uşaklarıyla birlikte topyekün kafirler, müşrikler, münafıklar, fasıklar, cahiller tarafından değiştirilmeye, saptırılmaya, bunlar yapılmayınca da alaya alınmaya, karalanmaya, sistemli bir şekilde şüphe uyandırılmaya çalışmaktadırlar.

                Cenab-ı Allah'ın ilahi ihtarlarına kulak vererek konumuzu toparlamaya çalışalım.

                Al-i İmran 200: "Ey inananlar, sabredin, direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başarıya eresiniz".

                Muhammed 38: "İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağrılıyorsunuz; ama içinizden kimisi cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse o ancak kendisine cimrilik eder. Allah zengindir, sizler fakirsiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar".

                Bakara 250: "Rabbimiz üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam tut ve o kafir millete karşı bize yardım et".

 

 

TELEVİZYON YAYINLARININ SİYASİ BOYUTU

                Televizyon insanoğlunun gündemine 1950 ve 1960'lı yıllar arasında girdi. Televizyon, insan hayatında öylesine etkili bir iletişim vasıtası oldu ki, o küçücük kutunun gücü, devletlerinkine bile ulaştı. Televizyon kanalları; dünyayı yönetip, yönlendiriyor kanaati de haklı olarak bu yüzden yaygınlaşmaya başladı.

                En iptidaisinden, şimdilik en gelişmiş teknolojiye sahip görünen televizyon kanalına kadar, bütün kitle iletişim vasıtalarında çift yönlü ve potansiyelli bir etkileşim sözkonusudur. Bu çift yönlü etkileşim, bu vasıtaları kullanana göre değişmekte, iyinin eline geçince iyi, kötünün eline geçince de kötü ve yanlış etkileşimler meydana gelmektedir. Böyle olunca da doğrunun elinde bulunan doğru, yalancının elinde bulunan televizyon da yalan haber üreten bir mekanizmaya dönüşüyor. Televizyonun bu konumu üzerinde dikkatlice düşünüldüğünde, onun nükleer silahlardan daha tehlikeli, belki de içinde yaşadığımız çağda onların promotörü durumunda olduğu görülecektir. Nitekim, kendilerini en ciddi ve tarafsız olarak lanse eden dünya televizyon kanalları bile, hiç kimseden çekinmeden ve hiçbir ciddi araştırmaya, bulgu ve delile bile dayandırmadan bu yalan haberlerle kitleleri birbirlerine kırdırabiliyorlar.

                Televizyon denilen bu görünmez devlete, insanlar o derece endekslenmişlerdir ki, kanallar arasında seçim yapmak, değiştirmek mümkün olmaz hale gelmiştir. Çünkü zihniyet aynıdır, içerik aynıdır.

                İşte televizyonu tehlikeli yapan, onun bu iki yüzlü olabilme özelliğidir. Nitekim bakıyorsunuz, eti budu meydanda, uzun tırnaklı boyalı dudaklı, güleç yüzlü bir spiker çıkıyor, televizyon stüdyosunun dönerli koltuğunda gözlerinizin içine baka baka yalan söylüyor. Söylediği şeyin yalan olduğunu pekala kendisi de bidiği halde, gerek patronlarının oku diye önüne koyduğu, gerekse kendi siyasi görüşüne de uygun düşen bir haberi memnuniyetle, iştahla sizlere sunabiliyorlar.

                Üstelik bu yayınları kendi izleyicileri aleyhine söylüyorlar, yapıyorlar da, kendisi aleyhine konuşulan kişi ve kişiler buna hiçbir müdahalede bulunamıyor. Söyledikleri onlara kar kalıyor. Meğer ki, aleyhinde konuşulanın da bir TV kanalı olsun ve muhatabının yalanlarına, karalamalarına cevap verebilsin.

                Ve ne yazıktır ki en büyük televizyon kanalları, dünyayı sömürmekte olan süper devletlerin ve onların emir komutalarına göre üreten kukla uydu devletlerin uydurma iktidarları ve iktidarcılık oynayanlarının, elinde ve kontrollerinde bulunmaktadır.

                Bu kanallar asıl itibariyle dünyayı yöneten siyonist sermayenin kontrolünde olduklarından kukla iktidarlar ile manda hükümetlerin yem oluklarından dışa bağımlı holdinglerin reklamlarından beslenmektedirler.

                Bu ifadeyle, Türkiye üzerinde çeşitli emelleri bulunan batılı ülkeler her yıl çeşitli kanallarla üçyüz trilyon dolar ve sterlin yardımı bu medya organlarına aktarmaktadır. Dolar ve sterlinlerin ardından, o ülkeyle ilgili yayınlanması, uygulanması hedeflenen stratejik raporlar, hükümler,  direktif ve tavsiyeler yine değişik içeriklerle ve yollarla iletilmektedir.

                Böyle olunca da, tabii ki diğer televizyon ve gazeteleri de bu babda değerlendiriyoruz. Bunlar belli bir mutlu azınlık sınıfının çıkarları için programlarını yapıp kurdukları uydu sistemleriyle halkı sadece kendilerini izlemeye zorlayınca, tarih de hep tekerrür ettiği gibi, ezilenler ezilmeye devam ediyor, sömürenler de bu dünyadaki sahte saltanatlarını ve sahte cennet hayatlarını böylece sürdürüyorlar. Durum öyle gösteriyor ki, bu düzen bir müddet daha devam edecek ve kendileri aleyhinde televizyon programları yapılan bu insanlar, kendi televizyonlarını kurmadıkları taktirde, onların bu ezilmişlik durumları süreklilik arzedecektir.

                İşte genelde bütün ezilmiş insanların, özelde de biz müslümanların kendi değerlerimizi anlatabilmemiz, kavrayabilmemiz açısından, bu konuda çok hassas olmamız ve sömürü düzenlerinin her türlü oyunlarını bozmak için fert ve cemiyet olarak, kurum ve devlet olarak seferber olmamız, birşeyler yapmamız icabetmektedir.

                İslami literatürde, haber ulaştırmanın adı, tebliğdir. Allah'ın emirlerini başkalarına iletmek şekliyle özetleyebileceğimiz tebliğ müslümanlar için varolma sebebidir. Bunun içindir ki, Allah-ü Teala hazretleri, bu tebliği yapanları, insanlara iyi ve güzel şeyler sunanları, müjdeleyen ve ikaz edenleri "En güzel sözlü olarak vasıflandırmakta, bu vasıfı da müslümanın şiarı olarak şu ilahi hükümle ferman buyurmaktadır.

                Al-i İmran 104: "İçinizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir."

                Nahl 125: "Ey Resulüm, insanları Kur'anla güzel söz ve nasihatla Rabbinin yoluna (İslam’a) davet et. Onlara karşı, en güzel olan bir mücadele ile mücadele yap. Şüphe yok ki, Rabbin yolundan sapanı en iyi bilendir ve o hidayete kavuşanları da en iyi bilendir."

                Ali İmran 9: O halde fayda versin (yahut fayda vermesin) sen Kur'an ile öğüt ver; (tebliğ vazifeni yap)"

                Allah'ın hükümleri böyle. Müslümanlar hala niye dururlar, niye mallarını, mesailerini, beyinlerini bu çok stratejik meseleye harcamazlar, niye bu zaiyatı önlemek için ittifak etmezler. Niye düşmanlarını tanıyıp, ona göre önlemlerini almazlar, karşı hareket başlatmazlar.

                Nisa 104: "Düşmanınız olan kavmi (birliği) arayıp takip etmekte gevşeklik göstermeyin."

                Hadid 16: "İman edenlere (hala) vakit gelmedimi ki, kalpleri Allah'ın zikrine ve inen Kur'ana saygı ile yumuşasın; ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçipte kalpleri katılaşmış ve çoğu fıska dalmış bulunanlar gibi olmasınlar."

                Müslümanların bu tür yayınlar karşısında alışık bir vaziyete bürünüp sessiz kalmaları, sessiz kala kala, rıza göstere göstere kalplerini katılaştırmaları Allah muhafaza fıska düşmelerine, onlardan (fasıklardan) olmalarına giden bir yoldur.

                Bu yolda yatırım yapmaya ticari gözle bakanlar, ortaklıklarından yıllık kar ve değişik menfaat bekleyenler artık bu at gözlüklerini bir an evvel çıkarmalıdırlar. Olayın ekonomik boyut ve beklentisi müslüman için bu alanda en tehlikeli ve nafile bir düşüncedir.

                Bakınız Allah-ü Teala böyle düşünenlere şu şekilde bir hatırlatma ve ferman buyuruyor.

                Bakara 274: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikar hayra harcayan kimseler var ya, işte onlara, Rableri katında ecirleri (mükafatları) vardır. Onlara hiç bir korku yoktur; ve onlar mahsunda olmayacaklardır.”

                Al-i İmran 180: "... Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

                Maide 2: "İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir."

                Televizyon konusunu tek yönden ele alıp değerlendirmek de yanlıştır. Çünkü televizyonun stratejik bir silah ve savaş mekanizması olduğunu, her kanalın, her radyonun ve gazetenin bir cephe, bir mevzi veya bir alay olduğunu dikkatlerden kesinlikle çıkarmamak ve bu şekilde ele alıp değerlendirmek gereklidir.

                Öyle ise televizyonu düşman bir silah olarak kullanıyorsa ve hatta savaşlarla halledilemeyecek birçok konuyu bu yolla halledebiliyorlar ise, bu cepheye müslümanların da tabur göndermesi, asker göndermesi ve karşı saldırıya geçmesi gereklidir. Bu görev ayrıca dini bir emirdir, hükümdür, farz-ı kifaye bir ibadettir diyebiliriz.

                Bu konuyla ilgili Allah'ın hükümlerine bir göz atmak gerekirse;

                Enfal 39: “Yeryüzünde fitne kalmayıp din, tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar savaşın, cihat yapın. Eğer küfürden vazgeçerlerse, Allah yaptıklarını görür ve mükafatlarını verir.”

                Nisa 77: "Onların üzerine savaş farz kılınınca, içlerinden bir topluluk, Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku ile insanlardan korkuyor. Onlar: Ey Rabbimiz, üzerimize şu savaşı niye farz kıldın, ne olur bizi yakın bir vakte kadar geri bırakaydın! dediler. Onlara şöyle de: Dünyanın zevki pek azdır. Ahiret ise sakınanlar için muhakkak daha hayırlıdır; ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazsınız."

                Dünyanın zevki müslümanlar için çok azdır, müslümanların hedefi Allah'ın rızası ve ebedi ahiret yurdudur.

                Nihayet Allah-ü Teala düşmana ne şekilde karşı koyulması gerektiğini de şu hükümle beyan buyurmaktadır.

                Bakara 194: "Hürmetler karşılıklıdır. Bunun için, kim sizin üzerinize saldırırsa. siz de aynen ona, size yaptığı tecavüz gibi saldırın…"

                Buradaki emirde; düşmanımızın silahıyla silahlanmamız, aynı silahla, aynı teknoloji, aynı yöntemle ve aynı şiddetle karşılık vermemiz öğütlenmektedir.

                Televizyon; dinsizin elinde dinsizlik, dindarın elinde dindarlık, soyguncunun elinde hırsızlık, teröristin elinde terör, dayatmacıların ve diktatörlerin elinde zulüm ve zorbalık hamiyetperverlerin elinde ise insanlık ve fazilet öğretir.

                Bunun içindir ki; kurmuş oldukları fuhuş televizyonları ile hergün biraz daha çocuklarımızı, neslimizi bizden koparıp, cinayet filmlerine kurban eden televizyon mafyasına karşı, tez elden bizlerin de başkasına saldırmak için değil, fakat yıllardır bizleri sömürmekte olan zihniyete karşı kendimizi korumak ve başta din olmak üzere bütün değerlerimizi öğretme tekelini elinde bulunduranlardan bu tekeli alıp, kendi değerlerimizi kendimiz anlatmamız için TV kanalları kurmamız, yayın kriterlerini, programların içeriklerini güçlendirmemiz gerekmektedir.

                Olayı sadece müslümanlar açısından da değerlendirmemek lazım. Çünkü biz müslümanlar, yalan üretmeyecek televizyonlar kurduğumuzda, müslüman olmayan mazlumları da, ağalarının tahakkümünden, onların insanları kişiliklerinden arındıran politikalarından ve asimilasyon zorbalıklarından kurtarmış olacağız. İşte televizyon böylece güçlüdür. Biz ise güçlüden yana değil, güçlüye; mazlumları ezmemesi için gem vuran anlayıştan yanayız. Bu anlayışın tahakkuku için de, en mühim kriterlerden biri olan televizyona hakim olmak gerek…

                Artık herkesin evinde televizyonu var, herkes onu seyrediyor, herkes ondan kendi anlayışına göre bir yarar sağladığını düşünüyor ve hepsinden önemlisi artık bu hayatın bir parçası olarak kabul edilmiş bulunuyor. Onun herkesi kendine bağladığı, dahası bağımlı hale getirdiği  bilinmeyen bir olgu değil. Bir düğmeye basmakla dünyayı evimize taşımanın sağladığı keyif başka hangi amaçla elde edilebilir.

                Diğer bir açıdan da TV; insani ilişkilerin etkinliğinin asgari seviyeye indirgenmesinde de sinsi bir rol oynamaktadır. Aynı şekilde insanların yalnızlaşmasını ve yabancılaşmasını da hızlandırmaktadır.

İşletmecilik Boyutu:

                Televizyonları beş temel yapıda incelemek mümkündür.

                1- Kuruluş Amacı

                2- Kuruluş Kapasitesi

                3- İşletme Becerisi

                4- Yasal Çerçeve

                5- Programlar ve Kültür Kaynakları

                Türkiye’deki televizyonların amaçlarını tam olarak kestirebilmek mümkün değildir, bunu kendileri de net olarak izah edemezler. Ancak yayın çizgilerinden ve görünümlerinden niyetlerini kestirebilmek mümkündür. Hatta bazılarını isimlerinden dahi anlayabilirsiniz. Kapasitesi büyük olan televizyonların maddeci bir anlayışa sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu tür televizyonlarda, menfaat ilkeleri hakimdir. İdeolojileri olduğu varsayılsa bile, çıkar ve menfaatleri için zaman zaman ideolojilerini sattığı da bir gerçektir. Bu tür televizyonlar aslında en tehlikeli olanlarıdır. Genelde resmi ideolojilerin ve birtakım sözde ilkelerin borazanlığını yapan ve devlet tarafından zaman zaman çeşitli yollarla desteklenen bu televizyonlar, doğruları eğri, eğrileri ise doğru göstermede bir hayli maharetlidirler. Halkı oyalayan, konuları saptıran, gündemi belirleyen, sevmediği şahıs ve kurumları karalayan, sevdiği (ideolojisi ve çıkarları için) insan ve kurumları benimseten "kökten menfaatçi ve mandacı" bu televizyonlar bir gecede, bir insanı isterlerse vezir, isterlerse rezil yapabilmektedirler. Kendi menfaatlerini herşeyin üzerinde tutan bu televizyon kuruluşları, bazen müslümanları öğüt safsatalarıyla hedef gösterip bölücülüğün tohumlarını aşılarken bazen de birden bire barışçı, demokrat, hümanist oluverip çağdaşlıktan, insan haklarından bahseden bir öncü, bir yol gösterici oluvermektedirler. Bu tür televizyonlar programlarını düşünceden çok duygulara hitap edecek tarzda düzenlemektedirler. Böylece maliyeti ve emeği düşürerek seyretme oranını yükseltmek mümkündür. Beğenilen programların arasına da sık sık reklam koymaları, toplum çıkarlarından evvel kendi çıkarlarını göz önünde bulundurduklarının bir işaretidir diyebiliriz.

                Televizyonların profesyonel ve yeretince kadroya sahip olması kuruluşun sermayesiyle ilgilidir. Büyük sermayeyle kurulan televizyonların şu anki yayın programları tartışılsa bile, teknik açıdan üstünlük sağladıkları bir gerçektir. En önemlisi yayınlarının net olarak her yere rahatça ulaşabilmesidir.

                Şu anki televizyon yapımlarıyla ilgili düzenlenmiş kanunlara göre yapacağınız her türlü program resmi ideolojinin politikasına uygun olmak zorundadır. Dine uygun çok güzel bir program yapabilirsiniz, lakin ideolojinin kanun adamları ve bekçileri sizin beğendiğinizi beğenmezlerse, uygun görmezlerse ne olacak.

                Televizyonculukta işletme becerisi de çok mühim bir meseledir. Birçok kuruluş işletme becerisi gösteremediğinden piyasadan silinmek zorunda kalmıştır. İşletme aslında her müessese için önemli bir faktördür. Bir müessesenin kuruluşu yapısal olarak çok mükemmel olabilir. Ancak kötü bir işletmecilik kısa sürede bu kurumu bitme noktasına sürükleyecektir.

                Kurumlarda sık sık personel değiştirmek çok yanlış bir uygulama olduğu gibi, personelin özgün düşüncelerine, çalışmalarına, icadlarına  müdahalede bulunmak, sıkı bir programcılık disiplini uygulmak da çok yanlış bir davranıştır. Personele sakin bir çalışma ortamı hazırlanmalı, yeni projeler, buluşlar ve programlar için teşvik edilmeli, yardımcı olunmalıdır. Personelin serbest programcılık ve dış piyasa çalışmalarına da destek verilmelidir.

                Programlar ve kültür kaynakları toplumu çok ilgilendiren unsurların başında gelmektedir. Proğramların kalitesi kadar mesajları da önem taşımaktadır. Materyalist yayın yapan televizyonlar adeta bir gazino görüntüsünü andırmaktadır. Sahte gülüşler, sanatçı kılığındaki hokkabazların küstahlıkları, insanları güldürebilmek için her kılığa giren garip garip yaratıklar…Doğallıktan uzak, tepinmeye ritim veren bir müzik bu tür televizyonların en önemli ve yüksek ritingli programlarının başında gelmektedir. Proğramlarında çıkardıkları sanat erbabları nedense hep aynı kişiler aynı sanat dallarıdır. Bunların başlıcaları, televizyon oyuncusu, spiker, manken, şarkıcı, türkücü, heykeltraş, manikürcü, tiyatrocu vb. sanatçılardır. Sanki başka sanat dalı ve sanatçı kalmamıştır, toplumu sadece onlar ilgilendirmektedir.

                Bu tür programlar, personel haricinde sadece sahne sanatçısına para verildiğinden ucuza mal edilmektedir. Üstelik bu programları seyredenlerin fazla oluşu da televizyona puan kazandırmaktadır. Bu tür program seyircileri aslında işi gücü olmayan, ne kendisine ne topluma faydası bulunmayan, şuursuz, idealsiz kalabalıklardır, insan yığınlarıdır diyebiliriz. Yine seyirciyi toplayan diğer bir programda futbol maçları olmaktadır. Futbol maçlarının ekrandan canlı olarak veya banttan verildiği yetmemiş olacak ki, bir maçın arkasından günlerce, defalarca programlar türetilip, çeşitli yayınlar yapılmaktadır. Bunlar çok basit, masrafsız, bir o kadar da izleyicisi çok olan programlardır.

                İspanya’yı kırk yıl idare eden ünlü diktatör General Franco, kitleyi meşgul eden en önemli unsurlardan futbol olmasaydı ülkeyi istediğim şekilde idare edemezdim diyerek bir gerçeği ifade etmektedir. Günümüzde de bu faktörlerin yaygınlaştırılmasının ve insanların beyinlerinin toplaştırılmasının altındaki sebep olarak devlet politikaları yatmaktadır. Gündüz saat ondörtte başlayacak bir maç için, sabahın beşinde stad önünde kuyruğa giren insanların çoğaldığı bir ülkede neler yapılamaz ki... İnsanlarının bilinçlendirilmesi, eğitilmesi, üretken hale getirilmesi yerine kitleyi meşgul ve deşarj edecek kaynakların yürürlüğe koyulması, can çekişen sistemin ömrünü daha da uzatmaktadır. Halkın bilincinin artması, sistemi yaralayacak ve alternatif çözümler sunacak enerji ve tavrı da beraberinde getirecektir.

                Ayrıca bu programların eğiticilik yönüne de rastlamak mümkün değildir. Seviyesiz, basit komediler (arkadan gülme sesiyle takviyeli) zorlama ve sıradanlık, mutsuz kişileri oyalayan, çılgınlık ve rezilliğin dorukta olduğu programlar, düzeysiz filmler, dikkatleri çekebilmek için ünlülerin ellerine verilen mikrofonlarla yapılan garip konuşma ve acayip argo hareketler ne yazık ki toplumun zamanını çalan, zarar veren dinamit yüklü içi boş programlardır.

                Bu programlara kaynaklık eden altyapı ise, içine biraz yerli kültür de katılmış melez batı kültürü ve felsefesidir. Batının müziği, kıyafeti, davranış tarzı, düşünüş biçiminden ahlak anlayışına ve aile yaşantısına kadar uzanan bir yaşam biçimi, ne yazık ki Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar bir devlet politikası olmuştur. Bu anlayıştaki ve tarzdaki tiyatrolar, sinemalar, bale okulları, sanat faaliyetleri, bilim adamları, gazeteciler, yazarlara, devlet tarafından madalyonlandırılmış ve desteklenmiştir. Bu kafadaki insanların önemli makam ve mevkilere gelmeleri, madalyalar, ünvanlar, bu doğal teşviklerin birer sonuçlarıdırlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TELEVİZYONUN TARİHTEN GÜNÜMÜZE GELİŞİMİ, MEVCUT DURUMU VE ETKİLERİ

             Önceleri herkesin basit bir eğlence aracı olarak gördüğü televizyonun günümüz itibariyle bir çok basamakları tırmanarak, kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasi alanda çok önemli bir konuma geldiği herkesin malumudur.

             1929 yılında İngiltere ve Almanya, 1931 yılında ise Fransa televizyonla tanıştı. İlk düzenli yayını İngiliz BBC yayın kuruluşu gerçekleştirdi. 1962 yılına gelindiğinde ise bu sihirli ekran artık renklenmişti. Televizyon ülkemize geç sayılabilecek bir tarih olan 1952'de geldi.

             İstanbul Teknik Üniversitesi haftada bir gece deneme yayını yapmaya başladı. Devlet televizyonu ise 31 Ocak 1968 de haftada üç gün kısa süreli düzenli yayına geçti. İlk renkli televizyon yayıncılığına da ancak 1982 de geçilebildi ki, hatta mevcut olan televizyonların tamamı siyah beyaz sisteme göre imal edilmişti. ABD renkli televizyona geçtiği ve imal edebildiği halde özellikle Türkiye başta olmak üzere az gelişmiş ülkelere ekonomik çıkarları uğruna devamlı olarak siyah beyaz televizyon ihraç etmişti, daha sonra renkli televizyonları piyasaya sürdü. Yepyeni siyah beyaz televizyonlar ya çok ucuza el değiştirdi ya da hurdaya atılarak büyük bir israf gerçekleştirildi. Başta ABD olmak üzere televizyon üreten firmalar müthiş bir gelir potansiyeli elde ettiler ve bu işten çok karlı çıktılar.

             Önceleri çok dar bir alanı kapsayan yayınlar 1973 yılında ülkenin dört bir yanına yerleştirilen vericilerle büyük kitlerere ulaşma imkanı buldu. 1986 yılında 2. kanal yayına başladı. Televizyon yayıncılığında devlet tekeli Anayasaya rağmen 8.Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın oğlu Ahmet ÖZAL'ın kurduğu "Star 1" adlı televizyon kanalıyla kırılabildi ki daha sonra televizyon ve radyo istasyonlarının önü arkası kesilemedi. Günümüze baktığımızda özel televizyon ve radyoların  sayısını tespit etmek bile zordur. Bırakınız illerimizi, ilçelerimizi, bazı köy ve mezralarımızda bile özel televizyon ve radyolarımız yayın yapmaktadır.

             Mevcut kanallarda izlediğimiz kurguya dayalı hemen hemen bütün eserlerin arka planında, başkalarının hayatlarına karşı beslenen doyumsuz bir ilgiye rastlanmaktadır. Mahrem dünyalara en kolay bir biçimde giren, o özel anları başkalarına aktaran televizyonun karşısında, bütün izleyiciler isteselerde istemeselerde, farkında olsalarda olmasalarda birer röntgenci durumundadırlar.

             Dünyada ve Türkiye’de bugün artık televizyonlar, para ve toplumsal güç kazanabilmenin en etkili yolu haline gelmişlerdir. Kitlelerin duyguları ve arzuları oldukça profosyonel yollarla maddi ve manevi menfaatlere çevrilmiş, modern işletmeciliğin en güzel örnekleri verilmiştir. Artık televizyon seyircileri, reklamların arasında program izler hale gelmişlerdir. Zaten mevcut televizyonların arka planını incelediğimizde ekonomik ve siyasi çıkarların ağır bastığını, belli grupların, inancın, zihniyetin fikrini ön planda tuttuklarına şahit olabilmenin hiç de zor olmadığını görürüz. Sahiplerininde büyük çoğunluğunun gazete ve banka patronu olduğunu, holding sahibi olduğunu göreceksiniz ki, bunlar inanç adına, halkın değerleri adına, objektiflik adına her türlü kılığa kolayca girebilmektedirler. Bunların inançlarının, ideolojilerinin, beslenme kaynaklarının kökleri tamamen dışarıdadır. Laiklik adına, objektiflik adına, halkın çıkarları adına, ülke menfaatleri adına, tamamen sömürge güdümündeki güçlerin siyonist fikirleri paralelinde bulanık bir yayın yapmaktadırlar. Örneğin; haberleri verirken, Mısır'da kafirlerin güdümündeki yerli uşak rejiminin idam ederek şehit ettiği müslümanlardan, dinci, terörist veya aşırı dinci şu kadar militan idam edildi diye memnuniyet ifade eden kelimelerle haberi vermektedirler. Yine Cezayirli müslümanlardan bahsederken de; “Aşırı dincilerle hükümet güçleri arasında” diye haber geçmektedirler.

             Cinsel duygular, şiddet ve müslümanlıkla ilgili çarpıtma programlar ve ifadeler bu televizyonların temel gelir kaynaklarıdır. Bilindiği gibi siyonizmin (Yahudinin) üç temel silahı vardır. Bunlar; kadın, içki, kumar. Bu üç unsuru hemen hemen bütün programlarında gözlemleyebilirsiniz. Tabii ki kanuni düzenlemeyle bunların bir nebze önüne geçilebildi, gözden uzak tutulabildi. Şayet böyle bir yasak konulmasaydı tüm bunların hepsini ekranın ön planında devamlı olarak görmek mümkün olacaktı.

             Bir trafik kazası gibi, herhangi bir günün, herhangi bir haberini sunarken, herhangi bir bayan spiker, aynı zamanda saçının modelini, iyiden iyiye açtığı yakasının ve eteğinin altında sakladığı etini, boynuna taktığı pahalı gerdanlığı, kısacası bütün vücudunun varlığını fütursuzca sergilemeyi ihmal etmemektedir. Allaha isyanı, örtünme emrine muhalefetini adeta bayraklaştırırcasına teşhir etmekte, vurgulamaktadır. TV sahipleri ve arkasındaki gizli karanlık ortakları bu işe uygun olarak seçip otturttukları yöneticileri, sözgelişi 15 kişinin öldüğü, 30 kişinin yaralandığı, 8 aracın birbirine girip hurdaya döndüğü, yolun saatlerce trafiğe kapandığı şeklindeki bir haberin bu şekilde verilmesini uygun görmüşlerdir. Bu teşhirin tek amacı, insanlığın söz konusu duygularına hitap ederek, ilgisini çekmektir. Bu modaya İslami çizgide yayın yaptığını söyleyen bir TV kanalı da uymakta hiç bir mahsur görmemekte, gerek haberlerde gerekse aktüel programlarda Allah'ın emrini hiçe sayan bir çok kadın ve erkeğin de ekranın karşısında ahkam kesmesini sağlamaktadır. Tabii ki, bunun niçin böyle olduğunu sorarsanız, size çok güzel masum ve kılıfa tam uydurulmuş bir cevap verecekleri şüphesizdir. Acaba bu programı böyle bir kılık kıyafetle yapan bayan şuurlanıp, teseddüre bürünerek aynı programa, ekrana çıkıp devam etse, müsade ederler mi, tavırları ne olur diye bir düşünelim. Kesinlikle devam ettirmezler, müsade etmezler, derhal bir bahane ve kılıf bulup onu oradan uzaklaştırırlar. Çünkü onların şartı; laik, çağdaş, demokrat dedikleri yaşam ve giyim tarzı olan, hatta erkek izleyicilerin bir kıyafetle program yapmalarıdır. Amaç kadının cinsi yönünü ön plana çıkartarak, izleyicilerin ilgisini daha fazla çekmektir.

             Şiddet bir televizyon için çok büyük bir reklam geliri demektir. Bir televizyon için rehin almalar, bombalamalar silahlı çatışmalar, savaş alanları, baskınlar, toplumsal gösteriler, sevmedikleri önemli müslüman şahsiyet ve liderlerin en küçük sözlerini ve zaaflarını kendilerince yorumlanıp çarpıtmaları, hatta ve hatta kendi tesislerinin basılması, cezalandırılıp kapatılması haber değerinin çok ötesinde reklam değeri taşımaktadır. Öte yandan  televizyon ülkemizde bazı toplumsal olaylarla (Sivas, Gaziosmanpaşa, Güner Ümit olayları Apo ve İtalyayı protesto eylemleri v.b.) etkisini kamuoyuna çok güzel bir şekilde kanıtlamıştır.

             Yine televizyon, siyasi iktidarlara, sözde halk adına, çoğu zaman da menfaat odakları ve siyonist mihraklar adına, halka rağmen baskı yapabilecek önemli bir unsurdur. Bu güç genelde kendini çok uzun vadeli, düşük faizli krediler, geri ödemesiz teşvikler, gizli kapıların arkasında gizli pazarlıklarla elde edilen örtülü ödenek payları gibi bir çok çeşitleriyle kendini göstermiştir. Nitekim 1994 Mahalli seçimlerinde malum televizyon kanalları, aslı astarı olmayan bir çok iftiraları haber değerinin ötesinde reklam rantı ve sansasyonel boyut elde etmek, politik ve ideolojik çıkarlarını korumak hedefiyle malum bir partinin ve mensuplarının üzerine günlerce, aylarca ekrandan iftira bombaları yağdırmış ve sonunda zamanla gerçekler gün yüzüne çıkarak tüm iftiralarının asılsız olduğu anlaşılmış ve halk bu iftira ve karalama bombardımanına galip gelmiş ve medya mağlup olmuştur. İnşallah bundan sonrada mağlup olacaklardır, iftiralarını şahitleriyle, delilleriyle titizlikle araştırıp, inceleyip yüzlerine vuracak televizyon kanallarımız vardır, güçleneceklerdir, sayıları artacak, itibarları ve destekleri çoğalacaktır.

             Yine 1997'de Refahyol iktidarının yıkılmasında, 28 Şubat örtülü darbe ve antidemokratik baskı sürecinin sürdürülmesi ile İmam-Hatip ve Kur'an kurslarının kapatılması, başörtü zulmünün hortlatılması gibi karanlık bir sürecin devam ettirilmesinde etkin roller üstlenmiştir.

             İşte böyle bir ortamda yıllardır televizyona karşı şiddetli bir muhalefete bürünmüş olan müslüman camia, televizyonun cazibesine daha fazla dayanamadı. Gerçekten bu sihirli kutu insanlara ulaşmada, onları belli noktalara yönlendirmede muazzam bir güce sahiptir. Acaba bu güç inandığımız değerleri insanlara ulaştırma amacıyla kullanılamaz mıydı? Yıllardır kendilerine yöneltilen bunca iftiradan, bunca yalandan, aşağılamadan, artık kanıksamaya bile başladıkları üçüncü sınıf muamelelerinden sonra bu soruya verilebilecek cevap evet; olacaktır.

             İşin teorik yönü pek tartışılmadan büyük bir hararetle çalışmalara başlandı. Ama ortada büyük bir mesele vardı; bunca yıldır Türkiye'de çok satan, etkili bir gazeteye bile sahip olmayan bu insanlar gazeteye göre çok daha büyük bir yatırım (yaklaşık amatör cihazlara göre 25 bin dolar, profosyonel cihazlara göre, 800 bir dolar) ve de alt yapı gerektiren bir işin üstesinden nasıl geleceklerdi. İşin sadece maddi finansman meselesi olmadığı sonraları dahi iyi anlaşılacaktı.

             Bu günlerde İhlas Holding bünyesinde TGRT yayına başladı. Kur'an-ı Kerim'le açılıp, Kur'an-ı Kerim'le kapanan, sazlı ilahili, menkibe dolu TGRT başlangıçta büyük bir ilgiyle karşılandı. Öyleki TV ekranından Kur'an sesi duymak, bu ülkede; Kur'an-ı Kerim'i denize döktürmüş, ayaklar altına aldırmış, soruşturmalar, hapisler, idamlar yaptırmış zihniyeti ve onun baskısını çok iyi tanımış olan bu insanların gözlerinden yaşlar boşanmasına yetti de arttı bile. Bu sevinç kısa sürdü, TGRT yayın çizgisini değiştirip "toplumu gri bir zeminde buluşturma" gayretine girince müslümanlar yeni arayışlara girdiler. Zaten devlet tekeli var iken, dışardan uydu yoluyla yayın yapılıyordu ki, TGRT'nin Osmanlı’nın bir numaralı düşmanı olan İngiltere'nin Londra şehrinden yayın yapması; özellikle böyle yayın yapan bir kanala müsade veriliyor olması zihinleri bulandırarak müslümanlar arasında şüpheli yorumlar yapılmasına sebep oluyordu.

             Netice itibariyle şüpheler boşa çıkmadı, TGRT 1998'de sahiplerini ve logosunu da değiştirerek daha doğrusu gerçek sahiplerine kavuşarak diğer kanallar arasındaki safını netleştirdi.

             Bu arada özellikle ünlü yönetmen Yücel ÇAKMAKLI ve arkadaşlarının gayretiyle gündeme gelen Hilal TV macerasından sonra, Birlik TV ismi etrafında yeni bir çalışma başlatıldı. Sanki tehlike önceden sezilmişti, müslümanlar bir türlü pısırıklıklarını, maddi menfaat ve çıkarlarını bırakıp birleşememişlerdi. Karış karış gezilen Anadolu’dan ve yurt dışından toplanan paralar sahiplerine geri ödenirken, umut dolu gözlerde ve kalplerde hüsran rüzgarları esiyordu. Bu arada Atlas TV heyecanı yaşandı, gazetelerde girişim sahibi insanlardan bahsedildi ise de, Çamlıca Tepesine verici diktirilmedi, kaçak diktikleri vericiler, diğerleri dururken birer birer sökülüp atıldı, bu girişim de maalesef sonuçlanamadı. Bir süre sonra Samanyolu TV Çamlıca’dan yayına başladı, ardından uyduya ve dünyaya yayına başladı şükürler olsun. Bu televizyon da bir müddet tartışıldı, devletin desteği var denildi, özellikle Türk Cumhuriyetlerindeki çalışmalarının Laik-İslam modelinin yerleştirilmesine vasıta olduğu üzerinde durulmuşsa da, daha sonra isabetli yayınlarla müslümanların büyük takdirini ve güvenini kazandı. Şu ana kadar ki, TGRT’nin aksine yayın çizgisinde ve personel istihdamında menfi bir değişme görülmedi, temennimiz de böyle bir çizgiye düşmemesidir.

             Bu arada müslüman Anadolu halkı, sayıları yüzleri bulan yerel TV’lere sahip oldular. Mesaj TV bölgesel yayınlara başladı, daha sonra yerel TV'lerden en çok ümit vereni Kanal 7 yayına başladı, daha sonraları da Türkiye geneline uydu yayınına geçti. Şu ana kadar; samimiyetinden, ihlasından ve güvenilirliğinden şüphe edilip tartışılmayan, değişik yorumlar çıkarılmayan tek televizyonun Kanal 7 olduğunu söyleyebiliriz. 1997 ve 1998 de yaşanan darbe süreci ve antidemokratik baskılara karşı direnen cesur tek ses Kanal 7 idi. Özellikle A. Hakan Coşkun'un sunduğu haber saati tüm Türkiye halkının gönlüne serin sular serpiyordu, baskı odaklarına karşı halkın kol-kanadı haline gelmişti. İnşallah bu güvene, teveccühe tam vechile layık olur, inananları hüsrana uğratmaz, siyonist güçleri ve menfaat odaklarını hiç bir zaman memnun etmez.

Şu Anki Mevcut Durum

             Günümüzde müslüman camia adına yayın yaptığı görülen mevcut kanalların en büyük ortak özellikleri, oturmamışlık ve düzenli bir yayın akışına sahip olmayışlarıdır. Hiç şüphesiz maddi finansmanın yetersizlikleri, kaliteli eleman sıkıntısı, tecrübeli eleman ve teknik bilgilerin noksanlığı, bu sahada eğitim görmüş insanların çok az oluşları, ilmi eserlerin imanlı insanlar tarafından ortaya konulmamışlığı, mevcut eserlerin yabancı dilde oluşları, Türkçe tanımlarında "Söylem" dedikleri sosyalist, materyalist dünya gürüşüne sahip insanların anlatım tarzlarının öz Türkçe’den uzak oluşları ve ifadelerinin net olarak anlaşılamayışlarını menfi unsurlar olarak sıralayabiliriz.

             Bizce bu problemin aşılması çok da zor değil. Ama bir husus var ki, onu nasıl aşarız diye düşünmemiz gerekir. "Ekrana kendi rengimizi veremiyoruz... Gerçektende mevcut televizyonlarımızda kendi kültürümüzü bu çağın insanlarının anlayacağı normlarda ve aslına sadık kalarak aktaramadığımızı görüyoruz.

             Resmi bir kanaldan yıllarca; imandan bile yoksun insanlara, yeşilçamın porno yıldızlarına, sahte olduğu yüz metreden bile belli olan takma sakal ya da bıyık takan insanlara, gün yüzü görmemiş kerametlerden bahsettirildi, bol bol ilahiler okutturuldu, yaşayışlarına ve sistemlerine dokunmayan Ayet-i Kerimeler Kur'an-ı Kerim'den cımbızla seçilerek sesi gür, ihlastan uzak müezzin ya da imamlara paralı ya da parasız, televizyonda meşhur olma adına alt yazıyla manası verilerek okutuldu ve halka kuzu kuzu dinlettirildi. Yaşlı ve de tonton, bıyıksız, sakalsız, sarıksız, cübbesiz isminin önü sıfatlarıyla uzatılmış bazı hocaefendilere!. tefsir, hadis dersi verdirildi, önceden planlanmış sorular sorulup, istedikleri cevaplar verildi ve bunların hepsi gerçek müslümanlık adına halka takdim edildi, tek kanala sahip olan televizyon vasıtasıyla halka kuzu kuzu dinletildi. Programa çıkacak hocalar, hatipler, özel olarak seçildi, başka konulara girmemeleri, nasıl ve neyi konuşacakları kendilerine sıkı sıkı tembihlendi. Bu durum bugünde aynen devam etmektedir. Bazı özel kanallar özel günlerde müslümanlaşarak, halk adına yaptıkları canlı yayınlarda programa çağırıldıkları halde istediklerini konuşmayan, zülfiyale veciz bir şekilde hafifce dokunan muhterem hocaefendi ve ilim adamlarını, aynı kanallar gericilikle, şeriatçılıkla suçladılar, çarpıtma bombardımanına tabi tuttular.

             Program kalitesi ne olursa olsun TV başındaki fert daima pasif alıcı konumunda kalmakta, bu durum onda uzun vadede zihin durgunluğu, düşünce ve kıyaslama durağanlığı, dikkat dalgınlığı, yalnızlık hissi, karakter ve cesaret eksikliği, zaman israfı gibi pek çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

 

 

 

 

HEYKEL, RESİM, FOTOGRAF VE VİDEO KAMERA GÖRÜNTÜSÜNÜN İSLÂM’DAKİ YERİ VE HÜKMÜ

             Bu mevzuyu çalışmamızın en önemli konusu olarak ele aldık. Çünkü bu kitabın konusuyla ilgili bir çok kitap yazılmış ve yayımlanmış. Ancak bunların hemen hemen tamamına yakını sosyalist ve materyalist düşünce mensupları ve bunların ifade anlatım ve bakış açılarıyla şekillendirilmiş. Dini bir düşünceden yola çıkılmadığı için tabii olarak konunun bu boyutuna hiç bir eserde yer verilmemiş. Müslümanlar tarafından imal edilmemiş bu teknolojinin her sahada kullanımı ve öğrenimi de yine dünya ehli ve İslâm karşıtı zümrelerin elinde hayata geçirilmiş ve zabdedilmiştir. Çünkü bu tekniğin eğitimi ve öğretimi hiç bir kurum ve kişi tarafından diğer konu ve dallardaki eğitimlerin verildiği, yapıldığı gibi verilmemiştir, yapılmamıştır. Müslümanların bu teknolojiyi öğrenip icraata geçirmeleri hususunda ciddi kapsamlı ve istikrarlı bir çalışmaları maalesef görülmemiştir ve hala bu durum kısmen de olsa devam etmektedir. Bunun çeşitli sebeplerini sıralamak mümkündür. Biz bu sebeplerden konumuz itibarıyla sadece bir tanesini ele alıp farklı açılardan, farklı yorum ve tespitlerden örneklerle bu konuya ışık tutmaya gayret edeceğiz. Ümit ediyoruz ki bu konudaki yanlış anlama ya da anlayamamalar, eksik bilgiler, yanlış yorumlar, maksatlı-maksatsız önyargı ve yaklaşımlar yerini aklı selim düşünmeye, öğrenmeye, araştırmaya ve Allah'ın insanların hizmetine sunduğu bu teknoloji nimetinden, yine Hakk'ın rızası doğrultusunda insanlığın hizmetine tahsis edilmeye bırakılsın.

             Bu konu kamuoyunda "Resim ve Heykel" olarak ele alınmakta, haramdır, mekruhtur, değildir, şöyledir, böyledir gibi çeşitli şekillerde ve boyutlarda değerlendirilmektedir. Bu konuyla yakinen ilgisi bulunmayanlar haramlığı, mekruhluğu, yasaklığı hususunda rahat ve cömertçe ifadeler sergileyebilmektedirler. Ama bizzat konunun içerisinde bulunanlar yaptığı işi yine aynı şekilde bilinçsizce, savunma psikolojisi içerisinde bu hüküm ve değerlendirmelere tamamen ya da kısmen karşı çıkmaktadırlar ya da hiçbir şey söylemeyerek sükutu tercih etmektedirler.

             Sözlük manaları:

             Şimdi burada yukarıda adlarını zikrettiğimiz konumuzla ilgili kelimelerin sözlükteki anlamlarını bilgilerinize sunarak konuya devam edelim.

             Heykel: Taş, tunç, bakır, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek biçimlendirilen eser, yontu. Hareketsiz, duygusuz, çok güzel (vücut.)

             Heykeltraş: Heykel yapan sanatçı, heykelci, yontucu, yontuculuk.

             Resim: Varlıkların doğadaki görünüşlerinin kalem, fırça gibi araçlarla kağıt, bez vb. üzerlerine el becerileriyle yapılan biçimleri, benzetmeleri.

             Ressam: Resim Yapan Sanatçı.

             Ressamlık: Resim yapma sanatı, ressam olma durumu.

             Fotograf: Görüntüyü ışığa karşı duyarlı (cam kağıt gibi) bir yüzey üzerine özel bir makine ile tespit etme yöntemi. Bu yöntemle tespit edilerek çoğaltılan resim. Fotoğraf makinasıyla görüntü tespit etmek.

             Fotoğrafçı: Fotoğraf çeken veya  basan kimse. Fotoğraf çekilen veya fotograf makinası satılan yer. Fotoğrafçının mesleği.

             Kamera: Alıcı fotograf makinası. Saniyede 25 ya da 40 kareye kadar fotografın (resim) otomatik olarak çekilmesi, çeken makina.

             Kamerayla televizyon ve sinema filmi çekilir, izlenir.

             Biz dar anlamda İslam'da resim olarak konuya yaklaşıyorsak da bunu gerçek anlamda aşağıdaki şekilde ele alıp birbirinden ayrıştırarak tahlil etmemiz gerekir.

             1. Heykel yapmak: Sanat dalı: Heykeltraşlık.

             2. Resim yapmak: Ressamlık.

             3. Fotoğraf çekmek: Fotoğrafçılık.

             4. Kamera çekmek: Kameramanlık, sinema ve televizyonculuk, yapımcılık, sinema yönetmenliği.

             Yukarıda görüldüğü gibi dört ayrı, ayrı olduğu kadar da konuları itibariyle birbirine bağımlı mesleki dal karşımıza çıkmaktadır.

             Bunların birbirinin devamı ve tamamlayıcı unsurları olmasına karşın, fonksiyon ve hizmet içerikleri bakımından birbirlerinden çok farklı özelliklere ve etki alanlarına sahip bulunmaktadırlar.

             Ülkemizde bazı şahıs ve kesimler birkaç hadis örneklerinden ve duyumlardan hareketle hiçbir zahmet ve araştırma yapmadan heykel ve resme verdikleri fıkh-i hükmü ve takındıkları menfi tavrı aynen diğerleri (fotograf, kamera ve televizyon) için de geçerli saymaktadırlar. Bu son derece yanlış ve mahsurlu yönleri bulunan bir yaklaşımdır.

             Kuran-ı Kerim'de bu konuyla doğrudan alakalı olan bir ayeti kerime bulunmamaktadır. Zaten bu konuda hüküm verip ahkam kesenler konunun sadece tek boyutunu ele almakta, diğer boyutlarını akıllarına getirmemektedirler. Biz burada konunun ayrı ayrı kültürel, siyasi, sanatsal ve dini boyutlarına girerek fazla uzatmayı düşünmüyoruz. Değişik açılardan tespitler, örnekler ve değerlendirmelerle konuya ışık tutmaya ya da en az bu konuda sizleri düşünmeye ve araştırmaya sevketmeye çalışacağız.

             Bu konuyu aslında iki guruba ayırarak incelemek daha isabetli olacaktır.

             1. Heykel yapmak - resim yapmak

             2. Fotograf çekmek - kamera çekmek.

             Buraya dikkat edecek olursak birinci grupta hiç olmayan bir şey (suret) emek ve kabiliyetle meydana getiriliyor, yani heykel ve resim bizzat insan eli ve düşünce ürünüyle yapılıyor. İkincisinde ise sabit bulunan, mevcut hale önceden getirilmiş, varedici tarafından mükemmel bir şekilde varedilmiş bir varlığın, cismin olduğunun aynısını tespit ediyor, görüntülüyor çekim yapıyor. Kelime itibariyle "yapmak-çekmek" olarak karşımıza çıkmakta anlam ve içeriği ile de birbirinin fıtren zıddını ifade etmektedir.

             Fıkıhçılar burada yaratıcıyla yarış etme unsurunun ön plana çıktığından dolayı konuya soğuk yaklaşmaktadırlar. Şu şekilde ifade etmek gerekirse; heykel yapmak, bulundurmak, kullanmak, bunları dağıtıp satmak caiz görülmemektedir. Resim yapmak ise; mukaddes sayılan, tapınılan, sevgi ve saygı beslenen, önünde hürmet gösterilip saygı duruşu yapılan, çeşitli şekillerde kurtarıcılık, teklik ve uluhiyyet izafe edilen insan, hayvan ve çeşitli cisimlerin resimlerini yapmak, bulundurmak, kullanmak ve bunların ticaretini yapmak da yine aynı hükme tabi bulunmaktadır, yani haramdır. Bununla birlikte İslam-i ahkam ve ahlaka aykırı bulunan her tür konu ve içerikteki resimlerin (çıplak erkek, kadın ve şehevi duyguları çağrıştıran her tür), yapılması, satılması kesinlikle caiz değildir. Bu saydığımız uluhiyyet ve şehvetin dışında kalan resimlerin yani; haberleşme, mesaj verme, eğitim-öğretim, yol ve yön gösterme, arşiv-hatıra, bir konunun anlatım ve dramatizesin de yapmak ve kullanmak tabii ki caizdir. Burada amaç ve kaygı tevhidin korunması, Allah'ın yasalarına muhalif bir tek hareket ve çağrışımın zerresinin dahi bulunmaması esasıdır.

Fotograf ve kamera:

             Yukarıda da belirtiğimiz gibi fotograf ve kamera, heykel ve resimden içerik bakımından farklılıklar sergilemektedir. Mukaddes sayılmayan, ululuk izafe edilmeyen, İslami itikat ahkam ve ahlaka aykırı bir anlam ve görüntüsü, mesajı bulunmayan, çağımızın ve teknolojinin gerektirdiği hizmetler ve konular için çekmek, kullanmak, satmak mahsurlu olmamakla birlikte zaruret teşkil ettiği için diğer bir ifade ile mecburi sayılmaktadır. Çünkü başta medya olmak üzere çağın en etkili, en şiddetli, en kapsamlı gücü ve silahı televizyon olmaktadır. Bu tekniğe ve güce sahip olanın davasına, niyet ve ameline göre imha için de kullanılabilir, ihya için de kullanılabilir. Müslümanların amacı ise bu imkanı ve tekniği öğrenip, ele geçirip imhayı önleyip, ihyayı tesis etmek için çalışması ve kullanmasıdır.

             Kur'an-ı Kerim bu hususta bize, düşmanımızın silahıyla silahlanmayı, onlardan daha üstün ve daha akıllı bulunmayı, onlara göre daha sabırlı ve dakik bulunmayı öğütlemektedir.

             "... bunun için, kim sizin üzerinize saldırırsa, siz'de aynen ona, size yaptığı tecavüz gibi saldırın." (Bakara, 194)

             "Ey İnsanlar 'Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun.." (Al-i İmran, 200) buyurmaktadır.

             Bugün görüyoruz ki bu konuya birbirine paralel olarak farklı farklı yorumlar getirilmekte, sorular sorulup cevap aranmaktadır. Bunlara örnek vermek gerekirse; Denilebilir ki zaruret olanlar tamam, zaruret olmayanların hükmü nedir?

             Hangileri zarurettir, hangileri zaruret değildir? Zaruriyeti nasıl belirleyeceğiz. Şöyle cevaplamak gerekirse; zaruriyetler herkese göre değişir, akıllı ve şuurlu bir insan yapacağı bir işin zaruriyet olup olmadığını pekala çözebilir. İleride lazım olur düşüncesiyle arşivlemek için de yapılan bir çalışma zaruriyet olabilir.

             Geriye tek bir hüküm kalıyor; yapılacak işte eğitim, öğretim, deneme düşüncesi de yoksa zaten o işin mantığı yoktur bu da israfa girer, israf da dinimize göre kesin haramdır. Şurasını vurgulamak gerekirse başında zaruret olarak görünmeyen bir konu ileri ki zaman ve zeminlerde, şartlar değiştiğinde ihtiyaç haline gelebilir, aranılan bir belge veya konu olabilir. Buradan da kısaca anlaşılıyor ki zaruriyet dışı haller hiç yok denecek kadar az bulunmaktadır.

             Yine denilebilir ki İslami kurallara uygun olmayan bir düğünün çekimi veya herhangi bir konunun çekimi caiz değildir, biz böyle bir ortamda çalışmamalıyız. Burada şunu sormak gerekir, ülkemizdeki hangi ortam düğün salonundan farklıdır. Yolda, otobüste, trende, okulda, evde işyerinde hatta camide bile İslam’a uygun bir ortam, bir topluluk, bir yaşantı bulmak mümkün müdür. Önemli olan bu ortamlardan kaçmak, onları görmemek yerine bizzat o ortamın içine girerek değiştirebilmek için çeşitli yol ve yöntemleri denemek, uygulama safhasına koymak, bunları görüp takip ederek inceleyip çözüm yolları ve taktikleri geliştirmek müslüman için daha isabetli bir yöntem değil mi? Bu ortamdan kaçıp meydanı tamamen onlara bırakmakla nasıl bir kazanç elde edebiliriz. Tabii ki burada bar, pavyon vs. yerleri kasdetmiyoruz. Burada Peygamberimizin (.S.A.S) şu hadisi şerifini hatırlatmak gerekirse;

             "Benim ümmetimin bozulduğu bir dönemde, benim sünnetlerimi icra ve ikame edene bir şehit sevabı verilir." buyurulmaktadır.

             Ev ve işyerlerinin duvarlarına resim asmaya gelince:

             Her ne şekilde olursa olsun insan ve hayvanlara ait; resim, tasvir ve figürleri duvarlara asmak mekruhtur, heykel de aynı şekildedir, İslamda hiç bir yeri yoktur. Peygamberimiz (SAV) "İçinde resim ve köpek olan eve melekler girmez." (Buhari-Libas 89). Bir diğer hadisi şerifinde ise ".. İçinde heykeller bulunan eve melekler girmez." yine "...kıyamet günü azabı en şiddetli olacaklardan biri de bu suretleri yapanlardır." buyurmaktadır. (H.Karaman Helaller Haramlar)

             Şurası bir hakikattir ki, fotograf ve televizyon Allah'ın insanlara sunduğu bir nimettir. lutûftur. Onlardan Hakk'ın rızası doğrultusunda istifade etmek, insanlığın hizmetine sunmak, güzel şeyler yapmak tabii ki müslümanın hakkıdır, vazifesidir, bu nedenle kullanmalıdır, istifade etmelidir. Bir düşünün; televizyon olmasaydı, fotograf olmasaydı, Bosna'da ki kafirlerin vahşetini, yıkılan, yakılan değerlerden, katledilen çocuk, kadın ve masum insanlardan, orada Allah yolunda savaşan ve şehit olan mücahitlerden nasıl haberdar olacaktınız, bunları nasıl anlatacaktınız, nasıl anlayacaktın, nasıl istifade edecektiniz. Filistin’deki Yahudi zulümünden, Çeçenistan’daki Rus işgalinden, Cezayir’deki Fransız sömürüsünden, Somali’deki açlık ve susuzluktan, PKK vahşetinden tüm dünyadaki müslümanların ızdırap ve çığlıklarından, keder ve sevinçlerinden nasıl haberdar olacaktın. Aynı anda, istediğin şekilde ve içerikte milyonlara hitap edebileceğin, ulaşabileceğin, etkileyebileceğin, yönlendirip hayra davet edebileceğin bir tekniğe bir vasıtayı müslüman neden sahiplenmesin. Dinen olduğu kadar ilmen, ilmen olduğu kadar tekniken üstün olmak, yardımlaşmak ve de yarışmak zorundayız. Çünkü bu, dinimizce farz-ı kifaye bir ibadettir. Harammış, gavur icadıymış, seyretmek günahmış gibi isabetsiz ve köksüz safsatalar ve kolaycılıkla, eve televizyon almamak, varsa seyretmemekle hiç bir kimse hiç bir neticeye varamaz, yerinde sayar durur. İşte gerçek gericilik budur, bu tavır çölde deve kuşunun başını kuma gömmesinden başka bir şey değildir, çözüm değildir. Şunu biliniz ki bıçağı kasabın eline verirseniz iyi bir iş yapar, lakin aynı bıçağı katilin eline verirseniz gerisini siz düşünün. Uçaksavar tankını Bosnalı, Çeçenistanlı mücahitin eline verirseniz iyi şeyler olur, fakat aynı uçaksavarı Sırplara, Ruslara kaptırırsanız olabilecekleri yine siz düşünün. Televizyon ve yayın organları da aynı şekildedir, ayrı değerlendirmek bir müslümanın işi değildir, saçmalıktır, mantıksızlıktır.

             Nasıl ki katilin elinden bıçağı alıp zararı önlemek icap ediyorsa, aynı şekilde bu tekniği insanlığın zararına, şerre, küfrün hakimiyetine kullananların elinden aynı şekilde almak, aynı tekniğe ve bilgilere sahip olup onların gücünü kırmak ve karşı atışa geçmek gerekmektedir. Bu konuda kimse birbirinden birşeyler beklememeli, herkes gerek cemiyet ve gurup olarak, gerekse ferdi olarak elinden geldiğince birşeyler yapmalıdır. Kur'an ve Hadis'in, dini emir ve yasaklarına ters düşmemek kaydıyla resim yapmayı menettiğini söylemek mümkün değildir. İslam sanatında insan figürlerine iltifat edilmemesinin sebebi, böyle bir yasağın mevcut olmesı değil, bunların insandaki benlik duygusunu kabartması, bu durumun ise kibir ve gururlanmaya sebebiyet vermesi endişesidir. Kibir ve gurur dinimizin en büyük günahlarındandır. Bu sebepledir ki insan figürleri ancak lüzumu kadar kullanılmış, bunların insanın kibir ve gururunu harekete geçirecek ve ululuk izafe edilecek mahiyette kullanılmamasına özen gösterilmiştir. Bu sebeple resmin haram, mübah ya da helal olmasındaki esas ilkenin onun mesajı ve kullanıldığı yer olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, İslam'da yasak olan şey, resim yapmanın veya resmin kendisi değil, onun kötü niyetle ortaya konulmasıdır.

(Prf.Dr.Nusret ÇAM. İslamda Resim Sanat ve Mimari)

             Burada önemli bir hususu belirtmek gerekirse; bir konuyu anlamadan, dinlemeden, araştırıp soruşturmadan, hikmetini, zararlarını-faydalarını düşünmeden kendi kendine hüküm vermek, yahut birinin verdiği hükmü körü körüne savunmak, aynı şeyi insanlar arasında yaymak İslam’da yasaklanmıştır.

             Kur'an-ı Kerim bize bu hususu şu şekilde açıklamaktadır;

             "Ey iman edenler: Allah'ın size helal kıldığı nimetlerin temiz ve hoşlarını kendinize haram etmeyin, aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez." (Maide.87)

             "Deki: Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti temiz ve hoş rızıkları kim haram etti? De ki, bu ziynet ve hoş rızık dünya hayatında iman edenler içindir. (kafirler de faydalanır) fakat kıyamet gününde müminlere aittir." (A'raf 32)

             İslamda resim yapmanın yasaklandığını iddia edenler, genellikle hadislerden delil getirmekte, kıyaslama yaparak yorum yapmaktadırlar. Şer'i delillerden birisi olan hadis, Kur'an’dan hemen sonra gelmesi sebebiyle oldukça önemlidir. Fakat bütün hadislerin sıhhati aynı derecede değildir.

             O günün şartları, sebepleri, sonuçları, islamın yayılış durumuyla, halkın kültür durumu çok iyi değerlendirilip, bu günkü şartlarla kıyaslanarak tahlil edilip, konunun hakikatı ortaya konulmalıdır.

             Bir Hadis-i Şerifte: "Allah katında kıyamet günü azabı en şiddetli kimseler musavvirlerdir." (Buhar-i Kitabül Libas) Müslim ve Nevevi gibi, resim yapmanın aleyhinde bulunan hadisçiler buradaki musavirlerden kastın her türlü resim yapanlar olduğunu belirterek haram olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki Se-be suresinin 13, Ali İmran suresinin 49. ayetinde dile getirilen hususları, hem de İslam'ın bildirdiği büyük günahları ele aldığımızda, bu musavvirlerden maksadın ancak tapmak veya Allah'ın yaratma kudretiyle rekabete girişen kimselerin olduğu anlaşılacaktır.

             Eğer resim yapmak bu kadar büyük bir cezayı gerektirecek olsaydı, mutlaka diğer günahlar gibi Kur'an-ı Kerim’de açık açık zikredilmesi gerekirdi.

             Diğer bir Hadis-i Şerifte ise: "Her kim (hayat sahibi) bir suret resmederse hadi buna can ver bakalım" denilerek azab edilir. Halbuki o, hayat vermek kudretine haiz değildir." (Buhari C.8) Bu hadis bir öncekine çok benzemektedir. İslam'ın yalnızca cansız varlıkların resimlerini yapmaya izin verdiğini ifade edenler bu ve bunun benzeri hadislere dayanmaktadır. (Prf.Dr.Nusret ÇAM. İslamda Sanat Resim ve Mimari)

             Meseleye hangi boyuttan bakarsak bakalım bu musavirlerden maksadın (resim ve heykel yapan) şirk koşmak amacıyla resim yapanlar olduğu açık seçik anlaşılmaktadır. Aksi takdirde musavvirlerden kasdın bütün ressamlar olduğunu anlarsak, Peygamberimizin (S.A.V) izin verdiği resimleri yapan ressamların durumunu nasıl izah edeceğiz? Bir de resim yapmakda canlı varlık, cansız varlık diye bir ayrım yapmak mümkün değildir. Zira herşeyi canlı cansız yaratan Allah'tır. Bu sebeple Allah'ın yaratma gücüyle rekabet olursa bu sadece canlılar için değil cansız varlıkların tasvirinde de ortaya çıkabilir. Burada önemli olan amellerin niyetlere göre olmasıdır.

             Yukarıda bizim izah etmeye çalıştığımız ince ayrıntıyı şu hadis-i şerif ne güzel izah etmektedir. "Resullûllah eve girdi. Ben dolabın önüne, üzerinde resim ve suret bulunan ince bir perde koymuştum. Hz. Peygamber (S.A.V) onu görünce yırttı ve kıyamet günü halkta azabı en şiddetli olan kimseler, Allah'ın hilkatini taklit edenlerdir dedi. Hz.Aişe (R.A.) diyorki; sonra o perdeden bir veya iki yastık yaptım." (Müslim-Libas. 92) Hz.Aişe’nin (R.A.) rivayet ettiği diğer bir hadis ise;

             "Resûlullah sefere çıkmıştı. Bir kumaş alıp kapıya astım. Peygamber gelip bu perdeyi gördüğünde yüzündeki tiksintiyi farkettim. Bu perdeyi tutup çekerek yırttı ve sonra şöyle dedi; Allah bize taş ve toprağı süslememizi emretmedi. Ben onun içini doldurarak iki yastık yaptım. Resûlullah bundan dolayı beni kınamadı." (Müslim-Libas 37)

             Bu hadisten anlaşıldığına göre bu perdenin indirilmesini gerektiren husus, resmin kendisinden ziyade, Peygamberin bu gibi eşyaların dikkat çekici yerlerde olmasının halk tarafından yanlış anlaşılarak bilahare O'nun sünnetiymiş gibi telakki edilerek yaygın bir şekilde kullanılması endişesidir. Peygamberimiz'in yanlış anlaşılmalara yer vermemek için zaman zaman bu gibi ihtiyati tedbirlere müracat ettiğini görmekteyiz. Yine diğer bir hadis-i şerif "Hz.Aişe'nin, üzerinde resimler olan bir perdesi vardı. Onu pencerenin çıkıntısı üzerine koymuştu. Allah'ın Resulü; onu gözümün önünden kaldır buyurdu. "Hz.Aişe diyor ki onu kaldırdım ve ondan yastıklar yaptım.” (Müslim) Burada dikkat edilirse, Peygamberimizin burada perdeyi kaldırtmasının sebebi bizzat kendisi olmayıp, namazda dikkatini çekecek bir yerde bulunmasıdır. Resme karşı (insan ve hayvan figürleri) namaza durmanın mekruh olduğunu buradan öğrenmekteyiz. Zaten bu şekilde bir resim ve heykeli bir müslümanın evinde ve işyerinde bulundurması ve özellikle asmasının mantığını ve izahatını düşünemeyiz. Evet herşey açık seçik anlaşılıyor, sapla samanı birbirine karıştırmamız, kaş yapayım derken göz çıkarmamız icabetmektedir.

             Resme karşı çıkanların başvurdukları diğer hadis ise; "İçinde resim ve köpek bulunan eve melekler girmez." (Buhari-Libas 89) hadisidir. Burada meleklerden kasıt hangi meleklerin olduğu açık değildir. Burada şu hatırlatmayı yapmadan geçmeyelim; Hadisler, iyi amellere ve icraatlara insanları teşvik etmek, konunun önemini vurgulamak, bazı hallerden de insanları bariz bir şekilde uzaklaştırmak için açık ve seçik olarak çarpıcı ifadeler içermektedirler.

             Bu sert ifadeler tereddütsüz, sağlıklı ve olumlu neticeler almak içindir, hikmeti büyüktür, teşvik-tedbir amacına mahsustur. Buradaki hadiste yazıcı ya da koruyucu meleklere ihtimal verilemeyeceğine göre, Cebrail, İsrafil ve benzerleri olabilir. Benzerlerin de görevi insanlarla ilgili olmayıp, geriye Allah'ın emirlerini Peygamberlere ulaştıran Cebrail kalmaktadır. Cebrail'in muhatabı da Peygamberler olduğuna göre hadiste geçen resim yasağı umumi olmayıp olsa olsa peygamberleredir. (Prof.Dr.N.ÇAM, İslamda Sanat Resim ve Mimari)

             İslam sanata karşı değildir, sanatı teşvik eder. Sanat insanı Allah'a yaklaştıran vasıta konumundadır. İlim, din ve sanat gibi faaliyetlerde bulunanlar eşyada hep hakikatı görmek isteyeceklerinden, çevrelerine daima müspet gözle bakacaklar ve etraflarında sürekli hakikatı arayacaklardır. Sanat toplumlar için de büyük bir anlam ifade etmektedir. Zira, dinsiz, dilsiz ve töresiz bir toplum olmadığı gibi, sanatsız bir toplum da yoktur. Bu dört unsur şekillenerek zamanla milli bir hüviyet kazanır. İnsan, yalnız düşünen, üreten, inanan bir varlık değil, aynı zamanda sanat eseri meydana getiren bir varlıktır. Tarihe baktığımız zaman en ilkelinden, en gelişmişine kadar yeryüzündeki bütün insan topluluklarının sanatla meşgul olduklarını görülebiliriz.

       Sanatçıların heykel ve resim hakkındaki görüşleri.

             Ressam İlhami Atalay: “Bir peygamberin veya önünde saygı duruşu yapılan kişilerin resmini yapmıyorum. İkonolar ve putlar gibi tapınılan, saygı duyulan putlar yapmıyorum.

             ...Bizde sanat anlayışı batı anlayışı ile başladı. Batı resminin temelinde putperestlik yatıyor. Bundan dolayı tepki görüyor... Her ortam kendi gayesine uygun sanatçıyı yetiştirir. Bugünkü ortam kalkıp İslam-i bir sanatçıyı yetiştiremez.”

             Hüsnü Hat Hocası Doç.Dr.Hüsrev Şubaşı: “Halis bir niyetle yapılan bir eserin daha sonra ne amaçla kullanılacağı meçhuldür. Dinlerde bozulümalar benzer müsamahalarla başlamıştır. Günün değil geleceğin şartları göz önüne alınmalıdır.”

             Doç.Dr.Abdülaziz Bayındır ise; Resimde "yaratıcılık unsuru" ile Allah'a şirk koşulduğunu vurguluyor.

             Halil Gürel: “Halbuki resim insanlık tarihinin başlangıcından bu güne kadar vardır. İlk çağların insanları dahi bu ihtiyaçlarını gerek büyü, gerek avlama türü ve yöntemlerini nesillere öğretmek amacıyla resim yapmışlardır.

             Allah'ın sırlarını araştırmak, öğrenmek ilmin şartıdır. Allah'ın eserlerini kopya etmek, onlardaki manevi güzelliği yakalamak ve onları verilen yeteneğin içinde yoğurup yorumlamak da sanatın gereğidir. Put amacıyla yapılıp tapınılanlar hariç, insanlara güzellik duygusu ve Allah'ın eserlerinin yorumu olanlar tapınma çizgisine dahil değildir. Bizim ayırt edemediğimiz noktalardan biriside budur.”

             Doç.Dr.Hüsrev Subaşı: “Bıçak kasabın elinde meşrû bir vasıtadır, lakin aynı bıçağı katilin eline veremezsiniz. TV ve basın adeta ataizmin, hurafelerin ve fuhşun hizmetine girmiş durumdadır. Bu görüntü içindeki medyanın elindeki fotograf, karikatür, resim, fırça ve kalem etkili bir silahtır. Aynı silahlar iyinin, güzelin ve doğrunun emrine, Hakk'ın hizmetine niçin verilmesin.”

 

DİNİ VE MİLLİ EĞİTİMDE TELEVİZYONUN ÖNEMİ VE FONKSİYONLARI

             Biz dini ve milli eğitim deyince; topyekün bilinçlenmeyi şuurlanmayı, bütünleşmeyi, tek bir İslâm milleti ve Hz.Muhammed (SAV)'in ümmeti safında kenetlenmeyi, Allah'ın ipine (dinine) sımsıkı sarılmayı anlıyoruz ve hedefliyoruz. Tüm bu hasletleri gerçekleştirmeye matuf yol ve yöntemlerin başında da, ciddi ve kaliteli bir öğretim ve eğitim olduğuna inanıyoruz. Bilindiği gibi eğitim ve öğretim ilk çağlardan günümüze kadar yazılı yayınlar ve sözlü anlatım şeklinde sürdürülegelmiştir. Şunu diyebiliriz ki, yazılı kitap yayınları ve pratik eğitim çalışmalarında konumuza giren resmin çeşitli şekillerinden büyük ölçüde istifade edilmiştir. Şimdi de tekniğin zirvede olduğu günümüzde televizyonculuk ve çeşitli televizyon yapımları (programları) vasıtasıyla çok etkili, çok potansiyelli bir eğitim, öğretim aracıyla bu hayati hizmete talip bulunulmaktadır.

             Evlerde, okullarda, camilerde tek olarak veya gruplar halinde sürdürülen irşad ve eğitim çalışmalarıyla istenilen hedefe, istenilen zamanda ve içerikte ulaşılamamaktadır. İşin zaman, zemin ve özellikle maddi boyutu ciddi olarak ele alındığında, göze ve kulağa birlikte hitab eden ve çok yönlü etkileri bulunan görüntülü yayıncılık kolundan olan televizyon insanlara ve kitlelere çok cazip gelmekte ve önemli bir yer teşkil etmektedir. Özellikle kalkınmamış ve az gelişmiş ülkelerde televizyonun, kitlelerin her hususta eğitilmesi ve yönlendirilmesi hususundaki önemi tartışılamaz. Televizyonla eğitim, örgün eğitim programlarını misli misline katlayarak anında büyük kitleleri hedef alıp etkileyebilen çok kapsamlı, programları teşkil etmektedir. Burada İslami ve milli eğitimden kasıt; insanlığın hayrına olan her türlü sosyal, kültürel, sağlık ve ekonomik konuları içeren eğitim ve öğretim programları ve çalışmalarıdır.

             İnsanın hayrına olan, insanı insan yapan ve Allah'a yaklaştıran her ilim her bilim dalı bizim için birdir, fizik de, kimyada, matematikte, fen ve tıp ilmi de Kur'ani ilimlerin birer parçalarıdır. Müslüman bunları bir bütün olarak ele alıp değerlendirmelidir. İstenilen eğitimi, istenilen nitelikte, istenilen kitleye ve hedefe ulaştırmak insanların elindedir. Televizyonla verilen mesaj ve eğitim kitleler tarafından çok cazip bulunmakta ve çok kolay sonuç ve yankı elde edilmektedir. Burada televizyonun yönetiminde söz sahibi bulunanlara büyük iş ve sorumluluk düşmektedir. Dikkat edilmesi ve hesaba katılması gerekli birçok hususlar vardır. Çünkü burada belli bir sosyal ve kültürel özelliğe sahip topluluğa değil, maddi, sosyal ve kültürel yapıları ve ortamları birbirinden farklı mozaikler topluluğuna hitabedilecektir.

             Konular, konuklar ve sunucular önemle, özenle seçilmeli, zamanın kullanımına dikkat edilip konuların özü ve özeti işlenmelidir. Burada önemli bir etken, televizyon istasyonuna sahip bulunan ve söz sahibi olan kişilerin zihniyetidir. Yayınlar zihniyetin doğrultusunda sürdürülür, zihniyet değişmediği sürece yayın politikası da değişmez. Maalesef bugün herşeyi maddi açıdan ele alan, siyonist güçlerin ve batıl ideolojilerin kontrolü ve güdümünde olan ve özellikle çalışanlarının da aynı anlayışta olduğu televizyonlar çoğunlukta ve teknolojik üstünlüğü ellerinde bulundurmaktadırlar.

             Bunlar devamlı, bilinçli ve sistemli olarak hemen hemen bütün programlarında kitleleri ve özellikle genç neslimizi olumsuz yönde etkilemekte ve düşündükleri sistem ve amaçlar doğrultusunda yönlendirmektedirler.

             Bunların bayram gibi önemli dini günlerde ve aylarda yapmış oldukları, yasak savma ve gerçek yüzlerini gizleme amacına matuf, kendilerinin dahi izlemediği özel dini programları ve yayınları vardır. Bu programlar dikkat edilirse son derece zahmetsiz ve masrafsızdır. Bu programların ağırlığı bu güne kadar camilerde okunan mevlidin canlı ve banttan verilmesi ve stüdyodan yapılan basit birer sohbet şeklinde gerçekleşmiştir.

             Bu programlarda da; yaşayışlarını kendi yaşayışlarına, fikirlerini kendi fikirlerine uygun buldukları kişiler ile, ahkamı konulara ve zülfiyare deyinmeme, dokunmama şartına uyan, sayıları pek az ve kendilerine çok yakın olan şahsiyetlere yer vermektedirler. Bu programlarıyla, İslam'ı gerçek özünden ve kaynaklarından öğrenmeyip veya şu ya da bu şekilde öğrenimden mahrum kalan, kulaktan dolma bilgilere sahip bulunan ve büyük yekün oluşturan ilme ve islama hasret bu grupları, kitleleri çok kolay bir şekilde etkileyebilmekte ve yönlendirebilmektedirler. Burada maalesef onlara hoş görünmek, televizyona çıkmak adına kendilerini kullandıran ortaklıkta çeşitli tavizler verebilen şahsiyetler bulunmakta ve cirit etmektedirler. Bunlara karşı ne yapılabileceğine gelince; tabii önce bu teknolojiye sahip olunmalı, tüm ülkeyi, komşu ve diğer ülkeleride kapsayacak şekilde güçlü bir alt yapı ve iletişim ağı oluşturulmalı sonra da zahmetli, masraflı, içerikli alternatif programlarla aynı ekranın diğer kanalından, daha net, daha canlı ve parazitsiz, cızırtısız bir şekilde izleyicilerin karşılarına çıkmaları ve diğerlerinden farklılıklarını vurgulamaları ve gönüllere taht kurmalarıdır.

             Televizyon bugün hemen hemen bütün ülkelerde toplumsal kültürü etkilemekten öte, bu kültürün siyasi, sosyal ve politik dengelerinin tayin edicisi ve belirleyicisi konumundadır. Dünya devletlerini ve halklarını birbirine yaklaştırmakta birinci rolü oynayan ve dünya kültürünü zenginleştiren konumu bulunmaktadır. Maalesef bugün ülke ve dünya politikalarına belli bir eksenden geçerek gündem ve yön tayin eden; yahudi, Hıristiyan ve diğer batıla hizmet eden siyonist ajan rolünü  üstlenmiş kanallar gibi müslümanlara ait güçlü bir kurum bulunmamaktadır. Müslümanlara ait bütün meseleleri ve olayları maalesef bunların çerçevesinden izlemek durumundayız. Habercilik aslında müslümanlara has kutsal bir görevdir. Biliriz ki Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) melekler vasıtası ve mucizevi yollar kanalıyla Allah'dan aldığı müjdeleyici ve ikaz edici ayetleri insanlara ulaştırır, haber verirdi. Ne acıdır ki şimdi yeryüzünü fesada verenler ile fitne ve fesat tohumlarını ekenlerin kaynaklarından, ağızlarından alıyoruz haberi.

             İşte burada Kur'an-ı Kerim bizi ikaz ediyor ve şu hatırlatmayı yapıyor:

             "Ey İman edenler; eğer size bir fasık, bir haber getirirse, onu araştırın. (doğruluğunu araştırıncaya kadar tahkik edin) Değilse bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz." (Hucurat S.Ay.6) buyurulmaktadır.

             Evet bütün bunları aşmalıyız, bu teknolojiyi gerçekleştirmeliyiz, geçmeliyiz, yarışmalıyız. Bu tekniğin altyapısını ve ilmini almalıyız, ajanslarla, haber programlarıyla, dramalarla, belgesellerle, TV ve sinema filmleriyle, tiyatro oyunlarıyla, müzik program türleriyle, açık oturum ve çeşitli içerik ve adlarda dini ve ilmi birbirinden güzel programlarla kitlelere ulaşmaya, mesafeler katetmeye, yeni bir dünya kurmaya kolları sıvamalıyız.

 

 

 

 

 

 

 

 

TELEVİZYONUN PSİKOLOJİK ETKİLERİ

             İnsanlar televizyon ekranlarının karşısına almaya hazır bir halde kurulurlar. Yani gönüllü olarak telkine yatkın bir hal içerisindedirler. Oturdukları yerde veya rahat koltuklarında gevşemiş ve rahat bir şekilde gözlerini televizyona dikerler. Elbette televizyonun görsel boyutu değil, işitsel bir yönü de var, yani iki boyutlu.

             Artık aileler birbirleriyle sohbet etmeye, dert ve sevinçlerini paylaşmaya, akrabalık ve dostluklarını pekiştirmeye, muhabbet etmeye değil de beraberce televizyon seyretmeye geliyorlar. Bazen bir çift söz bile edemeden misafirlik zamanları tükeniyor ve gidiyorlar.

             Televizyon sadece misafirlikleri, muhabbet ortamlarını değil, aile içi mekanizmaları da alt üst edip bozuyor. Akşamları evin babası işten, çocukları okuldan eve geldiklerinde ailenin ortak sorunlarını, meselelerini konuşacaklarına, tatlı tatlı sohbet edeceklerine, bu sihirli kutunun karşısına kuruluyorlar. Kanal sayısıda oldukça bol olduğundan, baba haberleri, maçı veya bir haber programı seyretmek istiyor, çocuklar çizgi filmleri, anne TV dizilerini derken tercihler çakışıyor ve bu noktada kargaşa başlıyor, huzursuzluk, tatsızlık da işin cabası. İnsani ilişkilerin yerini sahte davranışlar, görüntüler ve mekanik sesler alıyor.

             İnsan insana ilişkinin yerini, insan alet irtibatı doldurmaya kalkınca kişilerde mutsuzluk, psikiyatrik bozukluklar ve bunalımlara yatkınlık, boşanmaların artışı, gençler arası kavga ve cinayetlerin başgöstermesi, içki ve uyuşturucu kullanımına kadar bir çok insani problemler ortaya çıkıyor. İnsanlar pembe dizilerle, saçma sapan filmlerle uyuşturuluyor, dünyanın manası, yaratılışın ve yaşamanın gayesi unutturuluyor- unutuluyor. Artık yaşamanın hedefi, çok kazanmak, çok yemek, devamlı kahkahalar atmak, pahalı ve konforlu giysilerle eşyalara sahip olmak, son model lüks bineklere kurulmak, saçma sapan caz müzikleri dinlemek yani kısacası hayvani ve kafir gibi bir hayat yaşamak zannediliyor ve böyle bir yaşama meyil ediliyor insanlar.

             Kişinin düşünmeye, tefekür etmeye, olayları yorumlayıp kıyaslama yapmaya ve değişik fikirleri dinlemeye vakti kalmıyor, yani tam bir zaman celladı televizyon.

             Çizgi filmler genellikle batı orijinli ve şiddet temelinde gelişen, misyoner faaliyetlerinin koordinesindeki konuları ihtiva ediyor. Böyle olunca da çocuklarda bir kültür karmaşasına sebep oluyor. Bir yanda milli kimliğimiz, öte yanda "tanrılı ilahlı" çizgi filmler. Bu durum çok tehlikeli gidişattır, adeta bir savaştır. Artık kafirler ve düşman odakların bir ülkeyi tankları, topları, zırhlı birlik ve uçak savarlarıyla almaları için savaşmaları demode olmuş, şimdiki savaş ve teslim alma modası, kendi kültürünü, inancını teknoloji silahı dediğimiz televizyonu, bilgisayar ve diğer imkanlarını seferber ederek kazanma yolunda mücadele içerisindedir. Müslümanlarında bu mücadeleye aynı metot ve teknikle karşı koyması çok kaçınılmaz bir görevdir.

             Unutulmamalıdır ki çocuk beyni, hiç bir kayıt almamış, ilk defa kayıt alan sıfır bir teyp bandı gibidir, göze kulağa hitab eden herşeyi ve görüntüyü parazitlerle ve net olarak aynen kaydeder ve daha güçlü farklı bir kayıt verilemediği sürece ilk kayıt yürürlükte kalır ve beyin mekanizması ile kayda göre hareket rotasını belirler.

             Bu tür şiddete yönelik filmlerle, çocukta herşeyin şiddetle çözülebileceği fikri gelişiyor, bu da şiddet eğilimini artırıyor. Ayrıca çocuğun okuması, öğrenmesi, sorup araştırması engelleniyor, çocuk hazıra konmaya alışıyor, ne verilirse kabullenmeye adeta şartlanıyor. Televizyonun bir de, görme bozuklukları, sara, beslenme alışkanlığında sapmalar gibi olumsuz etkilerini de gözden kaçırmamak gerekir.

             Aslında özel kanalların artması seyirciye seçme imkanı vermesi açısından güzel bir olay, tabii ki dengeli ve isabetli seçim sağlanabilirse. Bu gün STV, KANAL 7, MESAJ TV'nin dışındaki televizyonlar şehvete ve şiddete yönelik kendi deyimleriyle "laik çizgideki" yayınlar dolu olup, birbirleriyle adeta şeytani çizgide yarışıyorlar. Bu tür programların bir çok menfi tesirleri var, bunların rakipleri yayınlarında görüldüğü üzere; batılılar gibi, gayri müslimler, ateistler gibi, putperesler gibi yaşanılmasını, düşünülmesini istiyorlar. Dinden, ahlaktan, kültürden uzak, yiyip-içip gezen, yatan, sadece dünyayı ve kendini düşünen insanların olmasını, çoğalmasını isteyerek kendilerine taraftar kazanmaya çalışıyorlar. Allah'a itaat etmeyen, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen, her türlü çirkinlik kötülükleri üzerinde bulunduran, topluma, insanlığa ve kendine zerre kadar bir faydası olmayan, karnı acıktıkça yemekhaneye gidip yemek yiyen, sıkışınca tuvalete gidip pisliğini dışarı atan insanın, yemekhaneyle- tuvalet arasında çalışarak pislik üreten bir pislik makinasından ne farkı vardır. İşte bu şartlarda, bu yayınlarla bu televizyonlar adeta birer "pislik makinası" üreten fabrika durumundadırlar.

             Bu tür programların menfi tesirlerinden bir kısmını sıralamak gerekirse;

             Birincisi insanda gizi olarak duran enerjinin, şehvetle birlikte artarak ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Kişi gençse kötü ve sağlıksız ilişkilere, sapıklıklara sürükleniyor, evli ise zinaya tahrik ediliyor, aile hayatı baltalanıyor, gayri meşru ilişkilerden dolayı toplum mutsuzlaşıyor ve AIDS gibi ölümcül hastalıklar başgösteriyor.

             Gençler yanlış bilgiler alıyor, yani kötü bir cinsi eğitim aracıdır televizyon. Böyle olunca genç bunalıma, aşağılık kompleksine sürükleniyor. Gençlerde mastürbasyon artar, karşı cinsi sadece bir tatmin aracı olarak görürler, kişilikleri, insan olmaları ikinci plana itilir. Aile kurumu zayıflar, toplumun temeli olan bu kurum baltalanınca, ailenin sıcak ve sevecen ortamı zarar görünce bir çok olumsuz durumlar birbirini zincirleme takip eder. Boşanmalardan intiharlara, cinsel sapıklıklara, serseri gençlik gruplarından, cinayetlere, çocuklara sarkıntılıktan tecavüzlere kadar bir çok hadise olur ki, bu emniyet tutanaklarından, sanıkların verdikleri ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır.

VİDEO-KAMERA, FOTOGRAF VE TELEVİZYONUN KULLANILDIĞI BAŞLICA ALANLAR VE HİZMET KONULARI

             1. Habercilikte. (Ajans, televizyon, gazete, dergi haberciliğinde)

             2. Sağlıkta. (Hastahaneler ve tıp fakültelerinin bir çok ünitelerinde)

             3. Güvenlikte. (Banka, cezaevi, emniyet, mağaza ve iş merkezleri v.b. yerlerde emniyet, izleme, komuta kontrol ve haberleşmede, kapalı devre TV sistemi olarak)

             4. Emniyet Hizmetlerinde. (Siyasi, istihbarat, kaçakçılık, asayiş, mali, güvenlik, eğitim, planlama birimleri ve konuları başta olmak üzere, devlet büyüklerini korumada, sosyal ve siyasi içerikli tüm eylem ve olaylarda, toplantılarda, olay yeri, parmak izi, şahıs tespit ve takiplerinde, arşiv işleri ve eğitim öğretim konularında.)

             5. Eğitimde. (Teknik ve pratik olarak milli eğitim kurumları ve özel eğitim kurumlarının bir çok ünitelerinde ve çalışmalarında)

             6. Reklamcılıkta. (Mamüllerin tanıtımı, ilan ve duyuruların halka iletilmesinde).

             7. Matbaacılıkta. (Baskı aşamasına kadar bir çok safhasında)

             8. Sinema ve televizyonculukta.

             9. Dini yayıncılıkta. (TV filmi, sinema, kaset türü dini konulu yayınlarda)

             10.Siyasi parti faaliyetlerinde

             11.Belediyecilikte.

             12.Vakıf ve dernek çalışmalarında.

             13.Trafikte.

             14.Arşivcilikte.

             15.PTT hizmetlerinde.

             16.Savaşlarda. (Haberleşme, tanıtım-reklam çalışmalarında, karşı propaganda ve düşman kuvvetlerini izlemede.)

             17.Turizm ve tarih alanında.

             18.Müzik ve eğlence programlarında.

             19.Uzay, havacılık ve haritacılıkta.

             20.Çevrecilik ve meteorolojik çalışmalarında.

             21.Sanayide, ekonomide, tanıtım-reklam çalışmalarında ve ülkeler arası muhtelif ilişkilerinin her dalında.

             22.Telekominikasyon ve uydu çalışmalarında.

             23.Milli savunma ve orduda (Eğitim, planlama, düşman ve düşman olabilecek kuvvetlerin takibi için her türlü stratejik dokümantasyon ve çalışmalarında.)

             24.Milli istihbarat teşkilatı çalışmalarında.

             25.Yargıda. (Tüm adli olaylarda ve konularda iddia ve savunmada delil olarak)

             26.Bilgisayarcılıkta.

             27.Özel ve tüzel olarak her konuda ve dalda, sosyal ve kültürel çalışma ve etkinliklerin her safhasında ve burada zikretmediğimiz bir çok alanda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

             Araştırma içerisinde, film, fotograf, şekil, harita vs. belgelerden iki taraflı olarak istifade edilmeli, gerektiğinde taraflara gösterilmeli, bu tür bilgi ve belgeler taraflardan temin edilmeli, ekrana yansıtılmalıdır.

             Toplanan bilgi ve belgeler gözden geçirilip değerlendirilmeli, önemlileri açıklanmalı, en çarpıcıları ve farklılık arzedenleri süreye de riayet edilerek ekrana yansıtılmalı, akıcı bir metin ve profesyonel bir sunuşla da program halka arzedilmelidir.

             Şu unutulmamalıdır ki; bir programın ve konunun halka psikolojik ve sosyolojik açıdan en başarılı ve en etkili  sunuculuğunu bizzat konuyu araştıran, tüm aşamalarında yer alan kişi yapabilecektir.

             Bir konunun, özellikle gayri kanuni olayların, gelişmelerin araştırılması oldukça riskli, zaman ve harcama gerektiren bir görevdir. Konunun mafya ve siyasi boyutları ve uzantıları her zaman rahatsız olacaklar, baskı uygulayıp zorluklar çıkaracaklar, şantaj ve tehditlerde bulunabileceklerdir. İyi bir araştırmacı bunların hiç birisine  boyun eğmemeli, muhatap kabul etmemeli, kendisini, ismini ve adresini gizlemesini bilerek araştırmasını gizlilik içinde sonuç alıncaya kadar sürdürmelidir.

 

 

 

SENARYO METNİ YAZIMI

             Metin yazarlığı, konuyla ilgili köklü bir araştırmayı, bilgiyi ve belli bir tekniği gerektirmekle beraber kesin kuralları yoktur. Haber, araştırma haberciliği, belgesel film, sinema filmi, açıkoturum, yarışma ve aktüel gibi değişik programların metinleri içerik ve özellik itibariyle birbirinden farklı olacaktır. Bununla birlikte bir senaryo metni yazımında şu ya da bu şekilde uyulması, dikkat edilmesi gerekli kaideler bulunmaktadır. Bir sinema ya da televizyon filminin senaryo yazımı, belli başlı bir uzmanlığı, çalışmayı, olayın içerisinde bulunmayı, kompozisyon kurallarını ve yazım tekniklerini iyi bilmeyi gerektirmektedir.

             Metin yazımında uyulması gerekli hususlar.

             1.Doğru bilgilere ve köklü araştırmaya dayandırılmalıdır.

             2.Belli bir amacı, yazım planı, giriş, gelişme, sonuç bölümleri bulunmalı, imla kurallarına ve vurgulamalarına harfiyen uyulmalı, sade, rahat ve anlaşılır olmalıdır.

             3.Metin; sadelik, akıcılık ve süreklilik niteliklerini taşımalıdır.

             Boy çekim, bitkinin bütünü, bir bitkinin tanıtımını konu alan örnek bir metin şu şekilde olabilir:

             Kekik otu adı verilen bu bitki kıraç alan ve kayalıklarda yetişmektedir. Küçük pembe renkli yaprakları, ortası sarıya çalan çiçekleri, buram buram etrafa yayılan nefis kokusu vardır. Yaprakları kış aylarında yemyeşil ve gür bir yapıya sahiptir. En ilginç yanı ise taş yosunlarında yetişebilmeleri ve kurak havalarda dahi canlılığını koruyabilmesidir. Burada bilginiz olsun diye söyledim, çiçek meraklıları bu bitkiyi yaz ve kış boyunca serhat çiçekçilikten temin edebilirler.(vs...)

             Görüldüğü gibi; metine paralel ve pratik bir şekilde kamera hareketleri de belirtilmekte, yukarıdan aşağı doğru bir anlatım ve doğal sıra izlenmektedir. Böyle bir anlatım tekniği sadece seyirciye anlama kolaylığı sağlamakla kalmaz, görüntü sürekliliği ve kompozisyonu da bozmamış olur.

             4.Metinde, ilgi çekicilik ve çarpıcılık unsurları ile birlikte anlatımda ve tempoda değişebilirlik unsurları da yer almalıdır.

             5.Araştırmaya dayanan söz ağırlıklı senaryo metinlerinde ve konuyu tanımlayan belge, haber, aktüalite ve nesne görüntülerinde tarafsız ve objektif olmalıdır. Taraflılık unsuru sözlü anlatımda değil, hiç abartılmamış sade, net, ciddi ve teferruatlı olarak hazırlanmış görüntülerle ortaya konulmalıdır. Bu metod istenilen hedefe ulaşılmada en güvenilir ve etkili bir metoddur.

             6.Sözlerin sadesi ve en kısası bulunmalıdır. Prensip olarak görüntünün metin yerine geçmesi, görüntülerin olayı anlatması tercih edilmelidir. Konuyla ilgili iyi görüntüler tespit etmek, anlatımda bunlara öncelik vermek daha isabetli olacaktır. Çok söz ve uzun cümle seyircinin aklını karıştırır, dikkatini dağıtır ve sıkar.

             7.En önemli bilgi, döküman ve görüntüler yerli yerinde kullanılmalı, başka verilerin arasında geçiştirilmemelidir. Haber programları ve gazetelerde olduğu gibi en önemli haber konusunu veya bölümünü öne almak, ayrıntıları arkasına eklemek gerekmektedir.

             8.Görüntü terminolojisi ve tekniği iyi bilinerek, buna dikkat edilip, gözönünde bulundurularak yazılmalıdır.

             9.Metnin programa dönüştürülmesinde özel durumlar dışında, ses ve görüntü birbiriyle uyum içinde olmalı, birbirini tamamlamalı ancak aynı ses ve görüntü kesinlikle tekrarlanmamalıdır.

             10.Metnin teknik açıdan televizyona uygulanabilirliği, kamera hareketleri ve zamanlama hususları hesap edilerek hazırlanmalıdır.

             11.Yazı dili yerine konuşma dili tercih edilmelidir. Cümleler köksüz, yabancı kelimeler ve uluhiyyete mugayyir (yaratma, olasılık v.s.) deyimlerden kesinlikle arındırılmalı, öz Türkçe ve deyimler kullanılmalıdır.

             12. Cümleler kısa ve öz olmalıdır. Uzun cümleler hatırlanamaz, akılda kalmaz, çabuk unutulur.

             13. Basit, kolay ve anlaşılabilir sözcükler seçilmelidir.

             14. Metindeki cümleler ve anlatımın (haber programları dışında) geniş zamanlı olmasına dikkat edilmelidir.

             15. Sözcük, deyim ve terim tekrarından kaçınılmalı, belirsiz ve abartılı anlatımlar kullanılmamalıdır.

             16. Söz ağırlıklı programlarda mümkünse görüntüyü de kapsayacak şekilde, konuyu yaşamış, konuyla ilgili şahısların ifadelerine önemli ölçüde yer verilmelidir.

             17. Senaryo metni, oyuncular, kamera tekniği ve hareketleriyle, mevcut görüntülerin durumu daima gözönünde bulundurularak yazılmalıdır.

             18. Kelime ve rakam oyunlarından kaçınılmalıdır. Örnek olarak; cenaze törenine katılanların sayısı "yüzü bulmuyordu" ya da rakam vermeyerek "çok büyük katılım oldu" gibi.

             19. Zamanlamaya dikkat edilmeli, çekimi gerçekleştirilecek senaryonun, paket program mı yoksa bölümler halinde mi olacağına karar verilmeli, bölümler halinde olacaksa kaç bölümden oluşacağı tespit edilmelidir.

             20.Stüdyo yönetiminde olduğu gibi, film metinleri de yazılırken ve görüntüye uyarlanıp seslendirilirken sesin görüntüden bir saniye kadar önce seyretmesi gerekmektedir.

             21.Görüntüye ilk başlarken, metnin okunmasına görüntünün ikinci sahnesinden itibaren başlanmalı, geçen iki sahnelik süre mümkünse efektle doldurulmalıdır.

             22. Aktüalite, haber ve belgesel türü film çekimlerinde metin kurgu sonrası yazılmalı ve görüntü üzerine seslendirilmelidir. Önceden yazılmış metinden parçalar çıkarmak kolaydır, ancak metin kesintilerinin konuyu dağıtacağı bir gerçektir.

             23. Çok iyi araştırılıp, bilgi ve döküman sahibi olduktan sonra yazılan senaryo metni, konuyla ilgili ve mümkünse uzmanı sayılabilecek kişilere okutturulmalı, tashih ettirilmeli, üzerinde istişare yapılıp ondan sonra çekime geçilmelidir.

             24.Bu kurallara uyan herkes istediği bir konuda, gerek istek üzerine, gerekse şahsi olup, sonradan değerlendirmeye ve pazarlamaya sunulmak üzere senaryo yazılabilir, yazmalıdır. Belirli bir konu ve amaç tespit edilir, program türü belirlenir, film senaryosunun adı konulur, istişare, araştırma ve belgelerle birlikte yazıma geçilebilir, zor bir iş değildir, bu işin yaşı, cinsi, tahsili yoktur. Bu hususta sıkıntı çeken kurumlar senaryo yarışması düzenleyerek, ilk sıraya girenlere ödül vermekte, ödül alanlarla birlikte diğer senaryolardan da büyük ölçüde ihtiyaçlarını karşılayabilmektedirler.

 

 

 

 

 

BAŞLICA TELEVİZYON PROGRAM TÜRLERİ VE ÖZELLİKLERİ

             1. Müzik-Eğlence programları

             2. Yarışma Programları

             3. Spor Programları.

             4. Magazin-Haber ve Aktüalite Programları

             5. Açıkoturum ve Tartışma Programları

             6. Çocuk Programları

             7. Eğitim-Kültür Programları

             8. Dramalar

             9. Haber Programları

             10.Dini ve Ahlaki Programlar

             11.Araştırma-İnceleme Programları

             12.Televizyon Dizi Filmleri

             13.Belgesel Programlar

             14.Televizyon Tiyatrosu ve Komedi Programları

             15.Karma Programlar

             16.Şov Programları. 

             1. Müzik - Eğlence Programları: Televizyonun en çok izlenen program türü olup oldukça geniş bir yayın süresini kaplar. Bu tür programlarda izleyiciyi sıkmadan eğlendirme, hoşça vakit geçirtme, eğlendirirken de belli mesajlar verme ve eğitme amacı güdülür. Müzik-eğlence programları, banttan ve canlı müzik parçaları, şovlar, güldürüler, kısa parodiler ve skeçler, taklit, mini yarışmalar, şaka ve espirili sözler, küçük röportajlar, stüdyo konukları gibi bölümlerden oluşmaktadır.

             Müzik - Eğlence programlarındaki konu bolluğu ve konuların çok yüzeysel (sade) işlenişinden dolayı izleyiciler yorulmadan programı baştan sona seyredebilirler.

             Bu tür programlarda teferruatlı bir senaryo ve prova gerekmeyebilir. Zaten birçok programlar canlı yayın halinde gerçekleşmektedir. Geniş bir stüdyoda veya stüdyo niteliklerine uygun, kapalı veya açık bir mekanda gerçekleştirilip canlı yayın ve bant yayını şeklinde yayınlanabilir.

             2. Yarışma Programları: Yarışma programları ister televizyonda, ister radyoda olsun hemen hemen herkesi ilgilendirir. Çünkü konunun dışında olanlar bile, bir tarafı kendilerine yakın bulup tutarlar, iddiaya girerler, kendilerini denerler, şu ya da bu şekilde takip ederler. Yarışma programının temeli eğlendirmek, eğitmek, ölçmek ve yarıştırmak amaçları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yarışma programları ciddi, titiz bir çalışma, senaryo hazırlama ve profesyonel bir sunucu gerektirmektedir. Özel hazırlanmış tam teşekküllü bir stüdyoda gerçekleştirilir. Yarışma programlarında süre çok iyi hesap edilmeli, seyirciler yarışma taraftarı olarak dengeli bir sayıda davet edilmelidir. Program içerisinde yarışmacılara müdahele edebilecekleri düşünülerek seyirciler önceden uyarılmalı ve kontrol altında tutulmalıdır. Yarışmacılara ve konukların yakalarına kimliklerini belirten yazılı kartlar takılmalıdır.

             3. Spor Programları: Spor programları, genelde canlı yayın ve yayının özetleri ile, sporla ilgili konuların konuşulup tartışıldığı paket programlar halinde gerçekleşmektedir. Naklen yayınlanan spor müsabakalarında maç spikerinin fonksiyonu ve sunuculuğu büyük önem taşır. Aynı şekilde yayın sorumlusunun da fonksiyonu önemlidir. Spor programları önemli sayılabilecek bir hazırlık ve senaryo çalışması gerektirmez. Oyuncuların hareketleri ve müsabakanın durumu ile konuyla ilgili sohbet ve demeçler, kendiliğinden gelişen senaryo yerine geçer.

             4. Magazin - Haber ve Aktüalite Programları: Bu program türü haber program türünün ayrı bir çeşidi, daha güncel daha sosyal, kültürel ve daha serbest konuların işlendiği programlardır. İnsanların bizzat içerisinde olduğu, yaşadığı sıkıntıları, sağlık, sosyal, kültürel v.s. gelişmeleri güncel olarak çeşitli boyutlarıyla ele alıp inceleyen ve halka aktaran bir özelliğe sahiptir. Yapımı en zor olan program türüdür. Bütün görüntüleri dışarıdan toplanır, belirli saatlerde kuşak programlar halinde stüdyodan canlı olarak,  önceden elde edilen görüntü destekleriyle birlikte sunulur. Tamamen ciddi bir habercilik ve gazetecilik olayıdır. Konular iyi seçilmeli, iyi araştırılmalı ve zamanında yayınlanmalıdır. Programın bir mesajı olmalı, insanları bilgilendirmeye, düşündürmeye, tartışmaya, gülümsemeye zorlamalı ve ekran başında tutabilmelidir. Magazin programlarında, haftalık haberler özetlenerek yorumlanabilir, bir konu veya kişinin çeşitli yönleri işlenebilir. Magazin programlarında politik ve siyasi boyut olmamalıdır. Cümlelerin basit, kısa, anlaşılır ve akıcı olması, eğlendirme ve bilgilendirme unsurunun orantılı olması gereklidir.

             5. Açık Oturum ve Tartışma Programları:  Stüdyo içerisinde genelde canlı olarak gerçekleştirilen bu program türü; genel ve güncel toplumsal olayların ve konuların enine boyuna tartışılmasını sağlamak ve kamuoyunu, geniş çaplı bilgilendirmek amacıyla hazırlanır. Konuyla ilgili ciddi bir senaryo metni ve ön araştırma yapılmalıdır. Konunun muhatabı, alakalı seyircilerin biraraya toplanması sağlanmalıdır. Siyasi içerikli tartışma türü programların çok büyük izleyici kitlesi bulunmaktadır. Bu tür programlarda oturum başkanına büyük iş düşmektedir. Sunucu veya oturum başkanı yaş ve kültür bakımından konuklarla eşit olmalı, konuyla ve şahıslarla ilgili bilgi ve döküman sahibi olmalıdır. En etkin ve seviyeli bir tartışma programı planlı, programlı ve maksatlı bir fikir çarpışmasının aktarıldığı biçimidir. Bu tür tartışmalar kişisel tartışmalara ve basit bir ağız kavgasına dönüştürülmeyecek kadar usta yönetilmelidir. Önemli bir tartışma programında katı kurallar olamaz, ancak kuralsız, prensipsiz, ikazsız da bir program da yönetilemez, herkes kendi haline bırakılamaz. İyi bir tartışma programında; iyi bir konu - iyi bir sunucu - canlı ve etkin konuk ve konuşmacılar, iyi bir yönetim - yakın çekimler - iyi yakalanmış görüntü unsurlarına mutlaka dikkat edilmelidir.

Tartışma Program Türleri;

             a) Standart Tartışma : İkiden fazla konuşmacının ve stüdyo konuklarının katıldığı bir türdür. Konuklar kendilerine verilen süre içinde konuyla ilgili görüşleri doğrultusunda istediği şekilde konuşabilir.

             b) Takım tartışması: Konularında uzman olan şahısların biraraya getirilmesinin güç olduğu durumlarda veya konunun özelliği gereği üçer dörder kişiyle iki grup oluşturarak tartışma gerçekleştirilir. Bu genel olarak haftalık, çeşitli konular üzerinde aynı program adı ve aynı yöneticilerle ve her hafta farklı konuklarla gerçekleştirilen bir program türüdür. Konuşmacı grupları ayrı ayrı veya karışık olarak da bulunabilirler. Yönetici tek kişi ve iki kişi de olabilmekte, ayrı grupları karşılıklı birbirine yönlendirip, tartışmayı kendileri de taraf duruma geçerek kızıştırmaktadırlar.

             c) Dinleyici tartışması: Panel şeklinde gerçekleşen bu programda, sorulu- cevaplı şeklinde stüdyodaki tüm izleyicilerin görüş ve soruları alınır, ya da konuk konuşmacı, konuyla ilgili bir giriş ve konuşma yaparak, önceden tesbit edilip hazırlanan konuları soru ve cevaplarla tartışmaya açar.

             d) Dinleyici Soruları Tartışması: İzleyiciler arasından seçilen konuşmacıların yine izleyiciler tarafından tespit edilen konuları kendi aralarında tartıştıkları bir program türüdür.

             e) Sürekli İzlenim: Bütçe ya da seçimlerde şahısların veya konuların tüm boyutlarının ortaya serdedilmesi amacına matuf program türüdür. Uzman bir grup, güncel konuların gelişimini, görüşlerini ve çözüm yollarını tartışır. Tartışılan konular genel olarak çok güncel ve izleyicilerin ilgisini çeken türden seçilmelidir.

             f) Basın Toplantısı: Ünlü bir kişi ya da siyasi bir şahsiyet herhangi bir amaca yönelik yapmış olduğu açıklamalardan sonra iki-üç kişilik bir gazeteci, programın ya da konunun uzmanı kişiler, önceden derledikleri veya program akışı içerisinde tespit ettikleri soruları sorarlar ve cevaplarını alırlar. Konuşmacılar ünlü konuğa sadece soru sormakla kalmazlar, kendi fikirlerini de beyan ederek konuyu irdeleyip tartışarak, konuğun perde arkasındaki görüşlerini yakalamaya ve silkelemeye gayret ederler. Sonra bunlar çeşitli boyutlarıyla değerlendirilip haber şeklini alabilir.

                6. Çocuk Programları : Televizyon programları içerisinde yapı, yönetim, senaryo metni ve sunuş bakımından en önemli, en zor hazırlanabilen ve teferruatlı bir program türüdür. Böyle bir programı hazırlamak için çocuk psikolojisini ve eğitimini, diyalog ve hitabet metodlarını çok iyi bilmek ve talim etmek gereklidir. Böyle bir programda büyük ölçüde konunun uzmanlarından pedagog ve psikologlardan, eğitimcilerden faydalanmak ve onlarla ortaklaşa gerçekleştirmek daha isabetli olacaktır. Çocuk programları, çocukların eğitimine katkıda bulunma, onları geleceğe hazırlama amacına yönelik, eğitim - kültür türü program niteliğindedir.

             Bu tür programlar çocukların yaş grupları dikkate alınarak, konuları kolayca benimseyebileceği, sıkılmadan anlayabileceği oyunlu, eğlenceli bir hava içerisinde konu hazırlanıp sunulmaktadır. Alışılagelmiş ve devamlı belli kalıplar içerisinde hazırlanan programlardan kaçınılmalı, alternatif senaryo ve metodlar devamlı araştırılıp işlenmelidir. Bu tür programlar genel olarak; çizgi filmler başta olmak üzere, masal ve hikaye, sohbet, yarışma, fıkra - bilmece, müzik gibi türleri kapsamaktadır. Çocuk programları zor olduğu için bu tür program yapımlarına çok az yer verilmekte ve bunlarda da milli kültürümüzle hiç alakası olmayan yabancı ve sahte kahramanlar işlenmektedir. Bu son derece riskli ve faturası ağır bir sorumsuzluktur. Bu tür program yapımlarına karar vermeden önce çocuk kitabı ve şiirleri yazarlarıyla, öğretmenler, doktorlar, psikiyatrisler, araştırmacılar ve konunun tüm ilgilileriyle istişareler yapılmalı, enine boyuna tartışılmalıdır. Alternatif programlar ortaya konulmalı konunun tüm taraftarlarından geniş ölçüde istifade edilmelidir.

                7. Eğitim - Kültür Programları: Bu tür programlar, toplumun eğitilmesine, kültür düzeyinin yükseltilmesine, bilinçlendirilip, şuurlandırılmasına yönelik olarak hazırlanır. Ciddi ve teferruatlı bir araştırmayla, yapımcı ve sunucuyla birlikte konunun ihtisas sahipleriyle de istişareli, danışıklı hatta ortaklaşa bir çalışma yürütülür. Daha çok bilimsel ve belgesel temellere dayanan bu programlarda eğlence unsuru bulunmaz. Tabii ki  eğlence unsurları taşıyan, akıcı bir üslupla insanları sıkmadan birşeyler vermeyi amaçlayan türler de yapılmaktadır. Eğitim-kültür programları bir toplumun tamamına yönelik hazırlanabileceği gibi, eğitimine ihtiyaç duyulan özel bir kitleye ya da eğitim çağındaki kişilere yönelik olarak da hazırlanabilir.

             8. Dramalar: Televizyon için özel olarak hazırlanmış ve oyunlaştırılmış hikayelerin ve olayların filmleridir. Dramalarda daha çok toplumsal olaylar, tarihi olaylar ya da kahramanlar, sosyal ve kültürel meseleler konu edilerek gerçeklere uygun bir şekilde senaryolaştırılıp, film haline getirilir. Bu açıdan drama türü programların kültürel ve sosyal sınıfları farklı büyük kitlelere hitaben ve bu kitleler tarafından izlenen yanları vardır. Televizyon dramaları tek bölümlük filmler olabileceği gibi dizi halindeki yapımlardan da oluşabilir. Ünlü ve ünsüz romanlar, hikayeler, gelişen ilgi çekici olaylar televizyon dramalarına konu olabilir.

             9. Haber Programları: Haber programları, güncel haberlere dayanan, aktüel, siyasi, sosyal ve kültürel içerikte, dinamik bir yapı içeren programlardır. Bu programlar, ülkedeki ve dünyadaki gelişen olayları görüntülü belgeleriyle ve bunların yorumlarını kısa sürede izleyiciye aktarmasıyla, toplumu bilgilendirici, aydınlatıcı, uyarıcı ve siyasal gelişmeleri etkileyici bir rol üstlenirler. İletişim boyutlarının gelişmesiyle, giderek küçülen dünyada haber programları her geçen gün daha ilgi çekmekte ve revaçta bulunmaktadır. Özellikle önemli siyasal, ekonomik, askeri ve teröristik gelişmelerin olduğu baskı ve dayatmaların arttığı anti demokratik, karanlık süreçlerde ve dönemlerde kitlelerin en çok izledikleri programlar haber programlarıdır. Tamamına yakını stüdyo dışında, olay mahallinde ve olayların sıcağı sıcağına içerisinde hazırlanan bu tür programların hazırlanışı çok risklidir ve oldukça zordur. Hazırlanan program profesyonel bir sunucuyla tek bölüm ve canlı olarak stüdyodan haftalık, onbeş gün veya aylık zamanlarla seyirciye sunulur, olayın kahramanları banttan ya da canlı olarak izleyicilere sunulur. Bu tür programları, reklamın iyi yapılması ve duyurulmasıyla toplumun yüzde doksana yakın bir bölümü izlemekte ve bunun için de büyük reklam gelirleri sağlanmaktadır. Bunlara günümüzden örnekler vermek gerekirse; Arena, 32. Gün, Objektif, A Takımı, Ayna, Teksoy Görevde, Polis İmdat, Ateş Hattı, Yankı, Perde Arkası, Pusula, Yüksek tansiyon, Teke Tek, Alternatif, Medya 4. Kuvvet, Milletin Meclisi, Haber Hattı, Haber Aktif, Beyaz Masa, Haber Saati, Söz Fato'da, Adliye Koridorları, Sıcağı Sıcağına, Siyaset Meydanı, Perspektif, Haber Ekonomi, Flaş Gündem, Dinamit, Ekonomi dosyası, Medyatik, Deniz Feneri, Söz Meclisten İçeri, Hayatın İçinden, Türkiye Bülteni, Finans Hattı, Ekonomi Vizyon, Siyaset Vitrini, Fuarvizyon, Politika Kulvarı gibi haber programları günümüzün en başarılı programları olmuştur.

             Haber programlarının, yapımcılığını ve araştırmasını üstlenen kişinin aynı zamanda programın sunuculuğunu da yapması çok isabetli ve daha gerçekçi olacaktır ki, yukarıda örneklerini verdiğimiz programlar bu şekildedir.

             Haber programcılığında; konu seçimi, araştırma, sunuş yöntemi ve yeri, yapım toplantısı, yapım giderleri, senaryo, konuklar ve oyuncular, teknik imkanlar, grafik malzemesi, setler, kameralar, ses düzeni, aydınlatma düzeni, seyirci ve zaman unsurları ciddi olarak ele alınmalı ve iyi değerlendirilmelidir. Bundan sonra da kurum ve kuruluşlar ile, konuyla ilgili araştırma, malzeme kullanma, çekim ve röpörtaj izni gerekmektedir. Bu oldukça zor bir iştir. Kurumun genelde en üst yetkilisi daha da önemlisi siyasi bir kimliğe sahip kişiden bu iş daha kolay halledilebilir. Hiçbir zaman alt amirlere veya sorumlulara başvurulmamalı, tartışılmamalıdır. Verilen izin ve anlayış kötüye hiçbir zaman kullanılmamalıdır. İzin verilmeyen, ama tespiti ve teşhiri toplum yararına olan durumlarda, izin almadan da çeşitli yöntemlerle gizli çekim yapılıp yayınlanabilir. Özel hayata ve aile mahremiyetine dikkat edilerek yayın yapılmalı, haberciliğin gerçek yönü de burasıdır diyebiliriz. Daha sonra müzik kullanım izni, yayın hakkının elde edilmesi, reklamasyon çalışmaları ve hangi günde, hangi saatte yayına verileceği gibi konular birbirini takip etmektedir.

             10. Dini ve Ahlaki Programlar: Dini ve ahlaki programlar genel olarak önemli gün, gece ve konular için önceden hazırlanan ya da eğitim, öğretim amaçlı genel olarak hazırlanan program türüdür. Çeşitli şekillerde ve özelliklerde, senaryolu film halinde olabileceği gibi senaryosuz, konunun uzmanları tarafından canlı olarak da yapılabilir.

             En kolay, en masrafsız ve zahmetsiz yapılabilen hatta kahramanlarının hiçbir ücret dahi talep etmediği, insanların kendi rızaları doğrultusunda, gönüllü olarak her türlü fedakarlığı gösterdiği bir program türüdür. Burada başta yönetmen olmak üzere tüm film ekibinin program hazırladığı konu üzerinde az çok bilgi sahibi olması yahut konuyu ayrıntılarıyla yaşamış kişilerden olması programın ciddi ve inandırıcı olması açısından çok gereklidir. Bu programlarda konunun uzmanlarına, halk tarafından sevilip, sayılan ve hitabeti kuvvetli şahsiyetlere yer verilmelidir.

             11. Araştırma - İnceleme Programları : Araştırma-İnceleme programları bir bakıma haber-aktüel programcılığının aynısıdır diyebiliriz. Araştırma programı, haber programına nazaran kısa süre içerisinde hazırlanıp yayınlanması gereken bir program değildir. Siyasi, ilmi, ekonomik, kültürel, sosyal boyutlu inceleme ve araştırma çalışmaları, bir ilim adamının, araştırmacının elde ettiği bulgular, dökümanlar, yorumlar ve ilgili görüntülerle bir film haline dönüştürülerek paket program halinde, tek bölüm veya birbirini takip eden bölümler halinde yayınlanabilir. Kaptan Kusto'nun hayatı ve çalışmalarını konu alan programı buna en canlı örnek olarak gösterebiliriz. Araştırma - İnceleme türü programlarda sanatçıların ve sunucuların yerlerini araştırmacılar, konunun ilgili şahısları almaktadırlar, yahut bir sunucunun katkılarıyla program gerçekleştirilmektedir. Her bakımdan bu tür programlar eğitim - öğretim için amaçlanmaktadır. Malesef ülkemizde, bu tür programlara rastlayabilmek mümkün olmamaktadır. Çünkü oldukça uzun bir zaman, uzun bir çalışma ve yüksekçe bir maliyet ve ilim isteyen bir program türüdür. Fedakarlık, gayret ve mücadele ister. Kimse böyle bir programa bütçe ayırmamaktadır ki, devletin bile ilmi çalışmalara, eğitime ayırdığı kaynak diğer batılı ülkelerle kıyaslandığında çok komik bir rakam karşımıza çıkmaktadır.

             12. Televizyon Dizi Filmleri : Yarımşar saat veya kırkbeşer dakikalık bölümler halinde yayınlanmak üzere hazırlanan televizyon dizileri genelde eğlence ve eğitime yönelik eser niteliğindedir. Sayılı sanatçılarla, sayılı mekanlarda çekilen bu dizilerin yapım süreleri bazen bir ay, bazen bir yıl ve daha fazla sürebilmektedir. Genel olarak; çekimi tamamlanan bölümler televizyonda yayınlanırken, diğer bölümlerinin de çekimleri devam etmektedir. Tek bölüm halinde hazırlanan TV dizileri de bulunmaktadır. Sürelerin uzun olmalarına rağmen diğer sinema ve TV programlarına göre maliyeti daha az olabilmektedir. Televizyon dizileri belirli bir izleyici kitlesini devamlı olarak kendine abone ettirerek izlettirmekte ve yoğun ilgi uyandırmaktadır. Türkiye'de yayınlanan TV dizilerinde (ithal diziler ve yerli yapımlar) tamamen batı kültürü işlenilmekte, toplumun ihtiyaç duyduğu yapımlara hemen hemen hiç yer verilmemektedir. Toplumun milli kimliğine uygun, manevi yapıyı işleyen ve bu alanda ilkler sınıfına girebilecek dizilerin yayınına, yapımına bu konudaki kaynakların ciddi olarak ele alınıp değerlendirilmesine büyük bir ihtiyaç vardır.

             13. Belgesel Programlar: Toplumun sosyal, kültürel ve aktüel yapılarını, gerek haber programı ayarında gerekse tanıtım biçiminde çeşitli yönleriyle irdeleyerek ekrana yansıtan program türüdür. Doğal mekanlarda ve doğal kahramanlar üzerine senaryolaştırılarak çekilen filme, doğallığına uygun düşecek bir seslendirme ve müzikle takviye yapılarak, ya eğitim ya eğlence amaçlı bir hedefle seyirciye takdim edilir. Yoğun ve ciddi bir araştırma ve inceleme sonucunda, konunun alakası ve içeriğine hakim olan bir şahsın senaryoya dönüştürmesi neticesinde çekim çalışmalarına başlanır. Konunun çekimine başlandığında çoğu zaman senaryodan uzaklaşma durumu hasıl olur ve mükemmeli, tabiiliği yakalamak için senaryo dışı unsur ve etkilerden de istifade edilir.

             14. Televizyon Tiyatrosu ve Komedi Programları: Bu programlar için herhangi bir senaryoya gerek olmadığı gibi telifin dışında fazla bir maliyeti de bulunmayan bir program türüdür diyebiriz. Ünlü tiyatro oyuncularının, normal tiyatro sahnesinde seyirciler karşısında oynadığı bir oyunun, profesyonel bir aydınlatma, sahne düzenlemesi ve çekim teknikleriyle filme alınması, hatta montaja dahi gerek duyulmadan televizyondan yayınlanması olayıdır. Komedi programları da yine tiyatro türü bir yapım olup aynı yönde bir çalışma sergilenerek televizyona yansıtılır.

             15. Karma Programlar: Karma programlar, televizyonlarda naklen yayınlanan müzik - eğlence türü programların arasında güldürü - komedi - skeç, sohbet vs. bölümlerin de yer aldığı programlardır. Haberin belgesel program şeklinde veya belgesel bir konunun haber niteliğinde ele alınıp işlenmesi gibi. Kısaca belli bir program adı veremediğimiz birden fazla programın özelliklerini taşıyan programlara karma programlar diyebiliriz.

             16. Şov Programları: Tamamen eğlenceye yönelik olan bu programlar son zamanlarda ortaya çıkan şovmenler tarafından yapılmaktadır. Tek kişinin bir tiyatro oyunu tarzında sunduğu programda çeşitli konuklara da yer verilmekte ve canlı olarak müzikte sunulmaktadır. Bu programın yapımı da en kolay olan yapım türlerindendir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BİR TV YAPIMININ ORTAYA ÇIKMA SAFHALARI

             Bir TV yapımının gerçekleşebilmesi için bir takım hususların ve temel yapım unsurlarının bilinmesi, oluşturulması gerekmektedir. Bu hususları ve unsurları iki bölüm halinde sıralamak mümkündür.

 

a) Yapım projesine yönelik dış hususlar

             1. Yapımın finansman sahibi -şahıs-şirket-kurum vs.

             2. Yapımın konusu

             3. Yapım türü

             4. Yapımın amacı-düşünceler

             5. Hedef kitle- yayın ve kullanım sınırları - yayın alanı

             6. Yapım için ayrılan mali kaynak

             7. Yapım için öngörülen süre

             8. Yapımın gerçekleştirileceği mekan - mekanlar ve zaman durumları

             9. Yapım için verilen fiyat teklifi

       b) TV yapımının içeriğine yönelik hususlar

             1. Senaryo - Metin yazarı

             2. Yapımda kullanılabilecek bilgi, belge, görüntü materyalleri

             3. Yapımda kullanılacak çalışma sistemi ve metotları

             4. Filmin yönetmeni

             5. Yönetmen yardımcısı

             6. Sunucu - Seslendirme

             7. Oyuncular, sanatçılar, konuşmacılar

             8. Kamera

             9. Kameraman

             10.Mekan ve mekanlar

             11.Işık düzeni

             12.Işıkçı

             13.Filmin müziği (fon müziği)

             14.Ses düzeni ve ses kayıt

             15.Montaj cihazları ve montaj odası

             16.Montajcı

             17.Grafik - Animasyon-Yazı

             18.Senaryo ve program danışmanı

             19.Kostüm - dekor

             20.Stüdyo görevlileri

             21.Ulaşım sorumlusu

             22.Teslim edilecek materyaller

             23.Peşinat ve teslimatla yapılacak ödemeler

             24.İş başı ve iş tesliminde yapılacak ödeme şekilleri

 

             Yukarıda belirtilen yapımla ilgili dış ve iç kriterleri değerlendirip ciddi olarak ele almadan sağlıklı bir yapımın gerçekleşmesi her zaman mümkün olmaz.

             Bu kriterlerden olmazsa olmaz türünden olanlarını da şu şekilde sıralayalım;

             1- Finansman 2-Senaryo 3-Yönetmen 4-Kamera ve Kameraman 5- Montaj odası ve montajcı 6-Işık-ses-dekor-müzik 7-Ulaşım.

             Bir yapımın ortaya çıkma safhalarını ise şu şekilde ele almak mümkündür.

             1- Finansman temini

             2- Senaryo metni yazımı

             3- Çekim

             4- Kurgu - Montaj

             5- Yayın

             Film yapımı herhangi bir düşünceyi, duygu ve olayı sesle desteklenen hareketli görüntülerle anlatır. Bu üç öğe (görüntü - ses - hareket) birlikte sinema dilini oluştururlar.

             Bir film yapımında en önemli husus; konunun, gerekliliği ve tamamlayıcı unsurlarının tüm boyutlarıyla tespit edilmesi ve seçilmesidir. Konu çok önemlidir. Konuyu seçtikten sonra sıra senaryo metninin yazımına gelmektedir. Senaryo metnini mutlaka konuyla alakası olan, o havayı teneffüs etmiş ve konuya yabancı olmayan bir şahsın, tabii ki yapım tekniğinden de haberdar olan bir şahsın yazması daha isabetli olacaktır. Bunlardan sonra en büyük iş yönetmene ve kameramana düşmektedir. Acemi bir yönetmen ve kameraman, sahnelerin sık sık tekrar edilmesine, sahnelerde tabii hareketlerin elde edilememesine ve sürenin uzamasına neden olacaktır. Tabii ki montajcının işi de bu durumda zorlaşacaktır. Film çekiminde, filmin anafikrini olumsuz yönde etkileyecek, seyirciyi sıkacak türden sahne görüntüleri, dekor görüntüleri ve metin yazımına girilmemeli, anafikre sürekli bağımlı kalınmalı, dikkatleri dağıtacak konulardan şiddetle kaçınılmalıdır.

             Film için yapım siparişi veren firmalar daime en ucuza maletmeye çalışırken kaliteye fazla önem vermezler. Yapımcı firma da en kaliteli tekniğini ve elemanları kullanarak dört dörtlük bir yapım gerçekleştirme arzusundadır ki, bu kendi reklamını yapmak ve firmasını tanıtmak için en seçkin bir yoldur. Bunun için yüksek bir maliyet hesabı çıkarırlar. Bu yüksek maliyetin sebebi, bu tekniğin hala yaygınlaşamaması, bu konuda gerekli eğitimin ve finansmanın sağlanıp insanların yetiştirilememiş olması, cihazların oldukça pahalı olması gerekli rekabet ortamını oluşturacak firmaların mevcut olmayışlarıdır diyebiliriz.

             Yapımın Finansmanı:

             Film yapımlarında en mühim ve aşılması en zor olan husus firmanın teminidir. Finansmanın miktarına göre işin hacmi ve kalitesi de artacaktır. Ucuz olarak kotarılan her yapım amatör niteliğindedir. Devletin belli başlı bir milli politikası olmadığından dolayı ilim, kültür, sanat dallarında bütçeden ayrılan kaynak çok sınırlıdır. Özel firmalar da tamamen ticari getirisini, karlarını ön planda tuttuklarından dolayı yüksek maliyet getiren yapımlara cesaret edip girmemektedirler. Televizyonların yaygınlaşması ve sinema filmlerinin artık her gün televizyon kanallarında tekrar tekrar izleniyor olması sinemayı bitirmiş, sinema seyircisini kaybedince de film çekimlerine kaynak ayrılmamış, sinemadan geçimini sağlayan yapımcı, yönetmen ve sanatçılarda başka başka ticari alanlarda boy göstermeye başlamışlardır.

             Yapımın Konusu

             Filmin konusu toplumun beklentilerine, ilmine, fikrine, kültürüne, geleceğine ve geçmişine ışık tutacak niteliklere sahip beklenen, özlenen, ihtiyaç duyulana cevap verecek özelliklere sahip bir konu olmalıdır. Topluma hiçbir faydası olmayacak, hatta toplumu yozlaştıracak, çeşitli olumsuzluklara sevkedecek, başka toplumların ve milletlerin kültürünü, yaşantılarını empoze edecek nitelikteki yapımlara yol ve geçiş vermemelidir. Verilen para toplumun lehine filmler için harcanmalıdır. Konu bulmak zor değildir. Derin bir kök ve kültüre sahip ülkemizin, halkımızın bulunduğu bir coğrafyada konu sıkıntısı diye birşey sözkonusu olamaz.

             Yapımın Türü

             Önce ne tür bir program yapacağız, hedef kitlesi ne olacak, anafikir ne olacak onun belirlenmesi icabeder. Sinema filmi mi, televizyon dizisi mi, belgesel mi, müzik eğlence türü bir program mı bu belirlenmelidir. Yapımın türüne göre yapım maliyeti ve süresi değişecektir.

             Yapımın Amacı-Hedef Kitle

             Film ile verilmek istenen mesaj tam olarak nedir, net olarak tesbit edilmelidir. Amaç nedir, gayeniz nedir, düşünceniz, çizginiz, aksiyon noktanız, ulaşmak istediğiniz hedef nedir? Amacınız sadece para kazanmak mı, ünlü olmak mı, piyasaya girmek mi, insanlara iyi güzel şeyleri vermek mi, zamanlarını değerlendirmek mi?

             Yoksa insanlara iyi ve güzel anlamında kazandıracağı hiçbir şey yok ise, sadece insanları eğlendirmek için ise buna gerek yoktur. Program yapımından önce gayenizi ve hedef kitlenizi belirlemelisiniz. Aksi takdirde yaptığınız program insanlara zararlı olacaksa, hiçbir şey vermeyecekse, insanların kıymetli zamanlarını çalacaksanız bunun vebali, sorumluluğu kul hakkı olarak, insanlara kötülük yapmış olarak mahşer gününde karşınıza çıkacaktır. Zira hiçbir güzel amel karşılıksız bırakılmayacağı gibi hiçbir kötü amel de karşılıksız yani cezasız bırakılmayacaktır. Her şeye, her işe iyi emellerle, iyi niyetlerle başlamak ve aynı şekilde de tamamlamak zorundasınız.

             Yapım İçin Öngörülen Süre

             Yapım süresini her zaman geniş tutmak zorundasınız. Zira acele olarak, kısa süre içerisine sıkıştırılan çalışmalardan kesinlikle iyi verim alamayacaksınız. Çünkü en iyi çalışmayı yapmak için prova ve deneme çekimlerine ihtiyacınız olacak, en güzel ışık ortamını yakalayıp en iyi görüntü elde edebilmeniz için havanın ve iklimin ışık şartlarını beklemek durumunda kalacaksınız. Yapımın her sahnesi ve aşamasında tekrara, provaya, tasarım yapmaya, bilinçli adım atmaya ihtiyacınız olacaktır. Yapım süresi içerisinde tamamen farklı konular üzerinde çalışma yapmak programın içeriğine ve hedefine yönelik konsantrasyonunuzu bozacağı için bundan kesinlikle kaçınılmalı, başlanılan iş bitirilmelidir.

 


EĞİTİM - ÖĞRETİM VE DİNİ PROGRAMLARIN ÇEKİMLERİ

             Bir ülkeyi, bir coğrafyayı ve hatta bütün dünyayı küçülterek evlerin içine kadar taşıyan ve buralardaki tüm olup bitenlerden bizi en teferruatına kadar haberdar eden teknoloji harikası televizyonun elbetteki eğitime, öğretime, hayırlı ya da şerli faaliyetlere etkili olmaması düşünülemez. Artık bugün televizyon vasıtasıyla değil bir bölgeye, bir ülke geneline, tüm dünyaya ulaşmak uydu vasıtasıyla mümkün olmuştur. Mektupla, faxla, telefonla görüşülebildiği gibi aynı şekilde canlı yayın ve canlı bağlantıyla hem sesli hem de görüntülü olarak dünyanın her tarafıyla görüşmek bu günün teknolojisiyle mümkün hale gelmiştir. Tabii ki her kesim, her ideoloji ve inanç sahibi toplumlar bu imkanları kullanmak, kendi dünya görüşleri doğrultusundaki fikirlerini, düşüncelerini vermek istediklerini, direkt veya endirekt olarak yayınladıkları tüm programların içerisinde şuur altına, körpe dimağlara bilinçli ve sistematik bir şekilde vermekte, empoze etmektedirler. Örneğin TRT, Show TV, Star, Kanal 6, ATV, HBB, Kanal D, gibi televizyonların tüm programlarında, bilinç altına batı kültürü ve yaşantısı empoze edilmekte, her günahı ve melaneti işleyen bir müslüman tipi, davası, gayesi ve takvası olmayan bir müslüman kompozisyonu çizilmektedir. İşte bu bir eğitim, öğretim ve dini propagandadır. Yani Hıristiyanlık, Musevilik, putperestlik, ateistlik dinlerinin perde arkasındaki, bazen önündeki, propagandasıdır. Program içerikleriyle, sunucuları, sunuşları ve kelimeleriyle, kılık kıyafetleri ve her türlü dekor ve tavırlarıyla tam bir ehli küfür, ehli dünya kolleksiyonu oluşturmaktadırlar.

             Bunun için diyebiliriz ki, tebliğ bir bütündür, bir davanın, hakkın hakimiyeti ve insanlığın selameti görüşünün yansıtılması ve yayılmasında televizyon etkiliyse buna sahip olmak, ele geçirmek gerekir. Tüm ilimler, tüm teknoloji insanı Allah'a götürüyorsa, hepsi insanlar için bir ibret ve insana vaazı nasihatsa, tefekküre sebepse programları birbirinden ayırmamak gerekir. Konuyu biraz daha teferruata indirirsek diyebiliriz ki: Tüm bilgiler nasıl yazılı hale getirilip zapt ediliyor ve insanların istifadesine sunuluyorsa aynı şekilde filme çekilip hem yazılı, hem görüntülü, hem de anlatımı kolaylaştırılıp pratikleştirilerek insanların hizmetine sunulabilir. Böyle bir çalışmayla, iyi planlanması ve organize edilmesi halinde yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca kişiye ulaşmak mümkün olacaktır. Bu hem zamanın değerlendirilmesi, hem az maliyet, hem daha az zahmet gerektirecek bir çalışma olacaktır. Bugün artık; önemli gecelerde, günlerde televizyondaki bir stüdyodan veya bir camiden yapılan vaazı nasihat ve dini bir programı televizyondan hem Türkiye hem de yayının ulaştığı diğer ülkelerdeki insanlar tarafından izlenebilmektedir. Yine bazı öğretim programlarıyla ilgili dersler, günün belli saatlerinde, takip edenlere televizyon vasıtasıyla verilebilmekte ve bunun da çok önemli bir eksikliği doldurduğu görülmektedir. Bu şekilde insanlar, hem zaman harcamıyorlar, hem masrafları olmuyor, hem de en profesyonel bilgilere sahip olabiliyorlar. Televizyon stüdyosu aynı zamanda ders anlatan bir hoca ve soru soran talebelerin bulunduğu karşılıklı her konunun sorulup cevabının anında alındığı ve sohbet ortamının oluştuğu bir sınıf haline gelebilmektedir. İşte burada önemli olan, hocaya o stüdyoda yer veren, hocayı seçen, stüdyonun daha doğrusu televizyonun başındaki zihniyet önemlidir. Meşhur bir atasözü vardır: "At sahibine göre kişner" derler.  Bu tür çalışmaları kişi ferdi olarak da yapabilir. Kendisinin yaptığı herhangi bir programı, kameraya, videoya alarak daha sonra sakin bir ortamda izleyerek eksiklerini, yanlışlarını, doğrularını öğrenebilir. Veya; gittiği bir geziyi, konferansı, sohbeti, herhangi bir müsabakayı kamerasıyla baştan sona kadar çeker ve daha sonra o programı takip edemeyen kişilere izlettirebilir. Bunu gerek hobi yoluyla, gerekse ticari bir yolla yapabilir ki hem değerli bir tebliğ, rehberlik hizmeti yapmış, ilmi, bilgiyi değerlendirmiş olur ve hem de bir rızık elde etmiş olur.

             Profesyonel yayıncılık yoluyla diğer insanlara, topluluklara, ülkelere, milletlere ulaştırılamayan bilgiler, mesajlar kaset kopyaları çıkartılarak posta yoluyla ulaştırılabilir. Kişiler ellerinin altında olan bu kasetleri istedikleri bir zamanda ve ortamda izleyebilecekleri gibi, yine istedikleri kişilere ve kitlelere de daha kolay ulaştırabilirler. Aynı şekilde siyasi parti propagandaları da özel hazırlanmış video kasetler vasıtasıyla kitlelere daha kolay ulaştırabilir.


PROGRAM YAPIMINDA BİLGİ TOPLAMA VE ARAŞTIRMA METODU

             Araştırma, televizyon program yapımının ilk adımıdır. Senaryonun ortaya çıkış sebebidir. Televizyon için yapımı düşünülen programın türü ve konusu tespit edildikten sonra, konuyu sağlıklı bir senaryo metnine dönüştürebilmek için, konuyla ilgili geniş çaplı bir araştırmanın, belge, malzeme ve kaynakların elde edilip değerlendirilmesi şarttır. Şayet araştırmadan önce konunun senaryosu yazılmışsa, zaman, içerik ve akıcılık bakımından senaryoyu aynen filme uyarlamak güç olacak ve senaryoda büyük çaplı bir değişiklik olabilecektir. Araştırma ve bilgi toplama çalışmasını metin yazarı, yönetmen, programın yapımcısı veya sunucusu üstlenmek zorundadır. Araştırmanın türü ve boyutları programlara ve konularına göre farklılıklar gösterebilir. Köklü bir araştırma ve bilgi toplama gerektiren programlar; eğitim, kültür, haber programları, araştırma - inceleme programları, açıkoturum ve tartışma, magazin, haber, aktüel, çocuk programları, dini ve ahlaki programlar, belgeseller, televizyon filmi ve yarışma türü programlardır. Araştırmadan çok planlama gerektiren programlar ise; drama, müzik, eğlence programlarıyla her türlü naklen yayınların yapıldığı programlardır.

             Özellikle haber ve özel nitelikli programların ana fikri derinlemesine bir araştırma ve bilgi toplamayı gerektirmektedir. Konuya taraf, konuyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili tüm şahıslara ulaşılması, bilgi ve malzemelerin elde edilerek, orjinal ve objektif bir şekilde ekrana yansıtılması gerçek bir programcılıktır. Bu tür program yapımlarında, yapımcı; konunun senaryo, araştırma bilgi toplama ve filme uyarlama aşamaları için, uzmanların görüşlerinden ve çalışmalarından yararlanabileceği gibi özel olarak danışman ve araştırmacı da görevlendirilebilir. Derinlemesine ve çok yönlü araştırma ve bilgi toplama çalışması yapılmayan ve objektif yansıtılmayan program yapımları toplum üzerinde tartışmalara, infiale ve yanlış yönlendirmelere yol açan basit ve başarısız programlardır.

             Konuyla doğrudan ilgili, bilgi sahibi, tarafsızlığına ve güvenilirliğine emin olunan kişiler belirlenip aşağıdaki şekilde sorular sorularak yararlanılabilir.

             Konunun geçmişi ve başlangıcı nasıldır? Konuya taraf olanlar kimlerdir, bağlantıları ve özellikleri nelerdir? Hangi kuruluşlar ya da kişiler konuyla ilgilenmektedir? Bugünkü veya son görüntüsü nedir? Konunun çözümünde kimler neler yapmış veya yapmamıştır? Hangi noktalar açıklığa kavuşturulmalı ve üzerinde ağırlıkla durulmalıdır? Konuyla ilgili rakamsal verilere ve maddi delillere nasıl ulaşabilir, nerelerden temin edilebilir? Sıralanan bu soruların alınan cevapları araştırma için ilk adım sağlayacak ve araştırma için kapı açılmış olacaktır.

             Bundan sonraki aşamada da; cevapların ve ayrıntıların doğruluğu, yanlışlığı araştırılacak ve konunun uzmanlarının, fikir, tahlil ve tespitlerinden faydananılacaktır.

             Araştırmanın ikinci safhasında bazı kurum, kuruluş ve şahıslardan yararlanılabileceği için bu kurumlarla ve kişilerle güvenilir, samimi bir şekilde iyi ilişkiler kurulmalı ve geliştirilmelidir. Örneğin emniyet veya üniversitelerin araştırma bölümleri özel, bilimsel bilgi ve dökümanlar sağlayabilirler. Ayrıca, konunun ilgi ve çalışma sahasına giren kuruluşlar da göz önünde bulundurulmalıdır.

             Bu tür araştırma programcılarının ve muhabirlerin çok kapsamlı bir telefon, adres arşivi, sıcak ilişki ve alışverişte bulunduğu çok geniş bir çevresi bulunmalıdır. Bu senaryo oluşumunda siyasi görüş, çevre ve kültür farklılığı saf dışı edilmeli, çok farklı sosyal, kültürel ve siyasi çevrelerden insanlarla iyi diyaloglar kurulmalı ve bu ilişkiler devam ettirilmelidir.

             Araştırmada, kişilerden doğru ve objektif değerlendirmeler için her fırsatta ikazda bulunulmalı, farklı görüşlere yer verilmeli gerekirse karşılaştırma ve kıyaslama metodu kullanılmalıdır.

             Program içerisinde yer alacak kamu görevlileri özenle seçilmelidir. Politik ve siyasi görüşlü görevliler ve kişiler araştırmanın amacını ve seyrini olumlu ya da olumsuz yönde değiştirebilirler. Kendi kurumunu, patronunu, kendi çıkarlarını gözönünde bulundurarak yanlış bilgi verebilirler, bütün bunlar göz önünde bulundurulmalı, komploya gelinmemelidir. Araştırma aşamasındayken ve program sunuşunda kesinlikle bir tarafa siyasi bir tavırla yaklaşıp, objektiflik çerçevesinden uzaklaşarak sorgulama, yargılama ve mahkum etme yapılmamalıdır. Konu hakkında kapsamlı, sağlıklı objektif bir araştırma ve belgelerle en güzel yorum ve yargılama kendiliğinden gerçekleşecektir.

             Araştırmalarda; gazeteciler ve polisler her türlü konuda tecrübe ve bilgi sahibi oldukları için mutlaka değerlendirilmelidir. Araştırmacı her zaman yanında not defteri, teyp, mümkünse kamera bulundurmalı ve gerekli alıntıları, karşılıklı, sorulu-cevaplı mülakatı teybe almalıdır. Daha sonra bu ses ve görüntü kayıtlarını sakin bir ortamda değerlendirmeli ve bilgilerin karşılaştırma ve kıyaslamasını yapmalıdır. Bunları kağıt üzerine dökerek bir kaç adette kopyasını alarak arşivleyip muhafaza etmelidir.

             Görüşmeler mümkünse izin ve randevu alınarak, başbaşa sakin bir ortamda yapılmalıdır. Araştırmacı kesinlikle mülakat yaptığı, bilgi aldığı şahsa güven ve teminat vermeli, şahsın isteklerini not ederek mutlaka onlara uymalıdır. Mülakat sırasında konunun önemine ve içeriğine göre teyp kaydı açıktan ya da gizli olarak yapılabilir. Araştırma programı dışında kalan fakat sonradan, konuyla ilgili olabilecekleri anlaşılan kişilerle de araştırma karşılıklı ya da telefon yoluyla yapılmalıdır. Aynı konu hakkında tespitte bulunup ve ilmi bilgi veren bir uzmanla yetinilmemeli, birbirinden habersiz aynı konuyla ilgili başka uzman ya da kurumun ilmi tespitine ve bilgilerine başvurularak doğru tespite bu yöntemle varılmalıdır.

             Araştırma kapsamında; halkın arasına özellikle de kahvehane, pazar yeri gibi yerlere giderek bizzat görüp, dinleyip, irdeleyerek konuyla ilgili herkesin konuşması ve tartışması sağlanılmalıdır.

             Araştırma içerisinde, film, fotograf, şekil, harita vs. belgelerden iki taraflı olarak istifade edilmeli, gerektiğinde taraflara gösterilmeli, bu tür bilgi ve belgeler taraflardan temin edilmeli, ekrana yansıtılmalıdır.

             Toplanan bilgi ve belgeler gözden geçirilip değerlendirilmeli, önemlileri açıklanmalı, en çarpıcıları ve farklılık arzedenleri süreye de riayet edilerek ekrana yansıtılmalı, akıcı bir metin ve profesyonel bir sunuşla da program halka arzedilmelidir.

             Şu unutulmamalıdır ki; bir programın ve konunun halka psikolojik ve sosyolojik açıdan en başarılı ve en etkili sunuculuğunu bizzat konuyu araştıran, tüm aşamalarında yer alan kişi yapabilecektir.

             Bir konunun, özellikle gayri kanuni konuların araştırılması oldukça riskli, zaman ve harcama gerektiren bir görevdir. Konunun mafya ve siyasi boyutları ve uzantıları her zaman rahatsız olacaklar, baskı uygulayıp zorluklar çıkaracaklar, şantaj ve tehditlerde bulunabileceklerdir. İyi bir araştırmacı bunların hiç birisine boyun eğmemeli, muhatap kabul etmemeli, kendisini, ismini ve adresini gizlemesini bilerek araştırmasını gizlilik içinde sonuç alıncaya kadar sürdürmelidir.

 

 

 

 

HABERCİLİK

             Haber: Sözlük manası; bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi. İletişim ve yayın organlarıyla verilen bilgi. Yurt ve dünyada meydana gelen olayları ajanslar ve çeşitli kaynaklardan toplayıp, değişik kanallarla yayınlayan kuruluş.

             Haber; ekmek gibi, su gibi ilk çağlardan bugüne ve sonsuza kadar insanoğlunun zaruri ihtiyaçlarından birisi olmuştur ve olacaktır. Çeşitli usüllerle ve tekniklerle insanlar, yaşamın her sahnesinde haber almayla vermeyle, merak etmeyle, haber beklemeyle haşır-neşir olmuştur.

             Habercilik; doğru ve tarafsız habercilik çok önemli, manevi ve maddi bakımdan çok riskli bir görevdir, ayrıca da çok kutsal bir görevdir. Artık günümüzde insanoğlunun diğer ihtiyaçları gibi dünyadan ve ülkesindeki gelişmelerden haberdar olmaya ihtiyacı vardır. Haber, ama, kaynağından haber, ciddi bir araştırmaya değerlendirmeye dayanan haber. İnsanoğlunu eğitip düşündürebilen, yönlendirebilen bir haber.

             Muhabir: Haberi öğrenen, araştıran basın ve yayın kuruluşları adına haber toplayan, topladığı haberi yazan, yayımlayıp bildiren, ulaştıran kimseye denir. Haberleşmeyi, bağlantıyı sağlayan, konuyla ilgili ayrıntılı ve gerekli bilgileri veren kimse.

 

             Muhabirin Özellikleri:

             a)- Bilgi ve ilim sahibi, kendisine güvenilen, emin olunan kişi olmalıdır.

             b)- Lisanı düzgün ve adil olmalıdır.

             c)- Peşin hükümlü olmayan, olaylara soğukkanlı yaklaşan ve cesaretli biri olmalıdır.

             d)- Teknik bilgi ve imkanlara sahip, yabancı dilleri iyi bilen biri olmalıdır.

             e)- Edebiyatı ve hitabeti kuvvetli, dinamik ve kararlı bir kişiliğe sahip olmalıdır.

             f)- Sosyal ve kültürel yaşantısı ve çevresi geniş, katılımcı ve girişimci olmalıdır.

             Haberin alınışı ve sunuluşu:

             Televizyoncu ve gazeteci için haber büyük bir hazırlık gerektirmeyen ve dünyanın dönmesine bağlı olarak her an, her yerde, her konuda, çeşitli ve şiddetli şekillerde meydana gelebilen ya da dalgaları süren hazır bir program malzemesidir. Bütün medya ve ajans kuruluşlarının ana ve asli görevi haberciliktir, insanlara iyiyi, doğruyu, gerçekleri objektif  olarak iletmek, anlatmak, bilgi ve haber alma ihtiyaçlarını gidermektir. Haber ve haber programları televizyoncular için fazla külfet, maliyet ve zaman gerektirmeyen programlardır.

             Haber kaynakları: Her medya ve yayın istasyonunun haberi temin etme organları vardır.

             1- Mevcut bulunan iç ve dış kaynaklar ve haber ajanslarından ücretli abonelik yoluyla alınması.

             2- İç ve dış televizyon, radyo ve gazete organlarını takip ve bunların birbirleriyle karşılıklı haber alış-verişi konusunda anlaşma ve işbirliği yapmalarıyla.

             3- Kuruma bağlı özel ve televizyon muhabirleri ile kurumun merkez ve taşra teşkilatlarında çalıştırdıkları muhabirleri vasıtasıyla.

             4- İl ve taşra teşkilatlarında haber başı prim alan özel muhabirleri vasıtasıyla.

             5- İl ve taşra teşkilatlarında karşılıksız, amatör olarak gönüllü fahri muhabirleri vasıtasıyla.

             6- Kurumlarına gönül vermiş abone, okuyucu ve seyircileri vasıtasıyla.

             7- Olayların içinde yer alan, duyduklarını, gördüklerini, dileklerini, şikayetlerini iletmek, duyurmak isteyen her vatandaş haber kaynağı ve haber ağının içerisinde yer alabilir.

             8- Olaylardan mağdur olup şikayetçi olan şahısların bizzat gelip anlatmaları ve haber vermeleri yoluyla.

             9- Kurum, kuruluş ve şahısların organlara telefon, faks ve müracatlarıyla ya da davet ve talep etmeleri yoluyla.

             Bu kaynaklardan gelen haberlerin tamamı sağlıklı olmayabilir, düzenli ve isabetli olmayabilir. Merkez teşkilatta görevli haber değerlendirme, düzenleme ve sunuş ekibi bulunmaktadır. Bu ekip ve ekibin temsilcisi gelen haberleri genel bir kontrolden, düzenlemeden, değerlendirmeden, gerekirse ve şüphelenirse soruşturup, incelemeye aldıktan sonra özet şeklini varsa belge ve görüntüleriyle birlikte yayına sunar.

             Haberi araştıran ve temin eden muhabir soğukkanlı, tarafsız ve önyargısız olmalıdır. Kulaktan duyma rivayetlerden, varsayımlardan, suçlamalardan, dolduruşlardan kesinlikle hüküm ve sonuç çıkarmamalıdır. Tartışmalı ve ihtilaflı konularda her tarafı dinledikten sonra objektif olarak haberi vermeli, kendi yorum ve yaklaşımını ön planda açık olarak değil, cümle içerisinde sade bir üslûpla veciz bir ifadeyle isterse belli edebilmelidir. Günümüzde bunun canlı örneklerini ideolojik amaçlı karanlık ve dış odakların sözcüsü durumundaki hep bildiğimiz görüntüler, yazılı medya organları ve mensupları yapmaktadırlar. Bunların yaptıkları; olaylara başından maksatlı ve peşin hükümlü yaklaşmaları, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaları tatmin olmayınca konuyu çeşitli maceralara çekerek abartmaları, yandaşlarının rivayetleri doğrultusunda hareket ederek yalan yanlış, araştırıp incelemeden haber metnine dönüştürmeleridir. Çoğu zaman da kasıtlı ve kendilerini tatmin edici haber bulamayan medya küçük bir konuyu büyüterek veya sahte kahramanlar ve deyimler ile masabaşı veya karanlık güçlerin ısmarlamaları üzerine çeşitli haberler ve buna paralel olarak da yorumlu senaryolar icat etmektedirler.

Televizyon ve gazete muhabirleri nasıl olmalıdır:

             Televizyon, Gazete ve Radyo ile haber ajanslarının merkez teşkilatları ve merkezi illerde, bölümlere ve branşlara göre muhabirleri bulunmaktadır. Parti muhabirleri, dış haberler, politika, kültür - sanat, ekonomi muhabiri, adalet ve emniyet muhabiri, Meclis, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık muhabirleri, belediye ve bölge muhabirliği gibi branşları ve bölümleri bulunmaktadır.

             Bir muhabir öncelikle branşına giren, bilgi, çevre ve tecrübe sahibi olduğu, ilgi alanına giren konuyu takip etmeye öncelik vermeli ve görev almalıdır. Bununla birlikte hangi konu üzerinde olursa olsun her muhabir aktif görevlerde ve yerlerde bulunan, güvenilir kişileri araştırmalı, tespit etmeli bunlarla irtibata geçip tanışmalı dostluk ve samimiyet kurmalı ve sık sık ziyaret ve görüşmeler içinde olmalıdır. Bu kişilerden sadece bilgi, belge ve haber beklemek yerine konular üzerine görüş alış-verişinde bulunmalı, bunların ciddi ve planlı olarak takibini yapmalıdır.

             Haber Alanları: Haber alanlarını bir kaç grupta incelemek mümkündür.

             a. Dünya Haberleri: Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir konuyla ilgili bir haber bütün dünyadaki insanları ilgilendirebilecek bir özelliğe sahip olmalıdır. Bunlar; felaketler, sağlık, teknik, sanat, ilim, siyaset, ekonomi ve sosyolojik bir konu hakkında olabilir. Böyle bir haber dünyanın her yerindeki kaynaktan alınıp sunulabileceği gibi, aynı şekilde dünyadaki istasyonlara yayınlanmak üzere de ulaştırılabilir.

             b. Ülke haberleri: Sadece o ülkenin vatandaşlarını, birinci derecede ilgilendiren halkının duymasına ihtiyaç duyulan ve ülke geneline yayınlanıp ulaştırılan haber konularıdır.

             c. Bölgesel haberler: Ülkenin belli bir bölgesini birinci derecede ilgilendiren bir haberdir, ikinci ve üçüncü derecede ülke geneline de verilebilir.

             d. Yerel haberler: Herhangi bir ilçede, ilde veya birkaç ilde yayınlanan, küçük medya ve yayın istasyonlarıyla, büyük istasyonların bu yöreler adına ek ve özel olarak çıkardıkları ilave veya haber kuşağı türündeki kaynaklarla yürütülen haberlerdir.

             Haber Kalitesi: Verilen haberler doğru ve objektif olmalıdır. Konu hakkında detaylı araştırma yapılmalı, tarafların fikirleri ve tespitlerine eşit oranda yer verilmelidir. Haberler konuyla ilgili fotograf ve görüntü çekimleriyle desteklenmeli, yorumu görüntülere bırakılmalıdır. Muhabir hiçbir zaman haberle yorumu birlikte vermemeli, en güzel yorum belgeler olmalı, yorumu konuyla ilgili görüntülere bırakılmalıdır. Yorum; köşe yazarlarının, özel televizyon yorumcularının, siyasetçilerin ve genel olarak hatipler ile halkın olmalıdır. Haber toplamada en kaliteli cihazlar ve ulaşım imkanları kullanılmalı, maliyetten kaçınılmamalıdır. Süratlilik, detaylılık ve objektiflik ile görüntü ve metin dengesi ve ağır sorumluluk bilinci ve prensipleri temel ilkeler olarak ele alınmalı ve bunlara titizlikle uyulmalıdır. Haberci neyin haber değeri olup olmadığını, hangi haberin insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri doğurup doğurmayacağını, insan psikolojisini etkileyip etkilemeyeceğini çok iyi belirlemek zorundadır. Yoksa bir haber ya da haberin sorumsuzca verilen görüntüsü insanları kötü sonuçlara yönlendirebilir mi bunlar ince hesabedilmeli, insanlara duyurulmasında toplum menfaati olmayan konular haber olarak sunulmamalıdır.


PROGRAM SUNUCULARI, KONUŞMACILAR VE KONUKLARLA İLGİLİ TEMEL KURALLAR

             Televizyon çalışmalarında programa çıkmak, kamera karşısına sunucu ve konuşmacı olarak katılmak planlı, programlı bir çalışmayı ve titiz bir hazırlığı gerektirmektedir. Burada programın yapımcılarına da önemli ölçüde görev düşmektedir. Program sorumluları, sunucu, konuşmacı ve katılımcılara; uyması gereken kuralları anlatacak, tavsiyelerde bulunacak, bilenlere tekrar hatırlatacak gerekli makyajını, giyiminin tamamlanmasını sağlayarak ve programa çıkaracaktır. Bazen çok küçük ve basit bir düzeltme ve hatırlatma neticesinde çok güzel sonuçlar alınabilmektedir.

             Kural ve tavsiyeleri maddeler halinde sıralamak gerekirse;

             1- Sunucu ve konuşmacılar Türk diline tam vakıf olmalı, Türkçeyi doğru, anlaşılır, düzgün konuşmalı, vurgulamalara ve imla kurallarına dikkat etmeli, kendini bu hususta yetiştirmelidir.

             2- Sunucu ve konuşmacılar diksiyonu düzgün, iyi bir hitabetçi olmalı, hitabet kurallarını ve tekniklerini, hitabetin sosyolojik ve psikolojik boyutlarını çok iyi bilmeli ve kullanabilmelidirler.

             3- Televizyon sunucusu olarak, izleyicileri tanıyınız, onlarla evinde karşısında oturan samimi arkadaşıymış gibi içten, samimi ve rahatsız edici olmayan bir ilgi kurunuz. Tepeden bakmaktan, aşağılayıcı ve büyüklük komplekslerinden kendinizi arındırınız ve bunu ispatlayınız. Milyonlarca seyirciye nutuk attığınızı değil de onlarla konuştuğunuzu bir an bile unutmayınız. Diğer bir ifadeyle bir televizyon programında hem ev sahibi hem konuksunuz.

             4- İçten ve kalpten inanarak anlayarak konuşunuz. Seyirci her yanlışınızı, samimiyetsizliğinizi büyük bir ustalıkla farkeder ve yakalar. Yanlış, seyirciyi tepkiye sevkeder ve sizi onların gözünden daimi olarak düşürür. Samimi ve içten olmak, yapılan ufak tefek hataları rötuşlar, görünmesini engeller. Canlı yayında konuşmada hata yapılırsa, hiç geri dönülmeden aynen devam edilmeli, hiçbir şey yokmuş gibi davranılmalıdır.

             5- Konuşmaya başlamadan evvel çok rahat, sade ve kendinizden kesinlikle emin bir tavır içerisinde olunuz. Hata yapmaktan, hatanızdan dolayı ayıplanacağınızdan, kimlerin ne deyip ne demeyeceğinden kesinlikle korkmayınız, bunları hiç düşünmeyiniz. Yayın öncesi ve yayına başlarken, her ne kadar konuya vakıf, usta ve profesyonel olursanız olun heyecan duymamak imkansız birşeydir, mutlaka az veya çok heyecan olacaktır, bu çok normaldir. Heyecana kapılıp endişeye ümitsizliğe girmeyiniz, moralinizi hiç bozmayınız.

             6- Yönetmenin tavsiyelerine, hatırlatmalarına ve komutlarına mutlaka uyunuz, haberleşme bağını devamlı ve canlı tutunuz.

             7- Konuyla ilgili provalı bir metin hazırlamayı, metni ezberlemeyi, metinle ilgili bir takım hareket ve şekilleri önceden talim etmeyi unutmayınız.

             8- Seyirciye doğrudan doğruya bakmak ve göz göze olmak bir kural gereğidir, bu nedenle kamera objektifine bakarak, yönetmenin yazılarını takip ederek bu kuralı sağlamış olursunuz.

             9- Objektife bakarken gözünüzü çevreye kaydırdığınızda programdan bütünüyle çıkmış sayılırsınız, bu hataya düşmeyiniz.

             10- Kamera objektifine bakılacağı durumları yönetmen önceden bildirmeli, ne zaman hangi kameraya bakılacağı hususu da unutulmamalı, yönetmenin ikazlarına dikkat edilmelidir.

             11- Prova çalışmalarını zamanında ve birkaç kez yapınız, çalışmanızı filmden, aynadan kontrol ediniz, yahut izlettirerek fikirlerini sorunuz.

             12- En az yayından yarım saat önce, stüdyoda olunuz, film ekibini, görevlerini ve konuyla ilgili teknik bilgiler ile değişebilecek ihtimalleri öğreniniz.

             13- Elinizdeki metnin birkaç kopyasını çekerek birini yönetmene diğerlerini de ilgili olan kişilere veriniz. (Bu işi yönetmen yapar)

             14- Programdan önce soğuk provanın akabinde sıcak prova yapma imkanına sahipseniz mutlaka bunu yapınız ve konuyla ilgili olan kişilere veriniz.

             15- Stüdyo yönetmeni veya şefinin sizle program süresince yapacağı haberleşme ve kontak kurma işaretlerini mutlak öğreniniz ve takip ediniz.

             16- Provaya girmeden önce yapımcının sizden neler yapmanızı istediğini kesin çizgileriyle öğreniniz.

             17- Stüdyo şefi izin vermeden, habersiz olarak hareket etmeyiniz, stüdyodan ayrılmayınız.

             18- Sunuculuğun, hitabetin bir sanat olduğunu biliniz. Yanlışlarınızı, eksiklerinizi başkaları size söylemeden fark edip düzeltiniz, hatalarınızı hatırlatanlara da kesinlikle kızmayınız, memnuniyetinizi ifade edip teşekkür ediniz.

             19- Metinleri yazıldığı gibi değil okunduğu gibi okuyunuz.

             20- Ezbere konuşmamayı tercih ediniz, tamamen de metne bakarak okumayınız. Ezberlemiş olduğunuz metin cümlelerini önünüzde bulundurarak zaman zaman bakarak istifade edebilirsiniz.

             21- Program yayındayken stüdyo şefiyle işaretleşmek ve işarete karşılık vermek için gözünüzü objektiften ayırmak gibi, kaş, göz işareti gibi işaretler kesinlikle yapılmamalıdır. Bu tür işaretler ve panolar için çok rahat konumlar program akışı içerisinde bol bol bulunacaktır.

             22- Stüdyo şefinden işaret ve talimat almadan konuşmaya veya konuşmayı kesmeye girmeyiniz.

             23- Gereksiz yere kımıldayıp, el kol hareketleri yapmayınız.

             24- Konuyla ilgili elinizde kaynaklar ve yardımcı dökümanları mutlaka hazır bulundurunuz.

             25- Aksaklıklar için hazırlıklı olunuz. Seyirciyi kendinize bağlamışsanız yapacağınız ufak tefek yanlışlar onlara senaryo gereğiymiş gibi ve sevimli gelecektir. Yanlış yaptığınızda sıkılmadan, rahat olarak veciz ifadelerle seyircilerden özür dileyiniz, bu değerinizi ve ilginizi daha da arttıracaktır.

             26- Program içinde uyuklarken veya uygunsuz bir halde kameraya yakalanmayınız. Sizi doğrudan ilgilendirmese bile her söyleneni dikkatlice dinleyiniz ve olumlu tavır sergileyiniz.

             27- Seyircilerle, konuşmacılara katılmasanız bile sert tepki göstermeyiniz, olumsuz ifade kullanmayınız, güleryüzlü, hoşgörülü ve objektif bir tavır içerisinde olunuz.

             28- Giyim ve kuşamınıza, makyajınıza çok dikkat ediniz. Sade, yeni, temiz ve stüdyo dekoruna uyumlu elbiseleri tercih ediniz. Aşırı parlak, birbirine zıt renkli, siyah-beyaz ve kareli-çizgili elbiseleri giymekten kaçınınız.

 

 

 

 

YEREL TELEVİZYON YAYINCILIĞI

             Günümüzde bütün televizyon yapımları ve yayınları tamamen profesyonel cihazlarla yapılmaktadır. Televizyon kurmak ve bunu ülke genelinde izlenebilir hale getirmek oldukça büyük bir maliyet gerektirmektedir. Tabii ki kurulan televizyonun yayınlarında kullanacağı programlar, malzemeler ve bunları gerçekleştirecek personel durumu da işin ayrı bir yönüdür ve ayrı bir mali külfet oluşturmaktadır.

             Türkiye geneline yayın yapabilecek vericilere, programlara ve eleman kapasitesine sahip olacak bir televizyon istasyonunun kuruluşu yaklaşık en az 900 milyon doları bulmaktadır.

             Bugün ülkemizde Türkiye geneline hatta Avrupa, Orta Asya ve diğer ülkeler üzerinde yayın yapabilen onlarca büyük televizyon istasyonu bulunmaktadır. Bunların yanında, belli bir bölgeye, alana yayın yapan, yerel televizyonlar adını verdiğimiz televizyon istasyonları da bulunmaktadır. Yerel istasyonlar küçük sermaye gruplarının ve şahısların bir araya gelip kurdukları ve çok az bir maliyetle kurulabilen istasyonlardır. Bunların bir kısmı tamamen amatör dediğimiz, kamera, video ve görüntü kayıt cihazlarıyla, bir kısmı da amatör yayıncılığın biraz daha kalitelisi dediğimiz yarı profesyonel, yani süper (s.vhs) sistemli cihaz ve malzemelerle yayın yapmaktadır. Tabii ki dar bir bölgeye, kısa mesafeden yayın yaptıkları için görüntü kalitesinde fazla bir kayıp olmadan yayınları izlenebilmektedir. Araya verici de koysalar, uzun mesafeye, geniş bir alana yayınlarının ulaşmasında mesafe uzadıkça görüntü kalitesi de düşmektedir. Bu televizyonlar, bölgenin yerli kişileri tarafından kurulmakta ve bölgesel konuları, haberleri, reklamları içeren çalışmalar yapmaktadır. Tabii ki bunların da tek gelir kaynakları reklamlardır. Yerli halk tarafından oldukça ciddiye alınabilecek bir izleyici kitlesine sahip bulunmaktadırlar.

             Neresinden bakarsak bakalım bir ilin ilçeleriyle birlikte bir bölge üzerine yayın ulaştırabilecek bir yerel, yarı profesyonel sistemli televizyon istasyonunun maliyeti de en az 900 bin doları bulmaktadır.

             Demek ki amatör cihazlarla da, istenildiğinde, mükemmel bir yayıncılık yapılabilmektedir, bunun örnekleri görülmüştür.

 


FİLMLERİN ARŞİVLENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

             Çeşitli konuların, olayların, aktüel ve güncel haber programlarının görüntü ve fotoğralarının kaliteli bir şekilde tesbit edilip değerlendirilebilmesinin önemli olduğu kadar, bunların daha ilerideki bir takım çalışmalar için düzenli ve sağlıklı bir şekilde arşivlenip saklanabilmesi de çok önemli bir meseledir. Önemli sayılabilecek toplumsal olaylar ile, belge niteliği taşıyabilecek her türlü aktüel, sosyal ve kültürel içerikli olayların görüntüleri uzun uzun ve bol miktarda çeşitli boyutları ve teferruatlarıyla zamanında kaydedilir. Bunun için özel bir arşiv dolabı hazırlamak gereklidir. Elde edilen video ve fotograf görüntüleri konu sınıfına göre numaralandırılarak belli bir sisteme göre arşivlenmelidir. Arşiv odası, nemsiz, rutubetsiz ve insan sağlığına uygun sıcaklıkta olmalıdır. Kasetler normal kaplarında muhafaza edilmeli, raflara dik olarak konulmalı emniyet "dili" kırılmalıdır. Kasetler yılda bir kaç kez ileri - geri sarılmalıdır. Tabii ki arşivleme yapılacak görüntüler, bilinen amatör kayıt cihazlarıyla kaydedilen kasetlerin ötesinde yüksek görüntü kalitesi ve kimyasal bileşimi güçlü olan ve bu iş için özel imal edilmiş kasetlerden seçilmelidir. Çünkü arşivlenecek görüntüler demek, kolay kolay ve her zaman elde edilemeyecek görüntü ve olaylar demektir. İnsanlara ibret verecek, önemli olaylara ışık tutabilecek, aydınlatabilecek, bir tarihi, kültürü yaşatabilecek tarzda önemli görüntüler olabilirler. Bunların önemi belki ilk başlardan arşivleyenler tarafından anlaşılmayabilir, arşivleyen kurumlar açısından önemli olmayabilir ancak yine de arşivlenmelidir. Birisi için önem taşımayan bir görüntü, bir başkası için hayati önem taşıyabilir. Bunların arşivlenmesini sağlamak kadar buradaki bilgi ve görüntülerin tanıtımını insanların istifadelerine sunulmasını sağlayabilmek te çok önemlidir. Arşivleme olayı televizyon kuruluşlarının günümüzde can simidi haline gelmiştir. Yapılan tüm programların aynı anda kaydı da yapılmalıdır ki talep edilmesi halinde tekrar yayınlayabilsinler. Televizyon yapımlarının hemen hemen tamamı arşivlenmelidir.

 

TELEVİZYONUN ETKİLERİ VE İZLEYİCİLERE TAVSİYELER

             Teknolojinin harikası, kitle iletişim aracı olarak; toplumları, ülkeleri ve dünyayı birbirine bağlayıp kuşatan, kendini vazgeçilmez bir unsur haline getiren televizyonun mutlak olarak etkileri, faydaları ve zararları da vardır. Televizyon toplumu kuşatan, derinliklerine ve benliklerine nüfuz eden ve toplumsal yapıyı etkileyen önceliklere sahiptir. Bugünün toplumları, televizyonsuz yaşayamayan, televizyonla uyanan, televizyonla hareket eden, televizyon dilini konuşan bir yapıyla gelişmektedir. Toplumsal yapının vazgeçilmez bir parçası haline gelen televizyonun, yayın saatleri, program türleri ve içerikleri, konuları, dili ve nükteleriyle yaygın bir televizyonlu yaşam kültürü oluşmuş ve toplumu kitleler halinde kendisine tutsak eden ve istediği her yöne rahatça yönlendirilebilen büyük bir gücü ve özelliği vardır.

             Televizyonun etkili olduğu konuları şu başlıklarla özetlemek mümkündür.

             a) Zamanın kullanılıp değerlendirilmesine

             b) Ailenin yapısına

             c) Siyasal yapıya

             d) Eğitim ve öğretim yapısına

             e) Ekonomik yapıya

             f) İnsan Sağlığına

             a) Zamanın kullanılıp değerlendirilmesi:

             Televizyon bir toplumun en popüler zaman düzenleyici unsurudur. Çağın teknolojisine, temposuna, alışkanlıklarına tutsak olmuş, sıkıntılı ve bilinçsiz insanları gayri ihtiyari bir şekilde oyalayarak boş zamanlarını doldurur. Bu doldurma kişilerin şuuruna, zamanını vermesi gerekli olduğu diğer unsurların olup olmamasına göre zararlı da olabilir, faydalı da olabilir. İnsanlar en çok ne yapacaklarını bilmedikleri, sürekli yaptıkları işten sıkıldıkları ya da bir süre hiç çaba harcamadan vaktini değerlendirmek ve oyalanmak istedikleri zamanlarda televizyon izlerler. Genel olarak da işyerinde, evde her yerde bulunan insanlardan herhangi bir meşgalesi, gayesi, becerisi, faaliyeti ve fiiliyatı olmayan kendine faydalı bir iş, icraat ve iş bulamayan, araştırmayan insanların en kolay becerebildikleri iş televizyon seyretmektir. Meşgalesi olmayan, kendine meşgul olacağı çalışma bulamayan kişiler ya dedikodu yaparak başkalarının faaliyetlerini beğenmeyip eleştirirler, köstek olurlar ya da vurup kafayı uyurlar.

             Televizyon bu açıdan, eğitim düzeyleri düşük, bilgisiz ve savunmasız insanların, özellikle çocuklar ve kadınların üzerinde daha fazla etkilidir. Bilhassa belli bir sosyal, kültürel çevresi ve örgütü bulunmayan meşgalesiz insanlar ilk ve en çok zarar görenlerden olmaktadırlar.

             Televizyonun renkli çekiciliği, bedensel ve beyinsel çaba gerektiren bir çok eylemin terkedilerek, televizyonun tercih edilmesi sonucunu doğurur. Bu da üretimi, okumayı, yazmayı, düşünmeyi olumsuz yönde etkilemektedir.

             Bu yüzden sinemalara olan ilgi azalmış, gazete ve mecmua tirajları ancak hediye kampanyalarıyla sağlanabilmiştir.

             Sonuç olarak; televizyon gelişigüzel izlenilmemeli, izlettirilmemelidir. İzlenilecek olan kanallar ve programlar hakkında önceden bilgi sahibi olunmalı, konuların seyredilmesi bakımından önemi ve zamanın değeri hesap edilerek karar verilmelidir. Bu durum toplumsal zamanın en verimli kullanılması ve değerlendirilmesi açısından önemlidir.

b) Toplumun ve Milletin Kültürel Yapısına Etkileri

             Televizyon bugün, toplumsal kültürü etkilemekten öte, bu kültürün belirleyicisi konumundadır. Bu açıdan bakarsak günümüz toplum kültürünü "Televizyon Kültürü" şeklinde niteleyebiliriz. Televizyon kitle kültürünü yaymakta kullanılan en etkili ve tesirli araçtır. Televizyon genel olarak yapay kültür tüccarlarının oluşturduğu kaynaklardan beslenen, dini ve milli değerlerin, ahlaki ve toplumsal değerlerin klasik sanatların değişme ve bozulüma sürecini olumsuz yönde etkilemekte ve hızlandırmaktadır. Çünkü kitle kültürü adına, hizmet adıyla yapılan programların çok büyük bir kısmının içeriğindeki unsurlar geleneksel kültüre, inanç ve akide esaslarına, klasik sanatlara hiç uymamakta, aykırı ve yıkıcı özellikler taşımaktadır. Televizyon, siyasal güçler tarafından politikaya yönelik olarak kullanılmaktadır. Ülkeler açısından ülkedeki hedefleri ve siyasal iktidarların kontrolleri doğrultusunda genel olarak ta, bütün toplumlar için dünyadaki egemen güçlerin ideolojileri doğrultusunda kullanılmaktadır. Kitleler, televizyon ve özellikle batılı ajanslar aracılığıyla, sürekli egemen güçlerin süzgecinden geçmiş, onlar tarafından üretilmiş ve kodlanmış mesajları alırlar. Çoğu zaman bunların farkına bile varmazlar, belli kişilerin ve kesimlerin yorum, uyarı ve tepkileri sayesinde perde arkasındaki gerçeği ve stratejiyi bilgi ve kültür birikimlerine göre anlayıp çözebilirler. Televizyonun düşünmeye fırsat vermeyen yoğun bombardımanının tesirinde kalan savunmasız insanlar ve kitleler, kendilerine sunulan üzeri örtülü, süslü ve çekici mesajları alır, okur, belletilen şekliyle yaşar, öylece uyur, yer, konuşur, tartışır, düşünür ve düşlerler. Özellikle azgelişmiş ve eğitim düzeyi düşük ülkelerde, toplumlar ve kişilerde bunun tesirleri daha fazla olmakta, korunmaları da çok zor olmaktadır.

             Sonuç olarak seyrettiğimiz programların amacını, içeriğini, sonuçlarını, mesajlarını, anlamaya, öğrenmeye ve öğretmeye, anlatmaya çalışacağız. Konuşup, tartışarak, doğruları ortaya koymaya, yanlışlar için de faks, telefon, mektup, gösteri gibi hareketlerle sorumluları ikaz etmeli ve tepki göstermeliyiz. Bilhassa bu tekniği ve imkanları onlara bırakmamalı, alternatiflerine sahip olunmalıdır.

             c) Ailenin Yapısına Etkisi

             Toplumun, özellikle ailenin televizyon yayınlarından etkilenmesi dolaylı ya da dolaysız yollarla olabilir. Bir çok insan televizyon izlerken ondan nasıl etkileneceğini hesaplayamaz, hele kadınlarla, çocuklar da bu hesap oranı daha da düşüktür.

             Ailede televizyonun büyülü alanına en fazla giren birey çocuktur. Çocuğun beyni boş bir sayfaya, hiç kayıt almamış, boş bir teyp bandına benzediği için her duyduğunu ve gördüğünü aynen net olarak hafızasına kaydeder. Çocuklar televizyondan izlediklerini kolayca öğrenebildikleri, uygulayıp taklit edebildikleri gibi; anlayamadıkları, anlamsız buldukları kapalı durumlarda da çok çabuk tepki gösterip aleyhte hareket edebilirler. Televizyonunun çocukları en fazla etkiledikleri alan, bilgisiz oldukları eğitilmedikleri, kavrayamadıkları konulardır. Ayrıca televizyon karşısında zamanı en fazla kullanan bireylerden birisi de çocuktur. Günümüzün çalışmayan ev hanımlarının da televizyon tek arkadaşı, tek dostudur. Televizyonunun 24 saat yayına, özellikle de kadınlara yönelik programlara başlamaları, kadınların büsbütün ilgisini ve zamanını televizyon karşısında geçirmeleri eğilimini arttırmış, ev, aile ve çocukları, komşuları için ayıracağı ve ilgileneceği zamanı da büyük ölçüde azaltmıştır, hatta tamamen bitirmiştir. Bu olumsuz durum neticesinde, kadınların duygu ve düşüncelerini düzenleyen değer yargıları, olaylara bakışları ve yaşama biçimleri değişmektedir. Önemli etkilerinden birisi de aile bireylerinin eylem ve davranışlarında, düşünce görüşlerinde ortak yönlerin olmayışıdır.

             d) Siyasal ve Politik Yapıya Etkisi

             Medya, özellikle televizyon siyasal güçlerin, iç ve dış odakların derin devlet ve çıkar çevrelerinin takibinde, güdümünde bir baskı aracıdır. Tekelci rejimlerde, rejimin partisinin halka uzanan koludur, pompalama yönetme mekanizmasıdır. Az gelişmiş demokratik rejimli ülkelerde dış odaklarla çıkar çevrelerinin televizyonu kullanma yönündeki etkileri daha yüksektir. İktidar partisi üçüncü etkileyici güç konumunda kalmaktadır. Hatta dış ve karanlık iç mihraklar medya organlarını istedikleri şekilde yönlendirerek, iktidara yön ve şekil verebilmekte, iktidardan indirip, iktidara getirebilmektedirler. Son yıllarda televizyon kanalları ve gazetelerin birçoğunda bir tekelleşme ve holdingleşme gibi durumlar ortaya çıktığı görülmektedir. Baskı guruplarına karşı kalemiyle, fikirleriyle direnen bir çok kıymetli yazar ve televizyoncunun işlerine son verilmiştir, namuslu kalemler bu odaklar tarafından susturulmuştur.

             Televizyon, siyasi bilincin yerleşmesinde ya da insanların siyasi ve politik düşünce ve icraatlarının kitlelere aktarılmasında çok etkin ve yaygın bir araçtır. İnsanlar televizyondan gördüklerinin etkisiyle siyasi bir tavır ve değişiklik belirleyebilirler, tercih yapabilirler. Baskıcı rejimlerde bile televizyon, insanların gerçekleri anlayarak rejime başkaldırmalarını sağlayabilir.

             e) Eğitim ve Öğretim Yapısına Etkisi

             Televizyon, teknik özellikleri ve geniş kitlelere seslenebilme, ulaşabilme özelliği nedeniyle, toplumun eğitimine, öğretimine, bilinçlenip, aydınlanmasına pratik ve büyük bir oranda katkıda bulunabilen bir araçtır. Ülkesel eğitim programlarının uygulanmasında, toplumun eğitim düzeyinin yükseltilmesinde rolü büyüktür.

             Televizyon çiftçiye modern tarımı, annelere annelik görevlerini, gençlere ilerlemenin yol ve yöntemlerini, vatandaşlara vatandaşlık sorumluluklarını öğretebilir. Toplumun eğitim düzeyi aşama aşama yükseltilebilir veya alçaltılabilir. Duyarlı, şuurlu ve çalışkan, bir aydın ve ilim sahibi kitle, bir toplumun kısa sürede ve kolayca bilgilenmesini ve gelişmesini sağlayabilir. Ancak bu kitle, toplumun inançlarına aykırı bir yaşam ve düşünce içerisindeyse, televizyonun kullanılmasında bu kitlenin bulunması, toplumun ve toplumsal gelişmelerin aleyhinedir. Bir toplum ancak, kendi gerçekleri, yapısı, inançları, kendi değerleri doğrultusunda ve çerçevesinde eğitilebilir ve geliştirilebilir.

 

             f) Ekonomik Yapıya Etkisi

             Televizyon sayesinde toplum ekonomik konularda aydınlatılabilir, uyarılabilir. Ülke kaynaklarının ve yetiştirilen ürün ve hizmetlerin diğer toplumlara, ülkelere tanıtımı ve reklamı yapılarak ihracatı sağlanabilir. Dış ülkelerde üretilen tarımsal ve teknik ürünlerin tanıtımını sağlayarak, bu ürünlerden, nimetlerden toplumunu faydalandırabilir. Teknoloji transferine olumlu yönde katkıda bulunabilir. Aynı şekilde televizyon; yabancı sermaye ve tekele ait büyük holdinglerin, patronların ürünlerinin aşırı derecede reklamını yaparak onları kazandırıp, servetlerini kat kat artırabilir. Bu yolla belli odaklara ülkenin parasını kanalize edebilir, bu durum planlı-bilinçli bir şekilde yapılan bir çeşit ekonomik sömürüdür. Aynı şekilde reklam programları izleyicileri ihtiyacı olmayan malları almaya, aşırı tüketime yönelterek psikolojik bunalımlara ve israfa neden olabilir.

             g) Psikolojik Yapıya Etkisi

             Televizyonun kişiler üzerindeki en önemli psikolojik etkisi, izleyicileri içine sürüklediği tembellik ve uyuşukluk sürecinin bir süre sonra ümitsizlik, moral çöküntüsü, heyecansızlık gibi durumlara dönüştürmesidir. Şiddet ve saldırganlık unsuru içeren birçok televizyon programı izleyicinin bu yöndeki duygularını harekete geçirerek çevresine saldırmasına, asabiyet bozuklukları ve yersiz tepki ve hareketlere yol açmaktadır. Özellikle büyük kentlerdeki hayat şartları ve geriliminden, olumsuz ilişkilerden bunalan insanlar sözkonusu programlardan kolayca etkilenmektedirler. Televizyonun psikolojik etkileri daha çok büyük kentlerde görülmektedir. Reklamlarda gördükleri hayat şartlarını ve malları alamayan geliri düşük kişileri de sıkıntılı durumlara düşürmekte, psikolojik olarak etkilemektedir.

             h) İnsan Sağlığına Etkisi

             Televizyonun ses ve görüntü bakımından insanlara farkedemedikleri birçok zararları da vardır. Televizyondan yayılan normal ölçünün dışındaki ses ve gürültü insanda ruh ve sinir bozukluklarına, kulak zararlarına ve sağırlıklarına sebebiyet vermektedir. Yerleşim bölgelerinde gürültünün; gündüz 65 desibel, gece ise 55 desibelin altında bulundurulması gerekmektedir. 30 desibelin üzerindeki gürültüler rahatsız edici olup, insan üzerinde zamanla sağırlık, yüksek tansiyon ve çeşitli ruhi bozukluklara yol açmaktadır. Gürültü her türlü zihni çalışmaya engeldir, dikkati dağıtır, düşünmeyi engeller, uyku düzenini bozabilir. Çabuk kızma, saldırganlık, karakter değişikliği gibi durumlara sebep teşkil edebilir. Psikolojik olarak, ritmik güçteki sesler yoğun duygular oluşturabilir, müzik gürültüleri insan  bilincinin derin katmanlarına etki ederek, sarhoşluğa benzer durumlar oluşturabilir. Bunun için etrafa zarar vermemek ve zarar görmemek için duvarların kalın olmasına, kapı ve pencerelerin kapalı olmasıyla birlikte, normal bir ses düzeyiyle izlemeye, dinlemeye kendimizi alıştırmalıyız.

             Diğer bir husus da görüntü olayıdır. Siyah beyaz televizyona göre renkli televizyon insan gözüne tesiri daha fazladır. Program yapımında kullanılan hareketli ve ışıklı görüntüler ile, sadeliğe aykırı koyu ve açık renkler, görüntüdeki kontrastlık ve parlaklıkların insan gözüne ve buna paralel olarak beynine farkedilir ölçüde zararları vardır. Uzun süreli devamlı olarak televizyon izlemek de aynı şekilde göze zararlıdır. Ses düzeni bozuk, alıcısı zayıf, parazitli televizyonlar da hem kulağa hem göze zarar vermektedir. Konuların dolaylı olarak anlatıldığı, karışık ve ağır senaryo filmi yapımı da izleyicileri bıkkınlığa ve strese sokar.

             Özellikle siyah beyaz televizyonlarda televizyon ekranının önüne ilave bir cam yerleştirerek görüntüyü yumuşatmaya, göze vereceği  zararı azaltmaya çalışılabilir. Renkli televizyonlarda ise renklerin tonları ve kontrastlık durumu aynı şekilde yumuşatılarak uygun bir ayarlama yapılabilir.

 

DELİL VE BELGE AÇISINDAN KAMERA VE FOTOĞRAF FİLMİ

             Adli bir olayın gerçek boyutlarıyla aydınlığa kavuşturulmasında şahısların ifadelerine başvurulur. Ancak çoğu zaman her iki taraf kendilerini haklı ve suçsuz görüp, karşı tarafı suçlu bulur ve karşı tarafın cezalandırılmasını isterler. Bunun için de kendilerini savunmak, haklı çıkarmak için doğru ya da yanlış çarpıtılmış her imkandan yararlanmak isterler. Tarafların bu zaaflarından gerçekleri öğrenemeyeceğini bilen mahkemenin görgü tanıklarına, şahitlere ve konuyla uzaktan ve yakından ilgili olabilecek şahısların ifadelerine ihtiyaçları vardır. Çoğu zaman bu şahitlere güvenebilmek için her ne kadar yemin ettirselerde, maksatlı ya da duygusal olarak veya olayın detaylarını şahitlerin unutmaları, tam anlatamamalarından dolayı da sağlıklı bilgileri alabilmek mümkün olamamaktadır.

             İşte burada hem şahitlerin çelişkilerini, doğru ya da yanlışlarını ortaya koyacak, hem de olayın gerçek boyutlarıyla aydınlığa kavuşmasında büyük roller üstlenebilecek fotograf ile görüntü ve sesinde birlikte olduğu video kasetler çok stratejik bir görev yerine getireceklerdir. Bu filmler olayın gerçekleştiği anda ve olayın tüm ayrıntılarını içeren özel olarak seçilmiş filmler olabilir veya dolaylı olarak rastgele elde edilmiş görüntülerde olabilir.

             Bu filmlerle konu çok çabuk ve direkt olarak aydınlatılabilir, hatta şahitlere de gerek kalmayabilir veya şahitlerin ifadelerini, yapılan savunmaların istikametini ve istikrarını sağlayabilir. Çoğu zaman bu görüntüler karşısında taraflar bir şey söyleyemeyip kabul ederler, bazende bu net ve açık delil niteliğindeki görüntülere çeşitli itirazlarda bulunabilirler. Bunların montaj olduğundan, bununla karşı tarafın kendilerine komplo hazırlamış olduğundan, görüntülerin konuyla alakası olmayan sahnelerden alındığından, belli bölümlerinin seçilerek alındığından bahseder ve bunun gibi çeşitli itirazlarda bulunabilirler.

             Gerçekten de bunların doğruluk payları vardır ve canlı örnekleri sık sık görülmektedir. Sansasyonel olayların bu şekilde çıkarıldığı ve boyalı medyanında büyük bir iştahla sarıldığı bu tür olaylar ülkemizde oldukça yaygındır. Bu tür hadiseleri çıkaranlar, medya sahipleri ve arkasındaki karanlık odaklar ile mafya ve kendilerine politik ve siyasi arenada rakip olan, menfaat hesapları peşinde koşan, Allah ve Peygamberini tanımayan bir avuç mutlu azınlıktır diyebiliriz.

             Gerçekten de; teknolojinin başdöndürücü imkanlarının revaçta olduğu günümüzde, fotomontaj diye bilinen ve daha bir çok görüntü ve reklam hileleri, istenilen, sipariş verilen amaçlar doğrultusunda kolayca ve profesyonelce gerçekleştirilebilmektedir. Tıpkı bir büyü gibi, büyüyü yapanın yine aynı büyüyü çözebildiği gibi, bu çekim ve montaj hilelerini bilen kişiler de yine böyle bir konu gündeme geldiğinde fotograf ve kasetlerin çözümünü kolayca yapabilmektedirler. Zaten böyle bir olayda mutlaka mahkeme bilirkişiye, tarafsız ve güvenilir olan konunun uzmanına başvurarak olayın çözümünü ister.

             Kamera ve fotograf, emniyet teşkilatının güvenlik, asayiş, koruma, istihbarat, trafik, narkotik, terör ve hareket birimlerinin çalışmalarında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Meydana gelen cinayet olaylarında, kaza olaylarında, patlama sonrası olay mahallinde sıcağı sıcağına çekilen fotograf ve video görüntüleri daha sonra olayın her yönüyle süratli ve sağlıklı bir şekilde aydınlatılmasını sağlamaktadır. Burada elde edilen görüntülerden olay yerindeki tüm maddi deliller ile olayın boyutları, yakın ve geniş çevresi ile olaya tanık olan şahıslar daha sonra değerlendirilmek üzere tespit edilmektedir.

             Olay yerinde sıcağı sıcağına yapılan, parmak izi, fotograf ve kamera çalışmaları, her yönüyle bir takım delillerin kamufle edilebilme veya yok edilebilme ihtimallerini de ortadan kaldırmaktadır.

             Yine her türlü sosyal, kültürel ve siyasi amaçlı toplumsal olaylarda gösteri ve yürüyüşlerde, kongre toplantılarında emniyetin ve medyanın yaptığı kamera ve fotograf çekimleri, hem topluluk içerisinde art niyetli olarak toplantıyı provake edip, olay çıkarmak isteyen, hem de bilinçsiz ve şuursuzca toplum psikolojisinden etkilenerek her türlü huzursuzluk çıkaracak ve suç oluşturacak, şahıslara gözdağı vererek caydırıcılık unsuru oluşturacaktır. Bu şekilde suçun oluşmasına imkan verilmemekte olaylar zahmetsiz ve masrafsız bir şekilde teknik bir yöntemle önlenebilmektedir. Şayet bir suç ve olay gerçekleşirse de olayı çıkaranların kimlikleri, amaçları, olayın boyutları anında görüntülenebilmekte ve adli makamların işleri büyük ölçüde kolaylaşmakta, olayların çözümüne süratlilik ve pratiklik kazandırılmaktadır.

             Yine fotograf tüm dünyada çok yaygın ve istisnasiz bir şekilde kimlik tespitlerinde kullanılmaktadır. Herkesin nüfus cüzdanında ve diğer kimliklerinde kendini ispat edebilmesi için yetkili makamların üzerinde mührü ve imzası bulunan fotograflar bulunmaktadır.

             Örneğin, Bosna’daki savaşın en canlı ve en güvenilir, en tartışma götürmez belgeleri şüphesiz savaş alanında çakilen fotograf ve video görüntüleridir ki, tüm dünya ne tür bir savaş ve vahşet olduğunu ancak bu sayede anlayabilmiş ve inanabilmiştir. Bir kimsenin şu ya da bu şekilde konuşmalarının en güzel delili şüphesiz ses ve görüntüyü birlikte kaydeden video görüntüsüdür. Video görüntüsü, kişinin hem sesini, hem görüntüsünü, hem de tarih ve saatini, mekanını ve mekanda bulunan ve konuya şahit olanı, şahitlik yapabilecek şahısları bir bütün olarak ele alır ve değerlendirilmesini sağlar. Sadece ses kaydı her zaman, her konuda yeterli delil değildir. Fotoğraf da aynı şekilde her zaman yeterli bir delil sayılmayabilir. Bunların kesin delil olan veya olamaması durumları konunun özelliğine ve istenilen neticeye göre değişiklikler arzedebilirler.

 

EMNİYET, ADLİ ÇALIŞMALAR VE EĞİTİM ÖNÜNDEN KAMERA VE TELEVİZYONUN ROLÜ

             Bugün ülkemizde televizyon teknolojisi hemen hemen bir çok alanda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Kamera olayı bugün başta emniyet birimlerinin çalışmalarında, ekonomik sanayi merkezlerinin ve önemli her türlü bina, fabrika ve tesislerin, alışveriş merkezleri ve sosyal tesislerin iç ve dış güvenliğini sağlayan kapalı devre yayınlarında kullanılmaktadır.

             Özellikle polis teşkilatında kamera ve fotografın vazgeçilmez bir fonksiyonu bulunmaktadır. Polisin istihbarat çalışmalarında; son derece profesyonel ve özel amaçlar için yapılmış kamera, fotograf makinası ve diğer elektronik ses kayıt cihazlarından istifade edilmektedir. Bu özel imal edilmiş, çanta içerisinde edilmeye çalışılır ve çeşitli şekillerde ve modellerdeki sigara paketi büyüklüğündeki teknik cihazlarla, olayların gelişmeden önce baş aktörlerin, örgüt mensupları ve çalışmaları, yapılan görüşmeler bu cihazlarla tespit edilmeye çalışılır.

             Yine polis; sosyal, kültürel ve siyasi konulu her türlü toplantı ve mitinglerin suç ihtimali görülenlerini bu cihazlarla kısa kısa tespit etmeye, özetlemeye çalışır.

             Kanunlara ve hukuka uygun olarak başlayan bir toplantı, çeşitli sebeplerle tahriklerle ve provokatörlerle kanunsuzluğa dönüştürülebilir, istenmeyen olaylar çıkabilir düşüncesiyle, toplumsal olaylarda mutlaka herhangi bir olay çıkması halinde derhal olayın tüm ayrıntılarını kamera ve fotograf çekimleriyle tespit edip, adaletin adil surette tecellisini sağlamada önemli bir rol oynar. Herhangi bir olayın gerçekleşmesi anında veya hemen arkasından sıcağı sıcağına, çekilip elde edilecek görüntüler, suçun tüm delilleriyle birlikte olayın yerinin detaylı olarak sonradan incelenebilmesi, suçluların yakalanabilmesi ve hakettikleri cezaya çarptırılabilmelerini sağlamak, hazırlık aşamasında olayı çözümleyebilecek ve tüm delilleri sanıklarıyla birlikte hakim önüne çıkarabilmek için olay yeri fotograf ve kamera çekimleri hayati bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Böyle bir çalışma ve hazırlık soruşturması, olayın tüm ayrıntılarının sesli ve görüntülü olarak hakim önüne çıkarılması, hem emniyetin çalışmasının kesin ve kısa yoldan sonuca ulaşmasını sağlayacak, hem sanıklara adil ve hakettikleri cezanın mutlaka verilmesini temin edecek, hem de adli mekanizmaların çalışmalarını kolaylaştıracak, zaman tasarrufu ve süratlilik kazandıracaktır.

             Hiç şüphesiz suç oluşturan, değerlendirilen ya da değerlendirilmeyen, önemli konuların görüntüleri özetlenerek arşive kaydedilir. Daha sonra ileriki yıllarda herhangi bir şekilde gerek eğitim, gerekse bir olayın çözümlenebilmesine yardımcı olmak üzere bu görüntülere ihtiyaç duyulabilir. Bu yüzden tüm önemli olayların kamera ve fotografları arşivlenmelidir, iyi muhafaza edilmelidir.

             Kamera, malum televizyon yayıncılığıyla, haberleşme, eğlenme ve eğitim açısından önemli bir toplumsal görevi yerine getirmektedir. Yine kurumların kendi hizmetleriyle ilgili bilgilerin halka ve personele aktarılmasında özel olarak çekilip hazırlanan kasetlerden yararlanılmaktadır. Emniyet birimleri tarafından çekilen, çeşitli toplumsal olaylar, siyasi olaylar, olay yeri çekimleriyle alınan emniyet tedbirlerinin doğru ya da yanlış tüm boyutlarından önemli görüntüler özetlenerek okullarda ve personel içi kurslarda eğitim amacıyla kullanılabilmektedir. Yine kültürel toplantılardan elde edilen amatör görüntüler kayıt yapılıp çoğaltılarak çok sayıda insanlara ulaştırılması mümkündür.

             Kamera çekimleri, devlet büyüklerinin ve liderlerinin korunmasında da çok önemli ve caydırıcılık unsuru taşıyan bir fonksiyon icra etmektedir. Türkiye'de bunun bilincinde olunmamasına rağmen,özellikle batı ülkelerinde ciddi bir koruma yöntemi olarak önem verilmektedir. Devlet büyüğünü koruma elemanları olarak kortejde görevli bir kameraman konvoyun ardından, devlet büyüğüne ait otoyu ve gittiği güzergahı devamlı olarak kaydeder. Liderin gittiği önemli kavşak noktalarını, köprüleri, binaları, toplulukları ve şüpheli araç ve insanları özenle tespit edip kayda almaya çalışır. Liderin yaptığı gezileri, toplantıları, girdiği-çıktığı yerleri, ziyaretlerini takip edip özetleyerek filme alır ve yapılan bu çalışmaları daha sonra değerlendirip arşive kaydeder. Liderlerin bu şekilde teknik açıdan korunması, özellikle İslâm ülkelerinin başında bulunan ve bulunabilecek olan, batının uşağı ve kuklası olmayan şahsiyetler için çok gerekli bir koruma unsurudur. Burada lidere yapılacak bir suikast ve saldırıyı kameranın anında tüm detaylarıyla görüntüleyebileceği bir yana, buradaki asıl faktör caydırıcılık unsurudur. Lidere suikast düzenleyecek örgüt elemanları önceden suikastla ilgili bilgileri, yer, zaman ve koruma unsurlarını dikkate alarak bir plan yaparlar. İşte burada kamerayla görüntüleme olayını gördüklerinde, iz ve delil bırakmama şanslarının çok düşük olduğunu görecekler ve görüntüleme olayının çalışmaları açısından ciddiye alınacak bir engel olduğunu düşünerek icabında kötü düşüncelerinden vazgeçeceklerdir. Burada şunu da hatırlatmak gerekir. İslamda liderin korunması farz-ı kifaye bir ibadettir. Lider çok iyi korunmalıdır. İslam ülkelerinin çoğunun başındaki siyasi liderler genelde dış mahfillerin iç işbirlikçileri ve atadıkları kişiler oldukları için koruma mevzuu ciddi olarak müslümanların gündemine gelmemiştir. Karanlık odakların, batının, sömürgeci devletlerin uşağı olmayan, bizim içimizden, bizden olan ve Allah'ın hükümlerini referans alan bir lider çıktığında bu kafir ve siyonist güçler yerli işbirlikçileri ve uşaklarıyla onu imha ve pasifize etmek için her türlü yola başvurup, planlamalar yapacakları muhakkaktır. İşte burada müslümanların da lideri koruma yöntemleri, planları mutlaka devreye girmelidir, ciddi olarak ele alınıp uygulanmalıdır. (Pakistan Cumhurbaşkanı rahmetli Ziya ÜLHAK'ın şehit edilmesi olayı müslümanlara çok iyi bir ders olmalıdır.)

             Yine kamera ve fotograf makinası olan her vatandaş çevresinde gerçekleşen her türde olayı haber alır almaz görüntüleyerek hem habercilik konusunda, hem adli delil açısından çok önemli bir görevi yerine getirmiş olacaktır.

 

AÇIK OTURUM VE TARTIŞMA PROGRAMLARI YÖNETİCİLİĞİ

             Ülkeyi ve toplumu yakından ilgilendiren güncel bir konunun enine boyuna tartışılması, açıklığa kavuşturulup halkın bilgi sahibi edilmesini sağlamak için stüdyoda çeşitli yapımlar gerçekleştirilmektedir. Bunlar; açıkoturum, panel, konferans gibi, konunun uzmanlarının farklı görüşte, karşılıklı fikirlerin sarfedilmesine imkan sağlaması, tartışılması şeklinde gerçekleşmektedir. Tabii ki böyle bir programın sunucusu ve oturumunun başkanı yani yöneticisi mutlaka olacaktır ve muhtemelen aynı kişinin sunuş ve yönetimi gerçekleştirmesi mecburi olacaktır.

             Böyle bir program yöneticisinin aynı zamanda sunucunun fonksiyonu yapımda oldukça önemlidir. Yönetici programla, konuyla ve konuklarla ilgili ciddi bir araştırma ve hazırlığı önceden yapmış olmalıdır. Yönetici bizzat profesyonel program yapımcısı, sunucu, gazeteci vs. olabileceği gibi, tartışma konusunun uzmanı otoriter, tarafsız özelliği ön planda olan, tanınan bir sima da olabilir. Yönetici, konuşmacıların güvenini kazanabilmelidir. Yönetici konuşmacı ve katılımcılarla program öncesi yakinen tanışmalı, konuyla alakalarını, gerekli bilgi ve özelliklerini öğrenip not almalı, program içerisinde yeri geldiğinde bunları gündeme getirip programı zenginleştirmelidir. Yönetici program başlarken tüm katılımcıları sıfatlarına ve özelliklerine göre izleyicilere takdim etmeli, gerekirse program ortasında da bunu devam ettirmelidir. Yönetici, program yönetmenleri ve ekip görevlileriyle önceden konuyu teferruatlı olarak görüşmeli ve program süresince daima yönetmenin komutlarını gözlemeli ve yerli yerinde uygulamalıdır.

             Yönetici tartışmayı dengede tutabilmeli ve tartışmada taraf tutmamalı, herhangi bir tavır içinde bulunmamalıdır. Tartışmanın seyrine kendini kaptırmamalı, elindeki programa ve soruların sırasına dikkat etmeli, zamanı çok iyi kullanarak, merak edilen konuların konuşulmasını, açıklanmasını sağlamalıdır. Zaman zaman yerinde, nazik uyarı ve hatırlatmalarda da bulunarak konunun akışını yönlendirmelidir. Konuklara verilen sürelerin başlangıç ve sonunu takip etmeli, not etmeli ve sıralamasını belli bir usulle hakkaniyet ölçüsünde belirlemelidir. Konu dışına çıkan konuşmacıları ve konukları, sağdan soldan gelen sataşmaları, kibarca bertaraf edebilmelidir. Yönetici programın sonuna doğru daha sıkı ikazlarla, konuşmacıların sözlerini özetleyip toparlamalarına katkıda bulunmalıdır. Yönetici programın sonunda tartışmanın can alıcı noktalarını ve özetini, varılan sonucu, siyasi ve ilmi tespitleri kısaca vurgulayarak izleyicilere özetlemeli ve gerekiyorsa en son olarak konuklara bir cümlelik son söz hakkı tanımalıdır. Programı kapatmadan önce, konuklara teşekkür edip, tokalaşmalı ve onların da birbirleriyle tokalaşmalarını sağlamalıdır.

 

PROGRAM ÇEKİMİ ÖNCESİ HAZIRLIK SAFHASI

             Bir çekim işini belirledikten sonra, bulunduğumuz noktadan, çalışma yapacağımız noktaya hareket etmeden önce yapacağımız birtakım işler, hazırlıklar olacaktır. Bunları maddeler halinde aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

             1. Çekim işini alırken, yapacağınız işin konusunu (düğün-konferans-belgesel-araştırma-gizli çekim vs.) önce tespit etmeliyiz.

             2. Çalışma yapacağımız yerin açık adresini, irtibat kurduğumuz ve kuracağımız şahısların sıfatlarını, isimlerini, adres ve telefonlarını almalısınız.

             3. Konunun; fiyat belirlenmesini, gidiş-geliş durumlarını ve diğer bütün hususları açık olarak bir tutanakla belgelemeliyiz.

             4. Filmin çekimininde görev yapacak ekip elemanları tespit edilip sorumluluk ve görevleri paylaştırılmalıdır.

             5. Konunun başlama saati, bir saat öne alınmalı (çalışma yerine bir saat önce ulaşılmalı) ve bütün hazırlıklar buna göre yapılmalıdır. Konunun tam başlama saati verildiğinde şayet yolda meydana gelebilecek gecikme dolayısıyla önemli görüntüler kaçırılacak, ortamın durumu ve konunun başlamasıyla kalabalığın artması neticesinde çekim için uygun yer bulunamayacak, sağlıklı deneme ve hazırlık yapılamayacak, konuya konsantre olunamayacaktır.

             6. Kameranın ve yardımcı cihazların fonksiyonlarının çalışıp çalışmadığı kontrol edilmeli ve gerekli ayarlamalar, temizleme ve bakımları yapılmalıdır.

             7. Çalışma yapacağımız ortamın durumu ve konunun özelliğine göre hangi yardımcı malzeme ve cihazları alacağımızı, bize gerekli olabilecek malzemeler nelerdir, onları iyi tespit etmeli ve yanımıza almalıyız.

             8. Çekimi gerçekleştirecek ekip elemanlarına konuyla ilgili tüm gerekli bilgileri vermeliyiz, yapılacak çalışma metodunu, uyulacak kural ve kaideleri tek tek izah etmeliyiz, belirlemeliyiz.

             9. Çekimi yapacağımız konu amatör ise (düğün, konferans vs.) kafamızda bir çekim senaryosu tasarlayıp gerekirse, edindiğimiz tecrübe ve taktikleri bir kenara not ederek çekim esnasında bunları uygulamalıyız.

             10. Çekeceğimiz konu, profesyonel bir çalışma ise; senaryo metni hazırlanmış olmalıdır.

             11. Bataryalar tam şarj edilmiş olmalıdır. Varsa yedek bataryalar alınmalıdır. Bütün aküler numaralandırılmış olmalı ve dolu (full) konuma alınarak dolu ile boşların ayırt edilmesi kolaylaştırılmalıdır.

             12. Kasetler hazırlanmalı, çekim yerinde zamanımızı almaması için önceden kameraya yerleştirilmeli; çekimini yapacağımız yer ayarlanmalı, bantın süresi planlanan programın kaydına uygun olmalıdır. Çantada en az bir tane yedek kaset bulundurulmalıdır. Mümkün olduğu kadar kısa metrajlı kaset alınmalı ve kullanılmalıdır.

             13. Seyyar mikrofon kullanacaksak mutlaka önceden ses gelip gelmediği denenmeli, kontrol edilmeli ve ses sisteminin sağlamlığından emin olunmalıdır.

             14. Eğer uzun süre ayakta ve sabit bir çekim yapacaksak ya da profesyonel bir yapım gerçekleştireceksek (konferans-konuşma vs.) mutlaka sehpa alınmalıdır.

             15. Çalışma yapılacak yerde elektriğin olup olmadığını, mesafesini, yoğunluğunu hesaba katarak kablo, yedek fiş vs. gerekli olabilecek tesisatını ayarlamalıyız. Elektriğin zayıf olduğu yerlerde batarya şarj işlemi de uzun sürmektedir.

 

 

İNSAN SAĞLIĞI AÇISINDAN CİHAZIN KULLANIMI

             Elektronik cihazların ve yardım elemanlarının bilinçsiz ve gelişigüzel kullanılması halinde insan sağlığına ciddi boyutlara ulaşan zararları olmaktadır.

             Çekim dolayısıyla kamerayı uzun müddet omuzda tutmak, devamlılığı halinde zamanla omurgalara büyük hasar verecek ve felç olma ihtimali doğabilecektir. Aynı şekilde, kamera omuzda, gözü yumarak vizörden belli bir noktaya uzun süre bakmak, netlik olaylarını takip etmek gözü feci şekilde yoracak, göz ağrımaya başlayacak ve buna paralel olarak da başağrısı ve baş dönmesi meydana gelebilecektir. Yeterli temizliğin yapılmadığı ve havalandırmanın bulunmadığı film labaratuvarları ve montaj odalarında, gerek cihazların çalışmasıyla gerekse kimyasal maddelerin kullanımı neticesinde insan sağlığı farkında olunmadan ciddi olarak etkilenmektedir. Kimyasal maddelerin yoğun olarak kullanıldığı labaratuvarlarda çalışanlar sağlıklarını koruyabilmek için gerekli temizlik ve havalandırma yanında süt ve yoğurt gibi vitamini bol gıdaları da belirli oranlarda almalıdırlar.

             Bunun için kamerayla omuzda çalışmak mecburiyetinde kaldığımızda, çekim aralıklarında sağ omuzdan indirilerek sol elimizde bir müddet tutmalı ve iki taraf arasındaki dengeyi sağlamalıyız.

             Kamera çekim esnasında şah damara değdirilmemelidir, aksi takdirde kameradaki ani bir elektrik akımı vücuda değerek şok yapabilir. Nitekim omurgaları felç olan ve elektrik şokuyla hayatını yitiren kameramanlar bulunmaktadır. Aynı şekilde cihazların elektrik akımları da en kaliteli malzemelerden olmalı, ara kablolar özel olarak imal edilmiş kalın kaplı ve yoğunluklu kablodan oluşmalıdır.

             Kamerayla bir programın çekimini yaparken, önce kendi can güvenliğimizi sağlama almalıyız, sonra çekim işini düşünmeliyiz. Gelişigüzel amatörce ve acemice çekilen görüntüler ile özellikle sağa-sola bilinçsizce yapılan pan hareketleri ile girip çıkmalar ve hızlı geçişler seyredenlerin gözüne ve beynine kısa sürede zarar vermekte ve moral bozmaktadır.

             Yakın mesafeden ve uzun süre seyredilen televizyon programları, farkında olunmadan göz bozukluklarına ve bir takım psikolojik hastalıklara sebep olmaktadır. Kötü görüntüler olduğu kadar, aşırı renkli filmler ile zıt renkli filmler ve buna paralel olarak da ses düzeni yine insan sağlığına zararlıdır. İlim adamlarının ilmi tespitlerine göre; bilgilenme, eğitilme ve eğlenme ihtiyaçlarını devamlı olarak televizyon izleyerek sürdüren kişilerin, belli bir zaman sonra beyin fonksiyonlarının bir kısmı durmakta, sağlıklı düşünemez ve olayları yorumlayamaz duruma gelmektedirler. Bu kişilerin beyni kolaya alıştığı için, olayları muhakeme ve hafızaya kaydetme gücü azaltmakta ve unutkanlık hastalığı hasıl olmaktadır.

             Kameramanlıkta, insan sağlığı açısından riskli teknik ve elektronik unsurlar olduğu gibi riskli sahneler ve görevler de bulunmaktadır. Bunların başında da haber programcılığı gelmektedir.

             Savaş alanlarında yapılan çekimler, toplumsal ve siyasal olaylarda yapılan çalışmalar ve bu alanlardaki haberler , mutlaka belli bir kesimi memnun edeceği gibi, belli bir kişi ve kesimi de memnun etmeyecek, zarar verecektir. Bunun için gerek çekim anında gerek yayın ve yayın sonrası aşamalarda kişisel tepkiler, baskılar olabilecektir. Bu tür hadiselerin neticesinde ölüm olayları, sakatlanmalar, açılan davalar ve mahkumiyetler, psikolojik ve ekonomik baskılar meydana gelebilmektedir. Bunların örnekleri günümüzde bolca mevcut bulunmaktadır. Ama unutulmamalıdır ki, her mesleğin kolay ve güzel yönleri olduğu gibi, zor ve riskli yönleri de bulunmaktadır. Dünyada kolay hiç bir iş yoktur diyebiliriz. Mesleğini seven, davası, amacı ve bir takım hizmet anlayışı, düşünceleri olanlar tüm bu zorlukların ve meselelerin yılmadan üzerine giderler. Bıkmak, yılmak, korku yoktur onlarda.

 

 

 

 

 

 

 

KAMERA AÇILARI VE ÇEKİM KURALLARI

             Bir film, çeşitli çekimlerden meydana gelmektedir. Her çekim için kamera; sahne içindeki oyuncuları, rollerini, dekoru ve konunun hareketini tabii ve ritmik bir şekilde görüntüleyebilecek bir yere yerleştirilmelidir.

             Böyle bir çalışmada kamera açısının iyi tespit edilmesi çok önemlidir. Kamera açısı hem seyircinin görüş açısını, hem de çekimin içine girecek olan alanı sınırlar. Özenle seçilmiş kamera açısı, öykünün dramatik görüntülenmesinin çok daha iyi olmasını sağlayabilir. Özen gösterilmeden seçilmiş bir kamera açısı ise seyircinin dikkatini dağıtıp o sahneyi anlaşılması güç bir duruma sokabilir. Bu nedenledir ki bir film yapımında seyircinin ilgisini sürekli ayakta tutabilen en önemli etkenlerden biri kamera açılarının seçimidir. Tamamlanmış bir film, sürekli olarak değişen bir görüntüler dizisinden meydana gelir. Film içindeki olaylar veya oluşumlar çeşitli bakış açılarından yansıtılırlar. Kamera açılarının değişmesiyle, seyirci filmde sergilenen sahneleri ve olayları daha yakından, daha uzaktan, alçaktan ya da yüksekten izleyebilme imkanı kazanmış olur. Bu açılar izleyiciyi kesinlikle sıkmaz, ilgisini devamlı canlı tutar. Aynı sahnenin uzun uzun çekimiyle, aynı açıdaki çekimler ve aynı görüntülerin tekrarı, yapımı amacından çıkararak, hantallaştırmış olur, seyircinin dikkatini dağıtır, canını sıkar ve ilgisini keserek izlenmemesine yol açar. Çok basit bir senaryolu çekim dahi, kamera açılarının ritmik bir şekilde kullanılmasıyla canlılık kazanmış ve ilgi çekilmiş olur. Çok önemli konulu bir film ise, kamera açılarının, ışıklandırmanın yerinde ve zamanında ritmik bir şekilde kullanılamaması neticesinde seyircinin ilgisini, dikkatini azaltır, tepkisini çeker.

             Her konuda olduğu gibi sinemacılığın da (yapımcılığın) tecrübeler sonucu kabul edilen kendine özgü bazı klasik kuralları vardır. Ancak, sinemanın ustaları, belli bir amaçla, bilinçli ve sistematik olarak yapıldığı takdirde bozulmayacak hiçbir sinema kuralının olmadığını söylemektedirler. Tabii ki sinemanın temel kurallarını bozabilmek için önce hepsini iyice öğrenmek gerekir.

             Ekrandaki kişi kendisiyle seyirci arasında göz göze bir ilişki kurmak isterse doğrudan doğruya objektife bakmalıdır. Bunun tipik örneği TV haberlerini okuyan spikerin objektifin içine bakarak konuşmasıdır. Bu tür göz bağlantısı sunucuyla seyirci arasında özel bir kişisel ilişkinin doğmasını sağlar. Aynı yöntem TV filmleri ve belgesel programlarda da uygulanabilir. Sunucu, arkada meydana gelen olayı birkaç adım öne çıkarak açıklayıp konuyla ilgili kişilerle mülakat ve röportaj yapabilir. Açıklamasını ya da mülakatını bitirdikten sonra kameranın önünden çekilerek seyirci olayla başbaşa bırakılabilir. Bu tür çalışmalarda, özellikle mülakatlarda kaçınılması gereken husus, röportaj yapılan kişinin bakışlarının kamerayla sunucu arasında hareket etmesidir. Sadece göz hareketi dahi olsa aksi bir hareket olayın nesnel etkisini zayıflatıp seyircinin dikkatini dağıtır, rahatsız olmasına yol açar. Kendileriyle mülakat yapılacak şahıslar bu konuda baştan uyarılmalı, gerekli bilgiler kendisine verilmelidir.

             Objektife doğru konuşmanın uygun biçimde gerçekleşebilmesi için en iyi yöntem omuz üstü çekimidir. Mülakatçı sırtını kameraya dönerek oturur. Mülakat yapılan kişi böylece tam kameranın karşısında yer almış olur. Başlangıçta mülakatçının sırtının da çerçeve içinde olduğu bu çekimde ilk soru sorulduktan sonra zoom, ya da kesmeyle mülakat yapılan kişinin birlikte göründüğü ikili çekimlerde bu iki kişinin bazen kameraya, bazen birbirlerine bakarak konuşmaları mutlaka önlenmesi gereken bir husustur.

             Kamera açısı, objektifin filme kaydettiği alan ve bakış noktasıdır.

             Çekimin kapsayacağı alan, kameranın odak uzunluğuna bağlıdır. Kamera açısıyla seyirci arasındaki ilişkinin hiçbir zaman unutulmaması gerekir. Kameranın yeri her değiştiğinde, seyircinin de yeri ve olguyu izlediği bakış noktası değişmiş olur.

Kamera açısını belirleyen etkenler şunlardır.

             1. Konunun büyüklüğü

             2. Konu açısı

             3. Kamera yüksekliği

             Uygun kamera açıları, seyircinin izlediği filme daha çok ilgi duymasını sağlayacaktır. Görüntü açısı ve görüntü büyüklüğü seyircinin, objenin ne kadarını ve hangi açıdan göreceğini belirler. Kameranın yerinin her değiştirildiğinde, seyirci bir başka bakış noktasına taşınmış olur. Seyircinin oturduğu yer değişmeyeceğine göre kamera açısındaki her değişiklik önem kazanmaktadır.

             Yönetmen ve kameraman ister senaryolu, ister senaryosuz çekim yapsın, ister aktüel ister belgesel film çeksin, kurgulama aşamasını ve çalışmasını da düşünerek çekimleri gerçekleştirmelidir.

             Gerçekten yapımın başarılı olabilmesi için bir filmin seyircisini, yeni bakış noktaları, değişik çekim tipleri ve kamera hareketleri, değişik görüntü boyutları sunarak görüntüsel olarak etkilemesi, doyurması gereklidir. Sürekli olarak açı değiştirilmeli, görüntüler birinde büyükse diğerinde küçültülmeli, birinde hareketsizse diğerin de aksiyon verilmelidir. Dekorlara muhtelif açılardan bakmalı, kamera bazen yükseğe çıkmalı, bazen aşağıya inmelidir. Görüntülerde çeşitlilik seyircinin ilgisini çekmekte temel öğe olmalıdır. Seyirci o anda ne olduğunu merakla izlemeli, az sonra ne olacağını merakla beklemelidir.

             Konulu film çekmeyen bir yönetmen seyircinin konuyla ilgilenmesini sağlamak için omuz üstü bakış noktası ve yakın çekimlere ağırlık vermelidir.

 

 

 

 

GÖRÜNTÜYÜ ETKİLEYEN TEMEL UNSURLAR

             Her sahne bir bütünün parçası ya da bir dizi çekim olarak düşünülmeli, ancak öyküleme içinde özel olarak değerlendirilmelidir. Kamera açılarını belirleyen; estetik, teknik ve psikolojik etmenlerin yanısıra çekim sırasında dramatik, kurgusal, doğal ve fiziksel etmenler de dikkate alınmalıdır.

             Bu unsurları belli başlıklar halinde özetlemek gerekirse;

             a) Estetik Etmenler: Objeler uygun bir sahne düzeni ve göze hoş gelecek görüntü sağlayabilecek bir sadelikte ve incelikte düzenlenmelidir. İstenen etkilerin elde edilebilmesi için çekim sırasında bazı objelerin eklenmesi ya da görüntüden çıkarılması gerekebilir. Konulu film çekimlerinde estetik açıdan çok az problemle karşılaşılır. Dekorlar sahne gerçeklerine uygun bir kompozisyon içerisinde önceden düşünülerek hazırlanmalıdır.

             b) Teknik Etmenler: Konulu film çalışmalarında teknik sınırlamalar çok azdır. Belgesel film yapımlarında, ekibin sürekli olarak mekan değiştirmek zorunda olması teknik donanımların stüdyodaki imkanların çok altında olmasına sebep olmaktadır. Dış mekanlarda çalışmak oldukça zordur, teknik imkanlar yetersiz olduğu kadar bunları kullanabilmek de zordur. Zaman sınırlıdır, mekan yabancıdır, çalışma temposu düşüktür. Bütün bunlar film çekimini olumsuz yönde etkileyecektir.

             c) Psikolojik Etmenler: Kameranın bakış noktası seyirciyi duygusal olarak etkileyebilir. Seyircinin ekrandaki görüntüye karşı gösterdiği psikolojik tepki, büyük ölçüde kamera açılarına ve kurgulamaya bağlı bulunmaktadır. Konulu filmlerin psikolojik açıdan temel amaçları, seyircinin belli bir duyarlılık içine girerek etkilenmesini ve o yönde istenilen tepkiyi göstermesini sağlamaktır.

             İster ticari, ister eğitici ya da eğlendirici bir amaçla hazırlanmış olsun, bir filmin başarısı öykünün ya da mesajın seyirciyi ne kadar ilgilendirmiş olduğuna bağlıdır.

             Kamera açısının seçimi, çekimin amacıyla, seyirci üstünde oluşturulmak istenen etkinin ne olduğu tespit edilerek belirlenmelidir. Seyircinin şaşırtılması mı istenmektedir? Yeni bir malı alması için ikna edilmesi mi gerekmektedir? Politik bir durum karşısında öfkelenmeli midir yoksa sevinmeli midir? Atom silahları karşısında dehşete düşmesi, korku duyması mı istenmektedir? Dünyayı bir hastanın gözleriyle görmesi mi istenmektedir? Bu soruların her biri özel bir kamera açısını ve konumunu seyircinin konuyla ilgilenmesini sağlayacak fotograf tekniklerini gerektirmektedir. Seyirci yalnız ekranda görünenlerden etkilenmez. Seyirci kısmen ya da bütünüyle gizlenmiş aniden şaşırtıcı bir biçimde açığa çıkıveren, ya da kendisine hiç gösterilmeyen oyuncu, obje ve olaylardan da büyük ölçüde etkilenebilir.

             Kamera herşeyi yapamaz, kameramanın hayal gücünü, ilmini, tecrübesini, sanatını ve taktiklerini burada seferber etmesi gereklidir. Konuya kendisini vermek, adapte olmak, olayın içerisinde olmak ve konsantre olmak durumundadır. Şayet psikolojik boyutların vurgulanabilmesini sağlamak istiyorsa.

             d) Dramatik Etmenler: Eldeki malzemenin en iyi kullanış, işleyiş biçiminin ve taktiklerinin tespit edilip yerinde ve zamanında değerlendirilmesi konunun içerisine dramatik unsuru kendiliğinden empoze edecektir.

             Kendiliğinden dramatik konulu filmler, seyirciyi yeterince etkileyeceğinden kamera oyunları gerekmeyebilir. Eğer seyircinin dikkati bütünüyle konuşmacı üstünde toplanacaksa, dramatik bir konuşma sırasında özel ışıklandırma etki oluşturacak, açılandırma uygulanması daha uygun olacaktır.

             Sıradan objeler kamera oyunlarıyla canlı, ilgi çekici bir hale gelebilirler. Öte yandan dramatik bir malzemenin etkileyiciliği, kamera hareketleri ile çoğaltılabilir.

             e) Kurgusal Etmenler: Kurgusal etmenler genellikle hangi kamera açılarının kullanılacağını belirler. Ayrıntılı çekim senaryoları genellikle nasıl bir çekimin gerektiğini, hangi kamera hareketlerinin istendiğini gösterirler.

             Çoğu senaryolarda ise film çekimi bütünüyle yönetmenin ve kameramanın tercihlerine, seçmelerine bağlıdır. Anlık çekimlerin yapıldığı belgesel çalışmalarda; kurgu çalışmalarında kullanılacak görüntülerin, açıların yapılması göz önünde bulundurulmalı ve çalışmalar buna göre gerçekleştirilmelidir. Çekimler, bir önceki ve bir sonraki sahnelerle bağlantılı olarak yapılmalı, olay bir bütün olarak planlanmalı, her olayın başlangıç ve bitimi aynı plan içinde toplanmalıdır.

             Yapımın en iyi şekilde tamamlanması; kurgucuya gerekebilecek her türlü çekimin önceden yapılmış olmasına bağlıdır.

             f) Doğal Etmenler: Güneş durumu, hava durumu, çekimin yapıldığı arazinin özellikleri dış çekimlerde kamera açılarını etkiler. Dış mekanlardaki çalışmalar güneşin durumuna, günün belli saatlerine ve ışığın ideal veya senaryo gereği belirlenen durumlarına bağlıdır. Doğal dekorların kontrol altına alınamayan öğeleri ister istemez çekim unsurlarını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecektir. Kameraman doğal durumların boyutlarını ve çalışma biçimlerinin olumlu etkilerini çok iyi hesap ederek değerlendirme becerisini göstermelidir.

             g) Fiziksel Etmenler: Fiziksel etmenler stüdyo çalışmalarında kamera açılarını çok ender hallerde etkiler. Sabit duvarlar, alçak tavanlar, dar odalar, makinalar yani değiştirilmeyen objeler ve buna benzer bir çok sabit cisim, gereken şekildeki çalışma biçimini olumsuz yönde sınırlayacaktır.

SAHNE, DEKOR, MAKYAJ VE GİYİM

             Televizyonculukta, program yapımlarının tamamında sahne ve dekor bir bütünün en zaruri parçalarından biridir. Sahne olayı; film yapımındaki ana konunun yer ve zamanının bileşimi, dekor ise bu yer ve zamanın gerçekçi bir görüntüye dönüştürülmesinde katkı unsuru ve benzetme olayıdır. Çekimi gerçekleştirecek bir televizyon filminin ya da herhangi bir paket program türünün geçtiği yer, çevre yapısı, mevsim, hava durumu ve bu unsurların uygun biçimi önemlidir. Daha sonra çekimde kullanılacak, gerekli olan teknik donanım ve stüdyo unsurlarının bu mekana taşınması ve kullanılabilmesi önemlidir.

             Çoğu zaman filmin konusuna uygun sahne (yer) bulunabilmesine rağmen, sahneye tam uyumlu bir dekor bulunamamaktadır. Bu durumlarda alternatif bir dekor örneği bulunamazsa eldeki mevcut imkanlarla konunun özelliğine uygun suni bir dekor yapısı oluşturulmalıdır. Tabii ki en ideali doğal bir dekorda ve sahnede yapımın tamamını gerçekleştirmektir. Şurası unutulmamalıdır ki suni bir sahne ve dekora mecburi kalmadan önce çok ciddi bir araştırma ve planlama yapmak, kesin bulunamayacağına emin olunduktan sonra mevcut durumdan yararlanmak daha iyi olacaktır. Yoksa sonradan rastlayacağımız alternatif tabii bir sahne ve dekoru kullanmak zorunda kalacağımızdan önceki çalışmamız maliyet ve zaman olarak zararla karşımıza çıkacaktır. Günümüzde sinemada olduğu gibi televizyon yapımlarında da stüdyodan kurtulup, tabiatın sahnesine ve dekoruna yönelmek zevki ve eğilimi ağır basmaktadır. Tabii ki her tesisatı ve donanımı hazırlanmış bir stüdyoda film çekimi gerçekleştirmek daha kolay ve cazip gelmektedir. Ancak harcamadan, külfetten, zamandan kaçınmayanlar için de tabii ortama bu donanımı taşıyarak yapımı gerçekleştirmek bir ideal olsa gerek.

             Bir film yapımı için senaryonun ilgili bölümlerine o sahnenin çekiminin gerçekleştirileceği yer, zaman, arka plan dekorasyonu, ışıklandırma ve ses konumları prensip olarak belirtilmelidir. Aynı plan içinde, kaç kamerayla çekileceği, konunun süresi, kaç çevre ve sahne yerine ihtiyaç olduğu, setlerin yerleştirilme düzeni ve şeması, kamera açıları, ışıklandırma biçimi gibi unsurlar da yer almalıdır.

             Makyaj: Bütün görüntülü sanatlarda nesne üzerine yapılan makyaj önemli bir anlatım ve tanıtım unsurudur. İnsanlar günlük yaşantılarının bir bölümünde, çevresine belirli oranda ve imajda bir görüntü verebilmek düşüncesiyle çeşitli biçimlerde makyajdan yararlanmaktadırlar. Aynı durum kamera karşısındaki, filme kaydedilecek insan ve cisimler içinde geçerlidir. Makyajın bütün teferruatını burada anlatmamız mümkün olmadığı için genel kaideleri belirtmekle yetineceğiz. Makyaj genel olarak; kamera hareketleriyle, ışık yoğunluğu ve ışığı kullanma metoduyla, filmlerin, renklerin özel konumlarıyla, özel makyaj efektleriyle genel metodlar ve şahısların özel tecrübeleriyle yapılmaktadır.

             Saydığımız makyaj metodlarının başında da ışıklandırmanın biçimi, ışığın ton ve renkleriyle, elle özel olarak yapılan makyaj teknikleri ve malzemeleri gelmektedir.

             Televizyon çekimlerinde stüdyoda şiddetli ışık yerine daha yumuşak aydınlatma yapılmasıyla, nesnenin yakın çekim ölçeğinde çekilmesi bir makyaj şeklidir. Elle yapılan şekil ve imaj değişiklikleri, belirginleştirme ya da gizleme amacına matuf makyajlarda tabii görüntünün özüne kesinlikle dokunulmamalı, bilhassa böyle makyajlı nesnelerin baş ve ayrıntı çekimine mecbur kalınmadıkça girilmemelidir. Makyaj yapılan zamanla, çekimin arasında fazla zaman geçirilmemeli, yoğun sıcaklık, uzun çekim zamanı, yer ve mekan değişikliklerinden de kaçınılmalı, gerekirse makyajın tekrar gözden geçirilmesi gereklidir.

             Giyim: Küçük ve kısa istasyon çalışmalarında objektif karşısındakilere giyim bulmaktan çok onun giyimini düzenlemek, derlilik, topluluk ve estetik vermek daha isabetlidir. Televizyon oyuncusu senaryo icabı dışındaki normal programlarda ceket yerine düzgün, estetiği ve sadeliğiyle ön plana çıkan elbiseler giymelidir. Bu genelde oyuncunun kendi seçimine bağlıdır, ancak çoğu zaman da filmin, programın içeriğine, stüdyo dekor durumuna göre belirlenebilmektedir. Kamera uzaktan çekiyorsa elbisenin çizgileri, rengi, grilik derecesi önemlidir. Yakın bir çekim yapıyorsa kumaşın dokunuşu ile modeli önem kazanır. Şurasını vurgulamak gerekirse giyim hususu senaryo ve programın özelliği gereği olabilir, konuya ritim, canlılık, estetik kazandırmak için stüdyodaki dekorun tamamlayıcı ana unsuru olabilir. Tabii ki burada, kumaş kalitesi, renk ve grilik derecesi, çizgi ve giyime yardımcı unsurlar önemlidir. Giyimin aşırı renkli ve parlak durumları, birbirine zıt renklerin bulunması, konunun estetiğini ve seyircinin ilgisini bozacağı için bunlardan kaçınılmalıdır.

 

STÜDYO KURALLARI VE STÜDYO ÇALIŞMASI

             Stüdyo: Film ya da televizyon programlarının herhangi birinin yapımının gerçekleştirilebilmesi için teknik, aydınlatma ve dekoratif yapı ve özelliklerle planlı olarak donatılmış ve özel olarak hazırlanmış oda, bölüm ve bina niteliğinde yapıdır.

             Televizyon programlarının hemen hemen büyük bir bölümü, program türlerine göre özel olarak hazırlanmış stüdyolarda gerçekleştirilmektedir. Bunların başlıcalarını, normal saat başı haberleri, haber programlarının sunuluşları, açık oturumlar, yarışma programları, naklen ve canlı yayın programları oluşturmaktadır. Bununla birlikte diğer televizyon oyunu, dizi filmler, kuşak, magazin, aktüel programlar ile müzik eğlence türü birçok program, kısmi bir dekor düzenlemesi ve makyajla aynı stüdyoda çekimleri gerçekleştirilmektedir. Bu yüzden televizyoncular herşeyden önce ciddi ve kapasiteli, çok fonksiyonlu bir stüdyo inşa etme ihtiyacı duymaktadırlar. Artık piyasada çeşitli film çekimleri ve programlar hazırlayan, kamera kiralayan ajanslarla birlikte stüdyo kiralayan firmalar da bulunmaktadır.

FİLM YAPIMINDA DİKKAT EDİLECEK TEMEL HUSUSLAR

             1- Önce programın çekimini gerçekleştirecek ekibin yönetim kadrosu ve sorumlulukları belirlenmeli, görev taksimatı yapılmalıdır.

             2- Senaryo metnine önceden çok iyi hazırlanılmış olmalı, yönetmenin de senaryonun tamamını tek tek, bütün özellikleriyle birlikte bilmesi gereklidir. Yönetmenin metni ezbere bilmesi gereklidir, çünkü yönetim işlevi boyunca sesleri ve görüntüleri izlemekten metni takip etme imkanı bulamayacaktır.

             3- Kameralar ve ışıklandırma gibi elektronik donanım hazırlanmalıdır. Mümkünse kameralar ve çalışma alanlarıyla, kamera taktikleri bir kağıt üzerinde tasarlanarak belirlenmeli, değişik alternatifler göz önüne alınmalıdır. Bununla birlikte kamera provaları yaparak tasarlanan taktiklerin teyidi alınmalıdır.

             4- Cihaz arızalarıyla ilgili gerekli tedbirler alınmalıdır. Beklenmedik durumlarda kameranın veya herhangi bir cihazın arızalanması hallerinde programın akışı hiç bozulmadan anında ve isabetli bir karar ve müdahale imkanları, taktikleri geliştirilmeli, eğitimli kişiler bulundurulmalıdır.

             5- Yayın öncesi planlama toplantısı yapılmalıdır. Yönetmen yayına girmeden önce ekibin tüm görevlilerini toplamalı, tekrar olarak herkese görevini yeniden tek tek ve genel olarak açıklamalıdır. Bununla birlikte yönetmen tüm ekibi ve elemanlarının her birinin kapasitelerini çok iyi bilmelidir. Bununla birlikte teknik ekibin her biri de yönetmenini iyi tanımalıdır. Yönetmen ne denli disiplinliyse, planları ayrıntılı ve ciddiyse ekibin ciddiyeti, işi sahiplenmesi ve konuya duyarlılığı da o derece yüksek olur. Hazırlık provası dahi olsa, aslıymış gibi hareket ve dikkat edilmeli, konu ince elenip sık dokunmalıdır.

             6- Konunun amacına uygun olacak şekilde stüdyonun dekor ve aksesuarları kontrol edilmelidir. Kameralar numaralandırılmalı, konukları tanıtıcı bilgi kartları hazırlanmalıdır.

             7- Konukların programa hazırlanması için konuklara program ve içeriğiyle, uyması gerektiği temel kurallarla ilgili bilgiler verilir.

             a) Makyaj yapılır, konu anlatılır, planlı bir prova yapılır.

             b) Makyajsız, doğrudan doğruya programa dahil edilir.

             Genel olarak röportajların, açık oturum ve haber türü ritmik programların provasız olmasında fayda vardır ve provasız olurlar. Prova yapılması çoğu zaman programın ana fikrini, özünü ve estetiğini zedeleyebilmektedir. Provalarda amatör sunucular çabuk yorulurlar, bunun için öze ilişkin provaların yayından birgün önce, stüdyo  dışında yapılmasında yarar vardır. Bu şekilde kısa bir prova sonrası yayına gelecek sunucu, tazeliğinden bir şey kaybetmemiş olur.

             8- Programın yayından önce mutlaka soğuk provasının yapılması gereklidir. Soğuk provanın yararının görülmediği bir program yok gibidir. Teknik ekip ve oyuncularla birlikte ciddi olarak yapılan programın, ilk provası mutlaka banda alınmalıdır. Programın ilk dizisi de banda alınarak bunlar daha sonra sakin ve sessiz bir ortamda mutlaka izlenmeli, değerlendirilmeli ve bir takım kıstaslar tespit edilerek diğer programlara profesyonel bir hazırlık yapılmalıdır.

             9- Çok dakik olmalı ve zaman en güzel şekilde değerlendirilmelidir. Tüm ekip elemanları, işini bilen, seven, zamanında gelen ve saatinde programa başlayan, dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Zamanı boşa harcamamalı, yapılması gerekeni yerinde ve zamanında yapmalı, herhangi bir arızada zaman kaybetmeden gereğini bilinçli ve seri bir şekilde yerine getirmelidir.

             10- Çalışma boyunca dinlenme (mola) ayarına uymalıdır. Çalışma halinde müsait ve belirli zamanlarda tüm ekip dinlenmeye çekilmelidir. Buradaki 10-20 dakikalık dinlenme aralarında, istirahat edilip beyin ve vücut dinlendirilir, birtakım bilgi ve irtibat kopuklukları giderilebilir, senaryo gözden geçirilerek daha farklı kararlar verilebilir, konu üzerinde sıcağı sıcağına değişik fikirler ortaya konabilir, birtakım önyargılı yaklaşımlar ortadan kalkabilir.

             11- Zorunlu haller dışında genel olarak yazılı senaryo metnine bağlı kalınmalıdır. Metnin başına; çalışan ekip görevlilerinin ve yaptığı işlerin isimlerini yazmak, akışı ve çalışmayı kolaylaştıracaktır.

             12- Kamera kartları hazırlanarak, paket programlar dışındaki dizi program ve bölümlerinin çekimleri numara ve yerleriyle birlikte bu kartlara yazılarak çekim başında filme alınmalıdır.

             13- Kurallara ve çekim komutlarına, talimatlara titizlikle uyulmalıdır. Yönetmenle kameramanlar birbirine çok duyarlı ve uyumlu olmalıdırlar. Ayrıca yönetmenle ana kumanda masasındaki görevli resim seçici de çok uyumlu ve birbiriyle kontak içerisinde olmalıdırlar.

             Yönetmen örnek olarak 16. çekimdeyiz. Kamera 1 Rec, Kamera, hazır ol, kamera 3 rec gibi resim seçicinin rehberliğinde, istediği kameranın numarası ve daha sonra yapacağı işlem söylenmelidir. Örneğin "sağa çevrim, kamera bir" komutu verildikten sonra bir nolu kamera tasarım yapıp hazırlanacaktır, ikinci bir "kamera 1 Rec" komutuyla istenileni yerine getirecektir.

             14- Kameralar sıralanır ve numaralandırılır. Kameralar soldan sağa numaralanarak sıralandırılır ve kıdemli kameramana bir numaralı kamera verilir, en zor ve ana çekimler ondan istenir. Acemi ya da konunun yabancısı olan kişilere de en son ve az fonksiyonlu kameralar verilir. Kameramanlar görevlendirilirken kıdemleri ve becerilerine göre taksimat yapılmalıdır.

             15- Çekimlerde başta yönetmen ve kameramanlar olmak üzere daima arayış içinde bulunmalı mevcut görüntü ve estetiklerle yetinmemelidir. Konuya canlılık ve estetik kazandıracak, desen ve kamera-obje hareketleri gibi yeni taktiklerle çekim zenginleştirilmelidir. Oyunculara veya konuklara hatırlatmalar mümkünse sessiz yapılmalı, mümkün değilse geniş açıya alınarak bozuk görüntü gözlerden bir nebze gizlenmeli, daha sonra da telafi edilmelidir.

             16- Canlı yayın ve paket program çekimleri genel olarak bel, göğüs, omuz ve baş çekimi ölçeklerinde olmalıdır. Kamerayla konuklar aynı düzlemde olmalı, bunun için konukların sandalyeleri veya yerleri biraz yüksekçe olmalıdır.

             17- Ekip arası iletişim, sessiz filmlerde normal sesle veya hoparlörle, sesli ve canlı çekimlerde özel kulaklıklı ve kablolu mikrofonlarla sağlanır. Yönetmen mikrofonla istediği kişiyle kablolu kulaklıklar sayesinde haberleşir ve yönetimi sağlar. Burada ekibin tamamının kulaklığını takması gereklidir.

             18- Ses ve ışık düzenine, sesin kulağa geliş tonuna çok dikkat edilmelidir. Bozuk bir ses düzeniyle mükemmel bir çalışma boşa gitmiş veya değeri yarı yarıya düşmüş olabilir. Mutlaka stüdyoda ses ve ışık teknisyeni bulunmalı, herhangi bir aksaklıkta yayın akışı bozulümadan acil otomatik bir şekilde arıza giderilebilmelidir.

             19- Birden fazla kamerayla çekim gerçekleştirilmelidir. Tek kamerayla canlı bir yayın yapmak mümkün değildir, röportaj çekimi de yapmak mümkün değildir. Çok zorunlu haller dışında en az iki kamerayla çekim yapılmalıdır.

             20- Yapılan canlı yayın ve programın tamamı, prova görüntüleri dahil kayda alınmalıdır.

YAPIM ÇALIŞMALARINDA KAMERA HAREKETLERİ

             1. Kamera açısı: Kamera açısı hem seyircinin görüş açısını, hem de çekimin içine girecek alanı kapsar. Özenerek seçilecek bir kamera açısı konunun kolay ve dramatik olarak görüntülenmesini daha iyi sağlayacaktır. Özenle seçilmemiş bir kamera açısı seyircinin dikkatini dağıtır, konuyu anlaşılması güç bir hale sokar.

             Ekrandaki kişi kendisiyle seyirci arasında göz göze bir ilişki kurmak isterse doğrudan doğruya objektifin içine bakmalıdır. Bu tür bir göz bağlantısı sunucuyla seyirci arasında kişisel ve sıcak bir bağın oluşmasını sağlar. Konuşmacının objektife doğru bakmasının en güzel çekimini yapabilmek için doğru olanı, omuz üstü çekimidir. Mülakatçı sırtını kameraya dönerek oturur. Mülakat yapılan kişi de tam kameranın karşısında yer almış olur. Mülakatçıya ilk soru sorulduktan sonra zoom ya da kesme metoduyla kişinin bazen kameraya, bazen de birbirinin yüzüne bakmaları mutlaka önlenmelidir.

             Kamera açıları üçe ayrılmaktadır:

             1. Nesnel açı, 2. Öznel açı, 3. Bakış açısı

             1. Nesnel Kamera Açısı: Nesnel kamera olayı tarafsız bir bakış noktasında görüntüler. İzleyici, olayı sahne içinde görünmeyen bir kişinin gözü ile izler. Olay sahne içindeki herhangi bir kişinin bakış noktasından görüntülenmediğinden, nesnel kamera açıları kişisel değildir. Görüntü içindeki kişiler, kameranın varlığından habersizdirler ve kamera merceğine doğru hiç bir zaman bakmazlar. Bir filmin çevrimi sırasında nesnel kamera açısı diğer açılara oranla daha yoğun olarak kullanılan bir kamera açısı konumundadır.

             2. Öznel Kamera Açısı: Öznel kamera, olayı kişisel bir bakış açısından görüntüler. İzleyici, sahnedeki olay içine kendi yaşantısıymış gibi katılır. İzleyici görüntünün içindedir. Hem aktif bir katılım içindedir, hem de görüntüdeki bir kişinin yerini alarak, olayı o kişinin gözü ile izler. Ayrıca, sahnedeki herhangi bir kişi kameraya doğru baktığında da izleyici görüntü içine katılmış olur. Böylelikle izleyici ile oyuncu arasında göz göze bir ilişki kurulur. Öznel çalışmada; kamera seyirciyi çekim yapılan sahneye sokarak seyircinin gözüymüş gibi davranır. Böyle bir çalışmada seyirci bir sanat müzesi gezebilir, bir fabrikadaki çalışmaları çok yakından inceleyebilir. Bu gibi çalışmalarda seyirci ürkütüldüğü ya da heyecanlandırıldığı takdirde ilgi çok yüksek bir noktaya ulaşır. Olayı yaşayan, gerçekten, kendisiymiş gibi etkilenebilir.

             3. Bakış Açısı (Kamera Açısı):  Hem seyircinin görüş açısını hem de çekimin içine girecek alanı kapsar. Konunun özelliğine ve aksiyonerliğine göre uyarlanan bir kamera açısı, konunun daha sağlıklı ve akıcı anlaşılmasını sağlar.

             1. Uzak çekim: Uzak çekimlerde kamera için en uygun yer; yüksek bir tepe, duvar, ağaç, bina, minare, uçak ve helikopter gibi yerlerdir. Uzak çekimlerde; çevrenin coğrafyasını tanıtmak amacıyla, çok hafif, sarsıntısız ve belirli bir hız dilimiyle canlı ve akıcı bir puan hareketi yapılarak güzel bir görüntü elde edilebilir.

             2. Göz Hizası Yakın Çekim: Özel amaçlı çekimler dışında bir kişinin yakın çekimlerinin, kişi ister oturmakta, ister ayakta olsun çekimin tam göz hizasından yapılması zaruridir. Böylece seyircinin, oyuncuyla göz göze gelmesi sağlanmış olacaktır. Bu sebeple uzak çekimlerden yakın çekimlere geçilirken, kamera yüksekliğinde oyuncuya göre ayarlanma mecburidir.

             Yakın çekimlerde; göz hizasının çok az altına inmek ya da; üstüne çıkmak yalnızca bazı yüz kusurlarının düzeltilmesi (rötuş ve makyaj) için kullanılır.

             3. Ara Görüntüler: Mektup, telgraf, fotograf, afiş, tebrik vs. objelerin ekranı tek başına dolduracak şekildeki yakın çekimlere ara görüntüler denir. Zamandan tasarruf yapmak ve tabi ki gerekli önemli konuları, kaçırmamak için ara görüntüleri filmin çekimi yapıldıktan sonra veya çok daha önceden ayrıca ve özenle almak isabetli olacaktır.

             4. Çarpık Açı-Çarpık Çekim: Çok heyecanlı, korkulu ve panik içindeki bir kişinin yaşadığı yüksek heyecan ve gerilimin seyirciye yansıtılması; çarpık çevrinme ve çekimlerle mümkündür. Çarpık açı çekimleri heyecan öğesinin egemen olduğu film konularında; saatin, yürüyen ayakların, dönen tekerleklerin, yaprakların, anahtar deliğinin, vapur düdüklerinin vs. kısa çekimleri yapılırken kullanılır. Bu açı; objeyi yana yatık, devrik gösterecek kadar da olmamalıdır. Çarpık çevrinmenin çekimin tamamı boyunca da olması gerekmez.

             5. Yazılar ve Üstü Yazılı Objeler: Tabela yazıları, üstü yazılı benzeri objeler tam cepheden çekilmeli, yahut soldan sağa doğru küçülecek biçimde pan hareketiyle çekilmelidir. Uzun bir yazı, durulan bir yerden pan hareketiyle soldan sağa doğru bu şekilde daha kolay çekilebilir. Bu arada uzun bir yazı çevirme ile mümkün olmazsa noktalama kuralları uyarlanarak çekimi yapılır.

             6. Işık ve Işık Konumları: Tüm çekimlerde, ışık şartları, ışığın konumlarıyla, kullanılış biçimleri ve özel tecrübeye dayanan bir takım uygulamalar önemli bir yer tutmaktadır.

             Işık kaynaklarının şiddetleri, "Mum" denilen birimle ölçülür. Bu ölçü; 1 Mum şiddetindeki ışık kaynağından 1 metre uzaklıkta olan 1 Mum'luk yüzeyin aydınlatılması demektir. Işık ne kadar dar bir yüzeye düşerse aydınlatma o kadar az ve yetersiz kalır. Işık kaynağından uzaklaştıkça aydınlatma şiddeti azalır.

             7. Sahne-Çekim Ayrımı: Sahne; olayın geçtiği, programın tamamının veya bazı bölümlerinin kaydının yapılacağı yer anlamında tiyatrodan alınma terimdir. Televizyona uyarlamak istersek "stüdyo" vazifesini görmeye başlar.

             Çekim: Alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasıyla (Rec'e basılmasıyla) elde edilen film görüntüsü parçasıdır. Teknik ya da dramatik hatalar yüzünden, aynı olayın aynı kuruluş içinde ikinci, üçüncü kez çekilmesine de "çekim tekrarı" denir.

             Ayrım (sekans): Kendi içinde bir bütün meydana getiren bir sahneler ya da çekimler dizisidir. Ayrımlar tek bir dekor içinde geçebileceği gibi, bir kaç dekor içinde de geçebilir.

             8. Kamera Yüksekliği: Uzaklık ve kamera açısına verilen önem her nedense, kamera yüksekliğine verilmemektedir. Kamera yüksekliğinin filmi çekilen objenin niteliklerine göre ayarlanması öykülemeye, artistik, dramatik ve psikolojik yönlerden büyük bir katkı sağlayacaktır. Seyircinin ilgisi aşağıdan veya daha yukarıdan bakılmakta oluşuna göre değişir.

             9. Üst ve Alt Kamera Açıları:

             Üst Açılar : Objektiflerin yere doğru eğik olduğu, filmi çekilen objeye yukarıdan bakıldığı durumlarda kullanılan açılara üst açı denir.

             Tepeden bakış: Çekim alanının harita gibi sergilenmesine imkan sağlamakta olup; futbol maçı, sürülmüş tarla, çiçek bahçesi, hayvanların göç etmesi gibi mekan içinde derinliği olan olaylar en iyi üst açıda izlenebilir. Göz hizası ya da alt açılarla yapılan çekimlerde alanın sadece önü görülecektir. Oysa üst açılı çekimlerde alanın tümü görülebilecektir. Göz hizası çekimlerinde, aralarında büyük mesafeler bulunan objelerin hepsi aynı nitelikte çekilemez. Oysa üst açılı çekimlerde niteliğin daha geniş bir alanı kapsama imkanı vardır. Üst açılı çekimlerin diğer bir özelliği ise oyuncu ya da objenin boyunu olduğundan kısa göstermesidir.

             Alt Açılar: Objeyi görebilmek için objektifin yukarıya doğru eğik olduğu açıların tümüne alt açılar denir. Alt açılar; seyircide bir şaşkınlık ve heyecan meydana getirmek, objenin boyunu ya da hızını yükseltmek, oyuncuları ya da objeleri ayırmak, istenmeyen nesnelerin görüntüye girmesini engellemek, fonu yok edip yerine gökyüzünü koymak, kompozisyondaki çizgileri bozmak, daha güçlü bir perspektif oluşturmak, dramatik vurgulamayı yoğunlaştırmak istenildiğinde kullanılır.

             Cami ve tarihi abidelerin iç özelliklerinin çekimlerinde alt açılardan yararlanmak, yukarılara doğru bakmak zorunda kalacak olan seyirci için yaratıcı kavramıyla birleşerek manevi bir etki meydana getirebilecektir.

             Bir sahnede bir oyuncunun bir grup oyuncuya hakim görünmesi gerekiyorsa alt açılardan yararlanarak gerçekleştirilebilir. Tek oyuncu gruptan birkaç adım önde durur ve çekim bir alt açıyla yapılırsa, hakim olması (görüntülenmesi) istenen oyuncu geridekilere oranla çok daha büyük görünecek, arkadakiler daha küçük görünecektir. Alt açılar ayrıca kesmelerde kullanılacak yakın çekimler içinde çok elverişlidir. Alt açılar perspektifi küçülttüğünden kişi, obje ve yapılar olduklarından çok daha büyük görünürler.

             Açı artı açı: Açı artı açı çekimi, objeye göre açılandırılmış olan kameranın çekim sırasında aşağı ya da yukarı doğru çevrilmesiyle elde edilen çekimdir. Açı artı açı çekimi iki boyutlu görüntünün bulanıklığını büyük ölçüde ortadan kaldırabilir. Kamera yalnızca objenin önünü ya da yanını görmekle kalmaz aynı zamanda da tavanı ve tabanını da görme imkanı sağlar.

             Çarpık Açı: Çarpık açı kameranın dikey ekseni ile filmi çekilen objenin dikey ekseninin çakışmayıp bir açı meydana getirdikleri çekim açılarına denir.

             Sarhoş ve çok heyecanlı ya da korku içindeki bir oyuncunun yaşadığı yüksek gerilimin yansıtılması böyle bir çarpık çevrinme ya da bir dizi çarpık çevrinmeyle en iyi biçimde verilebilir ki seyirci oyuncunun davranışlarının mantıksızlığını hemen fark edecektir.

             Çarpık açı çekimleri heyecan öğesinin egemen olduğu filmlerde saatin, yürüyen ayakların, dönen tekerleklerin çekimleri yapılırken kullanılır.

 

NAKLEN YAYIN - CANLI YAYIN

             Naklen Yayın: Bir olayın ve programın stüdyo dışında, geçtiği yerde aynen gerçekleşmesiyle birlikte seyyar yayın araçları ve cihazları vasıtasıyla seyircilere canlı olarak sunulması tekniğidir.

             Canlı Yayın: Stüdyodan veya stüdyo haline dönüştürülmüş yayın bölümlerinden konunun gerçekleştiği anda hiçbir montajlama işlemine fırsat verilmeden, seyirciye ulaştırılan yayın biçimidir. Canlı telefon ve görüntü bağlantılarıyla, katılımcı-sunucu-izleyicilerle aynı anda kontak kurabilen, aynı ortamın ve duyguların paylaşıldığı, bilgi ve fikirlerin belirtildiği nefis bir sunuş ve yayın tekniğidir.

             Canlı yayının amacı izleyicileri de olayın içine katmak, konunun katılımcılarını çoğaltmak, geniş tabanlı fikirlerin tartışılmasını ve duyurulmasını sağlamaktır. Aynı zamanda diğer bir özelliği de canlı telefon ve görüntü bağlantılarıyla stüdyoda katılması gerektiği halde katılamayacak olanların ve yayıncının işini kolaylaştırmak, zaman ve maliyet açısından tasarruf sağlamış olmaktır.

             Bu nedenle yönetmen konuları en iyi biçimde görüntülemeli, çekim kuralları ve ölçeklerini, kamera açılarını, stüdyo ses ve ışık düzenini daha ciddi olarak sağlamalı ve kontrol altında tutmalıdır.

             Bu tür programlarda konunun özelliğine göre kameraların konumları ve sayıları değişebilir, bu hususta kesin bir kural bulunmamaktadır. Zaten profesyonel ve işini doğru ve bilinçli olarak yapan bir ekip konuya uygun en güzel planlamayı yapacak ve yaptığı planı en güzel biçimde uygulamaya koyacaktır.

 

 

 

FİLM YAPIM VE YÖNETİMİNİN TEMEL KURALLARI

             Film yapımı kişide birçok kabiliyetleri bir arada isteyen bir konudur. Bir film ekibi genellikle yönetmen, kameraman, kamera asistanı, ses ve ışık teknisyeni, görüntü yönetmeni gibi görevlilerden oluşur. Bunların hepsinin ayrı ayrı sorumlulukları olduğu gibi, ortak ve genel birer sorumlulukları da vardır. Çünkü birinin yanlış bir hareketi hepsini doğrudan etkilemektedir, bu nedenle hepsi her konuda duyarlı, hassas ve sorumlu davranmak mecburiyetindedir.

             Burada en büyük ve genel sorumluluk, ekibin başarı ve başarısızlığı, sevk ve idaresi sorumluluğu yönetmendedir.

             1- Yönetmen film senaryosunu, konunun teferruatını ve alternatif unsurlarını en mükemmel şekilde bilecek ve senaryoya hakim olacaktır. Yönetmen ekibin önceden çeşitli kademelerinde görev yapmış, mesleğin her konusuyla ilgili tecrübelere sahip olması gereklidir.

             2- Yönetmen senaryodan sonra ekibini, elemanlarının yeteneklerini ve çeşitli bilgi ve özelliklerini çok iyi bilmeli, en azından bilgi sahibi olmalıdır. Yönetmen birlikte çalıştığı bütün görevli kişiler, üzerinde otoritesini kurarlar, canla ve başla çalışmalarını sağlayabilmelidir.

             3- İyi bir yönetmen; herşeyi birlikte çalıştığı kişilerden daha iyi bilen kişi değil, birlikte çalıştığı görevlileri ellerinden geleni yapmaya özendirebilen, çok başarılı bir televizyon yapımını onların gayretleriyle sağlayabilen ve çalıştırabilen yönetmendir.

             4- Yönetmen her halukarda senaryo metnini, çekim listesini, ekip görev listesi ve şemasını, konuyla ilgili döküman ve notları yanında bulundurmalıdır. Programın yerini, zamanını, gidiş-geliş durumlarını hava ve mekan durumlarını, dekor, ışık, stüdyo, kamera sayısı ve objektif seçimi gibi tüm hususları kontrol etmek, gözden geçirmek durumundadır.

             5- Her film yapım çalışmasına çekim tahtası alınmalı, montaj ve kurguda kolaylık olması açısından çekim bölümlerinin numara ve konuları görüntü içinde belirtilmelidir.

             6- Film çekimine başlamadan evvel yönetmen olarak toplantı yapmalı, görev taksimatı, görevlerin tekrar gözden geçirilmesi, gerekli hatırlatma ve ikazlarda bulunmalıdır. Konuyla ilgili senaryo, ekip görev ve stüdyo şemasının birer nüshaları görevlilere verilmelidir.

             7- Dar bir zaman ve sıkışık bir ortamda program çalışması yapılmamalı, daha uzun süreli ve sakin bir ortamda mantıklı ve bilinçli bir iş yapılmalıdır.

             8- Hava şartları ve havanın kelvin değerleri unutulmamalı, filme dış çekimlerle başlanmalıdır. Zorunlu kalmadıkça açık alanda çalışma yapılmalıdır.

             9- Yönetmen, iç ve dış çekimlerde ve özellikle haber program türü araştırma-takip ve baskın içerikli programlarda mutlaka yanlarında güvenlik görevlisi bulundurmalı, çevre güvenliğini çok ciddi olarak aldırmalıdır.

             10- Film çalışmasında en önemli eleman kameramandır. Kameraman filmin gösterim niteliklerinden direkt olarak sorumlu olduğu için her zaman yönetmenin olur olmaz komutlarını uygun bulmayıp, kendi tecrübesini ve özel taktiklerini kullanabilir, bu anlayışla karşılanmalıdır.

             11- Filmle ilgili jenerik çalışması ve bir takım reklamasyon ve optik hareketler ve efektler yapmak için gerekli filtreleri ve objektifleri beraberinde götürmek gereklidir. Çünkü bu tür çalışmalar sette daha kolay gerçekleştirilebilir.

             12- Sesli çekimlerde her çekimin sonu biraz uzun çekilmelidir ki, kurguda zahmet görülmesin.

             13- Karşılıklı röportaj usulü çekimlerde tüm konuşmacıların ayrıntı çekimleri de bol bol kayda alınmalıdır ki, kurgu ve eşlemede serbestlik ve alternatif seçim imkanı doğsun.

             14- Genel çekim ölçeğinden baş çekim ölçeğine direk olarak, arada başka bir çekim ölçeği kullanmadan geçilmemelidir.

             - Çekim I: İç/Koridor/Gündüz

             Sağ önde kapı. Yaşlı adam kameraya yaklaşır. Kapıda durur ve kapıyı çalar.

             -Çekim II: İç/Büro?Gündüz- Boy Çekim

             Patron masada oturmaktadır. Başını kaldırır, karşıya kameranın soluna bakar. Patron: "Girin" der.

             -Çekim III. İç/Koridor/Gündüz - Diz Çekim

             Genç adam kravatını düzeltir ve kapıyı açmak için sola kayar.

             -Çekim IV: İç-Büro/Gündüz - Boy Çekim

             Kapının iç yanını da gösteren büro kapı açılır. Yaşlı adam sola doğru yürüyerek içeri girer. Kamera, sola çevrinme yapar ve masadaki çekim 2'ye geçilir. Patron ayağa kalkar ve elini sıkar.

             -Çekim V: İç/Büro/Gündüz-Bel Çekim

             Patron kapıya bakar. Kamera sağa geçer. Patron "Hasan Polat'la mı görüşüyorum?"

             -Çekim VI: İç/Büro/Gündüz -Bel Çekim

             Genç adam, karşıya kameranın soluna bakar. Yaşlı adam: "Evet efendim."

             Çekimlerin bölüm ve görünüş sırası bu şekilde devam edip gider. Bu sıralamaya "Çekim Senaryosu" denir. 1 ve 3 nolu çekimler koridorda yapıldı, 2,4,5 ve 6 nolu çekimler büronun içinde.

             Bundan sonra, değişik konum ve mekanlardaki çalışmalara devam edilir. Çekim planında sabit bir kural ve yöntem yoktur. Bütün mesele nerede ne şekilde senaryonun hangi bölümünün çekildiğinin pratik olarak belirtilmesi ve montajda bunların yerli yerinde rahatlıkla kullanılmasını temin edebilme tekniğidir. Dileyen, kendine has farklı bir çekim planı uygulayabilir.

KAMERAYLA HABER TOPLAMA VE OLAYLI SAHNELERİN ÇEKİMLERİ

             Tüm televizyon kuruluşlarında ve haber toplamalarında en önemli fonksiyonu şüphesiz kamera görmektedir. Haber toplama işi oldukça pratiklik ve seyyarlık gerektiren bir konudur. Haber toplama konularında kullanılacak kameraların kalitelisi, kullanışlılığı ve hafifliği, bataryaların uzun süreli kullanılabilmesi önemlidir. Herhangi bir televizyon kuruluşu ve ajansı müracaat, ihbar yoluyla, diğer kanallar vasıtasıyla merkeze ulaşan bilgilere göre olay yerine en iyi kamerasını, en tecrübeli ve pratik elemanını en süratli şekilde ve tam zamanında ulaştırma çabasındadır. Haber ajanslarının görevi sadece haber toplamak ve bu bilgileri fotograf ve canlı görüntüleriyle üyelerine ve talepte bulunanlara gerek faks yoluyla  gerek hatları ve vericiler yoluyla, gerekse kargo yoluyla belli bir zaman içerisinde en kısa yoldan ulaştırmaktadır. Bu haber ajanslarının ülke içinde şubeleri olduğu gibi diğer ülkelerde temsilcilik, şube ve çeşitli bölgelere göre büroları veya elemanları da bulunmaktadır. Ancak üzülerek bazı hususları burada belirtmek gerekirse; Türkiye'de hala ciddi, tarafsız ve uluslararası düzeyde bir haber ajansı görülememektedir. Mevcut haber ajanslarının da, ciddi manada tarafsızlık, milli kimlik ve menfaatler gibi bir düşünceleri, kaygıları olduğu gözlenememektedir. Diğer ülkelerde dahil olmak üzere, hala dünyada tam olarak ilkeli ve tarafsız ciddi ve güçlü bir ajans veya televizyonun varlığı görülememektedir.

             Dünyadaki tüm ajanslar, haberleşmeler maalesef batılı güçlerin, karanlık mihrakların kontrolünde ve güdümünde bulunmaktadır. Bunlar son derece insanlık açısından önemli sayılabilecek haberleri rötüşlayarak, boyayıp şeklini ve yönünü değiştirip süzerek yayına vermekte ve böylece gerçekler kamufle edilebilmekte, uyuyan devin uyanmaması sağlanmış olunmaktadır.

             Kamerayla haber toplanırken tamamen objektif olunmalı, ancak doğru ve yanlış delilleriyle birlikte vurgulanmalı ve kişilerin yorumuna açık kapı bırakılmalıdır. Eşit şartlarda konunun bütün yönleri üzerinde durulmalı, gerekli araştırma, inceleme ve görüşler eşit olarak alınmalıdır. Aslında isteyen herkes bulunduğu ilde, ilçede, kasabada veya bölgede herhangi bir ajansla anlaşmalı olarak ya da başlı başına bir fahri haber muhabiri olabilir, çevresindeki gelişen olaylarla ilgili haber veya program hazırlayabilir. Habercilikte yerel kaynaklar çok önemli ve daha sağlıklıdır, anlaşmalı habercilikte ajanslar açısından daha cazip bir seçenektir. Unutulmamalıdır ki, Bosna-Hersek savaşı devam ederken, önemli savaş bölgelerinde olup biten bütün olayları bağımsız amatör radyo istasyonları ve şahıslar haber vermişler ve bu haberler bütün dünyaya yayınlanarak çok önemli neticeler elde edilmiştir.

             Bulunduğu yörede kamerası, teybi ve fotograf makinası olan her vatandaş kendi becerisiyle çevresinde bir haberleşme, olayları takip edip değerlendirme ağı kurarak önemli haber ve program çalışmaları yapabilir, bunları genel ve yerel ajanslar veya TV kanalları vasıtasıyla değerlendirebilir.

             Haber kameramanı tecrübeli, kültürlü, dinamik, cesur ve tarafsız olacaktır. Herkesle, her kesimle düzenli, ciddi ve sistemli bir dostluk ve ilişki haberleşme ağı içerisinde bulunacak, araştırmacı kimliğine sahip olacaktır. Olayları kaynağından ve çok yönlü olarak araştıracak, olaylara taraf olmayan şahısların da fikrini alarak olayın gerçek boyutlarını ortaya koyacaktır.

             Haber kameramanı veya haber muhabiri toplumsal olayları, hareketli ve kavgalı çatışma sahnelerinin çekimini yaparken önce kendi can emniyetini sağlamalı kendini bilerek tehlikeye atmamalıdır. Çatışmalı sahnelerin çekiminde, karşı tarafın çekimi engelleme ve sataşma anlarında belge sayılabilecek söz ve görüntüleri birlikte kaydedebilmek için kamera "Rec"de olmalıdır. Mümkünse geniş açıda ve tahmini olarak objektif olay sahnesine odaklanmalı, elde edilebilecek görüntüler ve ses daha sonra değerlendirilmelidir. Hareketli olayların çekiminde, amatör kameralarda; objektif geniş açıda, zoom kolu 2 metreye, netlik halkası da 3 metreye ayarlandığında, diğer fonksiyonları da "auto" konuma alındığında hemen hemen tüm sahneler net ve sağlıklı bir şekilde çekilebilecektir. Yine olaylı ve insanların izdiham oluşturduğu zamanlarda, konunun anafikrini alabilmek için mümkünse yüksekçe fakat emin bir yere çıkılmalı, şayet bu mümkün değilse kamera başımızın üstüne ve uzanabileceğimiz ölçüde yükseğe alınarak vizöre alttan bakmak ve bu şekilde anafikri yarı tahmini olarak takip etmek suretiyle de çekim mutlaka yapılmalıdır. Acılı olaylarda, olayın mağdurları hakaretlerde bulunabilir, toplum psikolojisini bilmeli, soğukkanlı, sabırlı olunmalı, illa çekeceğim diye ısrar edilmemeli, her işi güzellik, hoşgörü ve anlayış içerisinde halletme gayreti içerisinde olunmalıdır.

             Karşınızdaki olayın taraftarları sizin görüntü olmanızı istemiyorlarsa size saldırabilirler. Böyle durumlarda ya mikro kameralar kullanılmalı (gizli) veya haber kameralarıyla çekim yapıyorsak kamerayı omuzdan elimize almalı, çekim yapmıyormuşuz gibi bir pozisyona geçerek çekim yapmalıyız. Yani savaş sahnelerinde, tehlikeli zamanlarda kamera kesinlikle kayıttan çıkarılmamalıdır. Böyle hallerde şayet iyi görüntü elde edilemezse dahi sesin kaydedilmesi, elde edilebilen çok küçük görüntüler bile ileride çok büyük bir önem arzedebilir, tarihi bir belge niteliğine bürünebilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A. Kadir DEMİNCAN’ın Diğer Eserleri

  1. Video-Kamera-Fotografçılık ve TV. Yapımcılığı
  2. Seçme Mevzular ve İlgili Ayetler
  3. A’dan Z’ye Pratik İmam-Hatip Rehberi
  4. Meseleler ve Kuran’dan Ayetler
  5. Araştırma Yazıları
  6. Hastalıklar ve Musibetlerin Geliş Sebepleri
  7. Pratik Kamera Çekimi
  8. Pratik Fotoğraf Çekimi
  9. Tefekkürnameler
  10. Fotograflarla Sohbet
  11. Sırat Cep Rehberi
  12. Sırat Duvar Takvimi

 

 

 

 


ISBN: 00100256

1. Baskı   1999 – ANKARA

Baskı: Kale Ofset Matbaacılık

Kazım Karabekir Cd. 85/5

Tlf: 0.312. 342 26 40          Ulus/ANKARA

 

Dizgi: A. Serdar YILMAZ 

Balıkçıoğlu İş Merkezi 4/18             

Tlf: 0312. 229 60 79           Sıhhiye/ANKARA

 

Hazırlayan

  1. Kadir DEMİRCAN

 

Grafik-Tasarım

  1. Kadir DEMİNCAN

 

Teknik Düzenleme ve Tashih

Kazım NAİLLİOĞLU

 

 

Makalesiyle Katkıda Bulunanlar

Mesut UÇAKAN – Sadık YALSIZUÇANLAR

Lütfü ŞEHSUVAROĞLU – Halit GÜLER

Abdullah CEYHAN – Muhsin METE



İÇİNDEKİLER

 

 

Önsöz..................................................................................................... 2 

Medyada İslâm ve İslâm İmaji........................................................... 4 

Televizyon Ve Kutsal........................................................................ 21 

Radyo ve Televizyon Dini ve Milli Açidan Ne Kazandırdı?..... 42

Dinî Yayıncılıktaki Anlayış Farklılıkları..................................... 50

Milli Açıdan Televizyonun Stratejik Boyutu............................... 55

Sinema ve Televizyonun Dini ve Milli Hedefler Açısından Bugünkü Durumu     62

Amatör Yapımların Önemi............................................................... 70

Program Üretimi ve Konu Sıkıntısı............................................... 72

Taraflı Televizyon Yayıncılığı........................................................ 74

Din-i Tebliğ ve Şerre Karşı Mücadele Çerçevesinde Radyo ve Televizyon Yayıncılığı     80

Televizyon Yayınlarının Siyasi Boyutu......................................... 94

Televizyonun Tarihten Günümüze Gelişimi, Mevcut Durumu ve Etkileri              107

Heykel, Resim, Fotograf ve Video Kamera Görüntüsünün İslâm’daki Yeri ve Hükmü       117

Dini ve Milli Eğitimde Televizyonun Önemi ve Fonksiyonları 133

Televizyonun Psikolojik Etkileri.................................................. 138

Video-Kamera, Fotograf ve Televizyonun Kullanıldığı Başlıca Alanlar ve Hizmet Konuları        142

Senaryo Metni Yazımı.................................................................... 145

Başlıca Televizyon Program Türleri ve Özellikleri.................. 150


Tartışma Program Türleri;............................................................ 154

 

Bir TV Yapımının Ortaya Çıkma Safhaları................................ 164

Eğitim-Öğretim ve Dini Programların Çekimleri..................... 171

Program Yapımında Bilgi Toplama ve Araştırma Metodu..... 174

Habercilik........................................................................................ 179

Program Sunucuları, Konuşmacılar ve Konuklarla İlgili Temel Kurallar          186

Yerel Televizyon Yayıncılığı......................................................... 191

Filmlerin Arşivlenmesi ve Değerlendirilmesi............................ 193

Televizyonun Etkileri ve İzleyicilere Tavsiyeler....................... 194

Delil ve Belge Açısından Kamera ve Fotoğraf Filmi............... 203

Emniyet, Adli Çalışmalar ve Eğitim Önünden Kamera ve Televizyonun Rolü     207

Açık Oturum ve Tartışma Programları Yöneticiliği................. 211

Program Çekimi Öncesi Hazırlık Safhası.................................. 213

İnsan Sağlığı Açısından Cihazın Kullanımı............................. 216

Kamera Açıları ve Çekim Kuralları............................................ 219

Görüntüyü Etkileyen Temel Unsurlar......................................... 223

Sahne, Dekor, Makyaj ve Giyim................................................... 227

Stüdyo Kurallari ve Stüdyo Çalışması....................................... 230

Film Yapımında Dikkat Edilecek Temel Hususlar.................... 231

Yapım Çalışmalarında Kamera Hareketleri.............................. 236

Naklen Yayın - Canlı Yayın.......................................................... 242

Film Yapım ve Yönetiminin Temel Kuralları............................. 244

Kamerayla Haber Toplama ve Olaylı Sahnelerin Çekimleri. 248


 

 
 
Talep Formu
İsim
Sipariş Miktarı
E-Mail
Telefon
İl
Adres
Kargo Tercihi
Mesaj
 
 
 
KeşifTV
Örnek Prefabrik Evler
AraziTV
Örnek Prefabrik Evler
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam33
Toplam Ziyaret378050
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516